Perşembe

 

Dinsiz, densiz, edepsiz bir kimsenin uluslararası bir edebiyat ödülü kazanması, dindar bir Müslüman olarak benim pek hoşuma gitmez ama adam gerçekten güçlü bir yazar ise fazla ses çıkartamam. Vasıflı ve değerli bir kitap yazmış ve ödülü hakkıyla kazanmış… Onun dinsizliğine çatabilirim, edebiyatına bir şey diyemem.

Bazı ödüller yukarıda anlattığım gibi değil. Adamın bir kere Türkçesi bozuk, rekâketli, zayıf.

Konular da şuradan buradan alınmış

. Peki, bu zat nasıl ödül kazanmış? Siyasî mahiyette demeçler vermiş, birilerinin dikkatini çekmiş, aferin almış… Ardından ödül, şöhret, bol para.

Tarih-i Kadim

şiirini yazdığı için, “Bize Batı’dan kucak kucak nur getir” diyerek Amerika’ya gönderdiği

oğlu Protestan olduğu için

Tevfik Fikret’i

sevmem. Sevmem ama onun güçlü bir şair ve edib olduğunu kabul ederim.

Bizimkinin edipliği güçlü değil, sadece

“vasat”

bir yazar. Nasıl oldu da ödül kazandı? Asıl kabahat kazananda değil, verenlerde. Edebiyata ve kültüre siyaset karıştırıyorlar, ideoloji karıştırıyorlar.

Yakın tarihte yeryüzünde bir yığın soykırım olmuş.Halen devam eden soykırımlar da var 1944’te Stalin’in emriyle bütün Kırım Tatarlarının hayvan vagonlarıyla sürülmesini dünyada kaç kişi biliyor? Zavallıların yüzde 46’sı feci şartlar altında can vermişti.

Hıristiyanlar Amerika’da

40 milyon yerli öldürdüler.

Dünyanın genel nüfusu o tarihlerde beş altı yüz milyondan ibaretti. Bu büyük, korkunç, feci soykırımı dile getirmiyorlar.

1683’teki Viyana bozgunundan bu yana Doğu Avrupa’da ve Balkanlarda milyonlarca Müslüman boğazlandı. Tarihin yüzünü kızartan nice soykırım üzerinde durmuyorlar, 1915 Ermeni tehcirini gündemde tutuyorlar.

Bir ölüm-kalım savaşı içinde olan bir devlet ve ülke düşününüz. O ülkedeki “milletlerden” biri düşman ordusunu kurtarıcı gibi karşılıyor, kendi devletine isyan ve ihanet ediyor, Müslüman vatandaşlarını öldürüyor.

Bunun üzerine devlet, o millet mensuplarını daha güvenli (düşmanla işbirliği yapmayacakları) bölgelere tehcir etmeye (sürmeye) karar veriyor. O zaman, bugün olduğu gibi motorlu vasıta yok, seyahat imkânları çok zor. Zaten savaş yüzünden bin türlü sıkıntı yaşanıyor.

Bu anlattığım

soykırım

oluyor (addediliyor) ve bunu dile getiren

edib-i nâtuvan

uluslararası ödül kazanıyor, maddeten ihya ediliyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Musevîleri akıllıca hareket ettiler. Diaspora Yahudilerinin bir kısmı

“Siyonist Lejyonlara”

katılarak Gelibolu ve Filistin cephelerinde Türklere karşı savaştı ama Osmanlı vatandaşı olanlar temkinli hareket etti.

Meselâ İzmir Musevîleri, Rumlar gibi, işgalci ve saldırgan Yunan ordusunu sevinçle karşılamadı.

1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıktığında metropolit

Hrisostomos

onları dinî törenle karşılamış ve kutsamıştı.

Kimdi bu Hrisostomos?

O bir Osmanlı vatandaşı idi, devletine ihanet etmişti.

İzmir ve Anadolu Rumları o tarihlerde “Biz Osmanlı vatandaşıyız. Türkiye bizim vatanımızdır, Osmanlı devleti bizim devletimizdir” demiş olsalardı, Yunanistan yerine Türkiye’yi samimî olarak desteklemiş bulunsalardı, bugün ülkemizde milyonlarca Rum yaşayacaktı, bir yığın facia cereyan etmemiş olacaktı.

Bugün, Türkiye’nin aleyhinde bulunduğu için yüklü ve zilli bir ödül kazanan adamı, 1919’da İzmir’de Yunan ordusunu çılgınca bir sevinç ile karşılayan, 1915’te Van’da Rus ordusuna katılarak Türk ve Müslüman vatandaşlarını katl edenlere benzetiyorum.

Bu yüzdendir ki, Türkiye halkının büyük çoğunluğu bu ödülden hiç memnun olmamış, aksine tedirginlik duymuştur.

Bugünkü Türkiye’de uluslararası ödül kazandıracak romanlar, edebiyat kitapları yazılabilir mi? Bence yazılamaz. Edebî, yazılı, kültürel lisanı böylesine sabote edilmiş bir ortamda nasıl büyük kitap yazılsın? Yeni nesiller dedelerinin mezar taşlarını bile okuyamıyor. Adam profesör olmuş, üniversitenin tarihî kapısının önünden kaç kere geçmiş ve oradaki büyük mermer kitabeyi okuyamıyor.

Türkçe değil mi o yazı?

Türkçe ama eski Türkçe. Fransızlar bundan bir, birbuçuk yüzyıl önceki yazıları okuyamıyor mu? Okuyorlar. Öyleyse bizimki niçin okuyamıyor? 1928’den önce yazılmış, basılmış Türkçe metinleri okuyamayan, bundan yüz sene önceki Türkçe edebî metinleri anlayamayan bir kimse roman yazacak ve uluslararası ödül kazanacak. Olur mu böyle şey? Bu işin içinde sakın bir dalavere, bir

orostopolluk

olmasın?

1915 Ermeni tehciri hakkında

tarih son sözünü söylememiştir. Bu konu, edebiyatçıların veya siyasetçilerin halledeceği bir mesele değildir. Dünya mülkleri, ülkeler kimsenin sonsuza kadar tapulu malı değildir. Toprakları, vatanları üzerinde yaşayan halklara emanettir. Emaneti veren Biri vardır. İstediğine verir, istediği zaman alır, başkasına verir. Hiçbir güç bunu önleyemez, değiştiremez.

Eskiden bu topraklarda Bizans devleti varmış, Hıristiyanlar yaşıyormuş. Olabilir. Onlardan önce de başkaları vardı. Bizansın vâdesi dolmuş, mülk başka bir kavme emanet edilmiştir. O kavim bu emanete hıyanet ederse, mülk ondan da geri alınacaktır.

Hıristiyanlar açsınlar Kutsal kitaplarını ve benim bu anlattığımı doğrulayan âyetleri okusunlar. Osmanlı devletinde Osmanlı vatandaşı olarak Müslümanlarla birlikte yaşayan Hıristiyanlar, selâmet ve güvenlik içinde yaşamak için mutlaka ve mutlaka devletlerine itaat etmeli, Müslümanlarla iyi geçinmeli, düşmanla işbirliği yapmamalı idi.

Bizim ödüllü edibimiz, kendi devleti, kendi milleti, kendi ülkesi aleyhinde beyanat vererek bir şeyler kazanmıştır ama kaybettikleri kazandıklarından kat kat fazladır.

Bendeniz 1915’te bir kısım Ermenilere yapılanları, bir Müslüman olarak asla doğru bulmam ve desteklemem

. Ahmet Refik beyin

“İki Komite İki Kıtal”

adlı kitabını yayınladım. Bu kitabın birinci kısmında Ermenilere yapılanlar, ikinci kısmında Ermenilerin Türklere ve Müslümanlara yaptıkları anlatılıyor.
Facia madalyonunun bir tarafını görüp ve gösterip, öbür tarafını gizlemek olmaz. Yakın tarihte bir kısım Ermeniler kumar oynamış ve kayb etmişlerdir. Keşke böyle bir kumar oynamamış ve kayb etmemiş olsalardı. Şu anda Ermenistan’ın başkenti olan

Erivan

vaktiyle bir Türk-İslâm şehri idi. Artık orada Türk yok, Müslüman yok. Camilerine kadar kazıyıp yok ettiler. 15 Aralık 2006