Çarşamba

 

Bazen Türkiye’de dehşetli bir kış hüküm sürerken; sımsıkı giyinmiş, paltonuza iyice sarılmış, boynunuzu atkı ile, başınızı bereyle korumuş olduğunuz halde uçağa binersiniz, diyelim Kahire’ye yahut Bombay’a gidersiniz. Orada uçaktan indiğinizde sımsıcak bir hava sarar sizi. Paltonuzu, boyun atkınızı, başlığınızı bavula koyarsınız.

İslâmiyet’in yaşandığı, gerçek Müslümanların hayata hakim olduğu bir ülkeye giriş de böyledir. Uçaktan inersiniz yahut huduttan geçersiniz, manevî bir bahar iklimi karşılar sizi. Orada her şey, insanlar, manzaralar, yazılar, yenilen içilenler, davranışlar hal lisanlarıyla İslâm, İslâm, İslâm derler.

Bavulunuzun veya çantanızın kaybolacağından korkmazsınız. Bindiğiniz taksinin şoförünün, sahtekarlık yaparak, gece tarifesi açarak yahut beşi elli göstererek sizden fazla para alması orada düşünülebilecek bir şey değildir.

Bir yeri gezerken cüzdanınızı, saatinizi, cep telefonunuzu unutursunuz, üç saat sonra dönersiniz ki hepsi yerinde duruyor, sizi bekliyor. Lokantaya gidersiniz garsonların güler yüzü, hizmeti sizi mutlu kılar, içiniz açılır. Sokaklarda yürüyen insanlar ne kadar rahat, ne kadar sakin, ne kadar cana yakın.

Mimarî ve şehircilik sizi cezb eder. İslâm şehrinde yıkık duvarlar, harap binalar, bakımsız bahçeler bile güzeldir. Camilerine gidersiniz, ezanlara, namazlara, cemaate hayran kalırsınız.

Şehirde barış, sevgi, muhabbet, anlayış hüküm sürmektedir. Sokaklardaki sahipsiz kediler, köpekler bile güvendedir orada. Mahkemelerine gidersiniz davacı, davalı, çekişen mekişen görmezsiniz. Hakimler savcılar işsizdir…

Hapishanelerini sorarsanız, boş olduklarını duyarsınız. Oradaki huzur, güven ve ulviyet kadınlardan anlaşılır. İslâm beldesinde kadınlar cinselliklerini teşhir etmezler, erkeklerin şehevî arzularını kamçılamazlar, iffet ve edep hakimdir oralarda.

Dükkanlara, çarşılara, pazarlara gidersiniz, bolluk ve berekete şaşarsınız. Her şey ucuz, satanlar az kazanıyorlar ama bereket ve refah içindeler. Tasavvuf tekkelerine gidersiniz; insanlık, Müslümanlık, olgunluk, mürüvvet neymiş görürsünüz.

Ezanlar okununca orada gayr-i Müslimler bile huşu ile dinlerler. Ezan okunurken, farz namazlar kılınırken hayat durur. Cuma günlerinin ayrı bir ruhaniyeti vardır. Minarelerden sala verilir… Ezanlar başlayınca vakur bir telaş başlar, dükkanlar, iş yerleri kapatılır, herkes ibadet yerlerine seğirtir. Mabetlerin içi dolar, son cemaat yerleri dolar, avlular bahçeler dolar, cemaat caddelere, sokaklara, meydanlara taşar.

Savaşla alınan şehirlerde hatipler minberlere kılıçla çıkar, bu kılıçlar artık savaşın değil barışın sembolleridir. Burada insan insanın kurdu değil, meleğidir.

Kapılar alışkanlıktan kapanır orada, hırsızlık yok denecek kadar azdır. İnsanlar çalmaktan ve haram yemektense ölmeyi tercih ederler. Her şeyin en büyüğü, köprülerin ve binaların en yükseği, otomobil ve cihazların en lüksü orada bulunmaz, ölçüler insan boyutlarına göredir.

Kin, nefret, düşmanlık insan olan yerde bulunur; bu şehirde kin, nefret ve düşmanlık en aşağı seviyededir. Binaenaleyh hayatı zehirlemez. Büyüklere hürmet gösterilir, küçüklere şefkat ve merhametle muamele edilir. Orada zenginlik parayla ölçülmez. Önemli olan gönül zenginliğidir.

Oradaki değerler şunlardır: İlim, irfan, kültür, marifet, hüner, sanat, ahlâk, fazilet, mürüvvet… O toplumun kerameti çocuklarından ve gençlerinden anlaşılır. On yaşındaki çocuklar büyükler kadar olgundur. Mekteplere, üniversitelere giderseniz, öğrencilerin efendilikleri, kemalleri, ciddiyetleri, edepleri karşısında hayran kalırsınız. Komşular orada birbirlerinin can dostudur. Onları çok yakın akrabalar sanırsınız. Sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşırlar, gerektiğinde hiçbir fedakarlıktan kaçınmazlar. İyi havalarda kırlara, ormanlara, dağlara, bahçelere gezmeye giderler, yerler içerler, dönüşte en ufak bir kir, çöp, çirkinlik bırakmazlar. Tertemiz bulurlar, tertemiz bırakırlar.

Avcılıktan, zevk için cana kıymaktan hiç hoşlanmazlar. Kırsal kesim tavşan, sülün, keklik doludur, dere boylarında kunduzlar, sıcak sahillerde deniz kaplumbağaları ve su hayvanları güven içinde yaşarlar ve çoğalırlar. Çocukların bir kuş yuvasını bozdukları görülmemiş ve işitilmemiştir.

Oradaki zenginler de başkadır, çok zengin oldukları halde müzeyyen evlerde oturmazlar, lüks binitlerle gezmezler, sofraları fakirlerinkinden pek farklı değildir, belki çorbanın yağı biraz fazladır, o kadar da olur.

Orada İslâm, kitaplardan ve yazılardan öğrenilmez; halden, hayattan görülür ve anlaşılır. Her yıl on binlerce yabancı turist Müslüman olarak döner ülkesine sessiz sedasız, şatafatsız. Oranın halkı acıkmadıkça sofraya oturmazlar, doymadan sofradan kalkarlar. Bu yüzden hekim azdır, hastahane azdır, eczahane azdır.

Parklarda kuşlar, ihtiyarların ellerinden yem yerler. Hava alanlarında vip salonları voktur. Devlet başkanı, öteki büyükler, valiler, kodamanlar halk içinde halkla beraber girerler çıkarlar, yaşarlar.

Bakarsınız tramvayda birisi ayakta tutunmuş yolculuk ediyor, gözünüz ısırır, hatırlayacağım, bu kimdir dersiniz, birden hatırlarsınız. Ya başbakandır, ya şehrin valisidir.

Gazeteleri, dergileri, televizyonları da bir başkadır oranın, dedikodu, fitne, fesat, nifak, şikak yoktur,

Haksız kazanç ve rant yenilmez… Ehliyeti olmayana iş ve memuriyet verilmez, maaş bağlanmaz. Başbakanın çocuğu bir işe yaramaz olduğu için boş gezer, babasının verdiği parayla geçinir, kimse aldırmaz. Can, mal, ırz, neseb güvenliği orada yüzde yüzdür.

Suç işlenmez, istisnaî olarak işlenirse faili dünyaya doğduğuna pişman olur. Kul hakkını başkaları affedemez, devlet bile. Affederse, hak sahibi affeder. Alkollü içkiden hoşlanmazlar, herifin biri şarap aramış, sekiz mahalle ötede bulabilmiş.

Orada bir takım bedbaht kadınlara “vesika verilmez” böyle bir şeyi insanlık ve kadınlık haysiyetiyle bağdaştırmazlar. Yasak değildir ama ilân ve reklamlarda genç, fıkırdak, işveli, şehvetli kadın resmi kullanılmaz, bunu yapmaya yeltenen bir firma iflas etmiş…

Orada zengin çocukları üniversiteye lüks otomobilleriyle gitmezler, fakir arkadaşlarını üzmemek ve ezmemek için… Orada evler çok süslü değildir, sofralar çok zengin değildir, binitler çok lüks değildir, orta karardır her şey… Açıkta yemek yenmez, zenginler fakirleri düşünür israf etmez, kanaatli ve mütevazı yaşarlar, artan parayı muhtaçlara dağıtırlar.

Çocukların ve ihtiyarların cennetidir o belde. İlerlemeyi, daha zengin, daha hızlı olmayı putlaştırmazlar. Gaye gönüllerin ferah olmasıdır, mutluluktur, huzurdur, barıştır, güvenliktir.

Orada rüşvet, komisyon, alavere dalavere, haram yeme kural değil istisnadır. Kural doğruluk, dürüstlük, helal kazanç; kanaat, berekettir. Ramazanlarda oruç yemek yasak değildir ama ortalıkta alenen nakz-ı siyam edene rastlayamazsınız. Tutmayanlar tutanlara hürmet ederek açıkta yiyip içmezler.

Kadınların iffetli bir şekilde giyinip dolaşmaları hakkında bir kanun yoktur lakin bütün kadınlar iffetli ve edepli bir kıyafetle sokağa çıkar. Namaz kılmak mecburî değildir, buna rağmen Müslümanların yüzde doksan beşi kılar. Farz namazlarda cemaati ihmal etmezler, hayat günde beş kez durur. Bilmem, o beldeyi anlatabildim mı? 16 Şubat 2006