Nübüvvet Nuru
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PerşembeOlgun Müslümanın üstünlük sebeplerinden biri, “Nur-i Nübüvvet” ile bakması, görmesi, idrak etmesidir. En keskin zekalar ve akıllar bile anlamak, algılamak, çare ve çözüm bulmak için yeterli değildir. Akılsız bir şey olmaz ama, sırf akılla da bir yere varılmaz. Aklın, zekanın yolunu, önünü Nübüvvet Nurunun (Peygamberlik ışığının) aydınlatması gerekir.
İlk Müslümanlar Peygamberlik Nuru ile bakarak, anlayarak, hareket ederek yüz sene içinde, bir ucu Çin sınırına, öbür ucu Atlantik’e ve Pirene dağlarına dayanan büyük bir imparatorluk, bir medeniyet, bir cihan nizamı, bir barış kurmuşlardı.
Nübüvvet Nuru’nun kaynakları nelerdir?
: Allah’ın Kitabıdır.
ki, o da bir çeşit vahiyle oluşmuştur. Peygamber kendi kafasından, kendi hevası ile konuşmaz. Din ve dünya işleri konusunda bize ne kadar hüküm, öğüt, tavsiye, kural, emir ve yasak bıraktıysa hepsi de ilahî ilham ve vahiyledir.
Her devirde, Peygamberin vekilleri, halifeleri yaşamıştır. Onlar ‘amil alimler, kâmil şeyhler ve mürşidlerdir. Onlar Nübüvvet Nuru ile bir takım icmâ’lara ulaşmışlardır. İşte Peygamberlik ışığının üçüncü kaynağı geçmiş asırlardaki icmalardır.
Zamanımızda, İslâm’ı içinden yıkmak, Müslümanları şaşırtmak isteyen bazı münafıklar, “Öldükten sonra Peygamberin işi bitmiştir. Sünnet ve Peygamberin şahsiyetine sımsıkı bağlanmak kişiyi şirke (Allah’a ortak koşmaya) götürür. İslâm’ın tek kaynağı Kur’ân’dır, Peygamber’i bırakın…” şeklinde telkinler yapmaktadır.
Kur’ân; roman veya hikaye kitabı değildir. Müslüman Kitabullah’ı anlamak için hocalara, üstadlara, rehberlere, mürşidlere muhtaçtır. Onlar da sahih bir silsile ve icazetle Resulullah efendimize bağlı olan hakikî âlimler ve hakikî şeyhlerdir.
Zındık reformcular, “Peygamber’i putlaştırmayınız, onun işi bitmiştir, bizim söylediklerimize kulak veriniz” diyorlar. Kuş kadar aklı, böcek kadar iz’anı olan sağduyulu bir Müslüman bu gibi sözlerin ardındaki gizli mânaları keşfeder. Reformcu zındıklar kısaca şunu söylemek istiyor: “Peygamberi bırakınız, bizi takip ediniz…” Böyle konuşanlar yok mu, işte onlar çağımızın Müseylemetü’l- Kezzab’larıdır.
Biz hicrî onbeşinci asrın Müslümanları, Peygamberi görmedik. Ona nasıl iman ediyoruz? Bizi bu asırdanPeygamber asrına bağlayan nuranî iki silsile (zincir) vardır. Birincisi şeriat silsilesidir ki, kurtulmak için tek başına o yeterlidir. İkincisi tasavvuf ve tarikat silsilesidir. Kemal bulmak isteyene gereklidir.
Gerek Şeriat, gerek Tarikat-ı Tasavvuf yolunda silsilesi, icazeti olmayan kişi ne din alimi olabilir, ne de tarikat şeyhi. Çok nâdir istisnalar olmuştur, onlara üveysi meşreb denilir, kural teşkil etmezler.
Medreseler yıkılınca Şeriat ve zâhir bilgilerindeki silsile ve icazet sarsıldı. Allah kendilerinden râzı olsun, birtakım hocalar, üstadlar, rehberler, gerektiğinde canlarını feda ederek, zindanlarda çile çekerek bu yolu açık tutmaya çalıştılar.
Tarikatlar yasaklanıp tekkeler kapatılınca mânevî silsile ve icazette de kopukluklar oldu. Yine Allah kendilerinden razı olsun, mâneviyat âleminin büyükleri, büyük fedakarlıklar ve feragatlarla bu sahada hizmet verdiler.
Lakin büyük tahribat oldu.
Dinî kitaplar pazarından veya fuarından, kapakları renkli, isimleri cazip birkaç kitap almakla kişi doğru ve olgun Müslüman olamaz. Kuruntuları bırakalım ve ucu Resullerin Seyyidi olan efendimize ulaşan bir silsileye bağlı gerçek alimlere, mürşidlere bağlanalım.
Zındık reformcuların peşlerine düşenler Mevlalarını değil, belalarını bulur.
Dinî konularda rastgele kitap okumayalım.
Müslümanlar dinî konularda kendi kafalarına göre konuşmamalı; kendi re’y ve hevaları ile tartışmamalıdır. Din konusunda tartışan Müslümanlar zelil ve rezil olur.
Herkes, çok muteber, çok güvenilir bir akaid kitabı alarak dinimizin inanmaya ait hükümlerini öğrensin. Bugün öyle zırzop Müslümanlar var ki, şarkıcı Karkan’ı, futbolcu Titonescu’yu, politikacı Filancayı, manken Şirine’yi biliyor da, “Allah’ın sıfatlarını say?” sorusu karşısında dut yemiş bülbül gibi susuyor.
Akaid kitabından sonra, dinimizin din ve dünyaya ait fıkıh hükümlerini anlatan muteber güvenilir bir ilmihal alalım ve onu başucu kitabımız yapalım. Hergün, her an, her dakika ve saniye sudaki yakamozlar gibi değişip duran günlük dedikoduları bırakalım da, bizi ebedî saadete ulaştıracak din-fıkıh bilgilerini ve hükümlerini öğrenelim. Hanefî olan Hanefî ilmihali, Şafiî olan Şafiî ilmihali alsın. Mezhepsizlik, telfik-i mezahip yanlıştır.
Üçüncü ana kitabımız da İslâm’ın ahlâk ve fazilete ait hükümlerini anlatan ciddî, güvenilir, muteber bir ahlâk-tasavvuf eseri olmalıdır. Meselâ İhyau Ulumi’d-Din. İhya dört cilttir. Bunlardan biri münciyatı, yani insanı kurtaran, Cennet’e girmesine vesile olan iyi huyları anlatır. Diğer bir ciltte de mühlikâtı, yani insanı helâk eden kötü huyları açıklamaktadır.
İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Ahlâk ve tasavvuf olmadan kişi nefsiyle mücadele edemez.
Tasavvuf derken, Şeriat dairesi içinde olan tasavvufu ve tarikatı kasdediyorum.
Kibir nedir? Ondan kurtulmanın yolları ve ilaçları nelerdir? Müslüman bu konudaki bilgileri ahlâk ve tasavvuf kitaplarında bulur.Bunları öğrenmek şarttır. Yoksa, serseri mayın gibi, Müslümanlık edebiyatı yapa yapa ömrünü ziyan eder.
Hakikî şeyh, mürşid-i kâmil öyle kolay kolay bulunmaz. Ben mürşidim, herkes bana bağlansın, herkes bana para versin diyen adamlar kâmil mürşid değildir.
Tarikata girmek, bir mürşide bağlanmak nasip meselesidir. Bu nasip gelinceye kadar, geçmiş asırlarda yaşamış Peygamber vekillerinin ve halifelerinin kitaplarını almak ve içlerindeki öğütleri hayata tatbik etmek gerekir.
Âhir zamandayız, deniz çok fırtınalıdır. Bu devirde kendini kurtarmak kolay olmaz. 30 Kasım 2001Cuma