Pazartesi

İnsanların temel haklarından biri de öğrenmek hakkıdır. Gerçekleri, gerçeklikleri; faydalı, önemli, zarurî bilgileri bilenlerin, bunları bilmeyenlere öğretmeleri vazifeleridir.

Varoluşla, insanın nereden gelip nereye gittiğiyle, yaratılışının sebep ve gayesiyle, bu dünya üzerinde nasıl bir hayat sürülmesi gerektiği ile ilgili doğru bilgiler İslâm dini tarafından verilmektedir. Peygamberden sonra Müslümanlar bu bilgileri insanlara ulaştırmak için medreseler açmışlar, alimler yetiştirmişlerdir. Medreselere paralel olarak da bir müddet sonra tasavvuf dergahları açılmış, oralarda da insanları bilgilendirecek, aydınlatacak paralel bir eğitim verilmiştir.

Şu anda Türkiye’de milyonlarca vatandaşımız, kardeşimiz önemli ve hayatî din bilgileri konusunda cahil kalmışlardır. Bunun ana sebebi bu bilgilerin hocalarının azalmış olması, kalanların da var güçleriyle bilgilerini başkalarına, kitlelere, genç nesillere aktarmak için gereği gibi çalışmamalarıdır.

Ülkemizde zaman zaman bazı yazarlar, fikir adamları, din adamları, gazeteciler sırf düşünce ve kanaatlerinden ötürü cezalandırılmaktadır ama bunlar istisnaîdir. Memleketimizde basın, yayın hürriyeti vardır. Kitap, risale, dergi çıkartmak ruhsata, önceden izin almaya bağlı değildir. Nitekim bu serbestlikten yararlanan Hıristiyan misyonerleri, Millî Güvenlik Kurulu raporlarından öğrendiğimize göre, son bir yıl içinde sekiz milyon Türkçe İncil ve broşür bastırmışlar ve bunları halkımıza dağıtmışlardır. Şu hususu da arada arz edeyim. Matbaacı bir dostum, bu sekiz milyon rakamının çok az olduğunu, misyonerlerin gerçekte bunun birkaç misli kitapçık dağıttığını beyan etti. Sadece onun tanıdığı bir matbaacı bir tek broşürü bir milyona yakın bir adette basmış…

Peki misyonerler böylesine çalışır, Teslis inancını yaymak için en az on milyona yakın risale dağıtırken; Hazret-i İsa’yı bir peygamber değil, -hâşâ- Allah’ın oğlu, Tanrı olarak bildirirken; Müslüman bilenler, Müslüman sorumlular, Müslüman vazifeliler ne yapıyor? Maalesef bizde böyle bir faaliyet yoktur.

Biz Müslümanlar, tarihî ârıza ve kazalar dolayısıyla bedevî ve şifahî bir toplum haline gelmişizdir. Elimize para geçince lüks ve gösterişli bir hayat sürmesini, müzeyyen ve pahalı meskenlerde oturmayı, son derece lüks otomobillere binmeyi, caka satmayı, tafralanmayı, yer yüzünde gurur ve kibir ile gezmeyi biliriz ama ilâhî ve evrensel gerçekleri halkımıza, gençliğimize öğretmek için teşkilâtlanmayı, gayret etmeyi, para harcamayı bilmeyiz.

“Ben çok şükür Müslümanım, kendimi kurtaracak din ilimlerini biliyorum, yapabildiğim kadarıyla da bunları hayatıma tatbik ediyorum. Gerisi beni ilgilendirmez…” Böyle düşünmek olgun, uyanık, âlim bir Müslümana yakışır mı?

Yakın tarihimizde iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, fıkıh bilgilerini halka ve gençliğe öğretmek için birtakım büyük, fedakâr, örnek zatlar zuhur etmişler ve bin türlü yasak, eza, cefa, sıkıntı, işkenceye göğüs gererek bu yolda büyük fütuhata nail olmuşlardır.

Bunlardan biri

Bediüzzaman Said Nursi

, diğeri Silistreli

Süleyman Hilmi Tunahan

hazretleridir. Kendilerini rahmet ve minnetle anıyorum. Onlar bu milletin velinimetleridir. Bir insana yapılabilecek en büyük iyilik ona Allah’ı, Peygamberi, İslâm’ı, Kur’ân’ı, Şeriatı bildirmek ve tanıtmaktır. Çünkü bu bilgiler onu ebedî saadete, sonsuz mutluluğa götürür. Başka hiçbir iyilik bu iyiliğin yerini tutamaz. Dinde zorlama yoktur. Gayr-i müslimleri zorla Müslüman yapmaya hakkımız yoktur. Lakin Müslümanlara, Müslüman çocuklara ve gençlere dinlerini öğretmek, bilenler için bir vazifedir.

Bediüzzaman bu millete Allah’ını, Peygamberini, İslâm’ı, Kur’ân’ı, ebedî mutluluğun bilgilerini öğretmek için ne büyük sıkıntılar, işkenceler çekmiştir. Dünyaya sırt çevirmiş çok iyi bir insan olmasına rağmen ömrü sürgünde geçmiş, hapishanelerde çürütülmüş, insanlarla görüşmesine ve uzun yıllar kitap bastırmasına engel olunmuştur.

Silistreli Süleyman Efendi, bu millete dinini öğretecek hoca yetiştirmek hizmetinde akıl almaz zorluklarla, engellerle karşılaşmıştır.

Adnan Menderes devrinde, Bursa’daki düzmece Mehdi vak’ası dolayısıyla tutuklanmış,

ağır işkencelere tâbi tutulmuş bulunan o yüce zat yine de yolundan dönmemiştir. Kendisine Kütahya’da işkence edilirken acıların tesiriyle bayılmış, başından aşağı su dökmüşler, ayıltmışlar ve yine işkenceye devam etmişlerdir.

Yakın tarihimizdeki eski din büyükleri böyle çalışıyorlardı.

Peki bu devirdeki âlimler, bilenler, sorumlular, imkânı olanlar niçin gereği gibi çalışmıyor?

Beş, on, onbeş, yirmi, hatta bazen otuz ciltlik büyük din külliyatları yayınlanıyor, bunlar büyük paralara satılıyor da bunların yanında niçin iman, İslâm, Kur’ân hakikatlerini halka duyuracak küçük broşürler çıkartılıp, milyonlarca basılıp dağıtılmıyor? Yasak mı? Yasak değil. Peki niçin? Herhalde bunlarda maddî kazanç ve rant olmadığı için!

Dinsizler maalesef halkın ve gençliğin bir kısmını bozmuşlardır.

Dinsizlerle beraber çalışan reformcular ve yenilikçiler de halka yanlış fikirler aşılamaktadır. Ehl-i sünnet inancını ve fıkhını sarsmak için planlı, programlı, kasıtlı bir faaliyet vardır. Müslüman âlimler bunlara niçin cevap vermiyor?

Evet, birkaç yazı, kitap, broşür vardır bu konuda ama bunlar yeterli midir? Reformcular milyonlarca kitap ve makale bastırırken, ehl-i sünnetin birkaç bin kitapla cevap vermesi elbette yeterli olmaz.

Misyonerler on milyon kitapçık dağıtırken, Müslümanların yan gelip yatması elbette bir ihanettir.

Bizim vazifemiz dinimizi, evrensel ilâhî gerçekleri, kurtarıcı bilgileri halkın anlayacağı en güzel bir şekil ve üslupla anlatmaktır. Vazifemiz tebliğdir. Tesirini yaratmak, hidayet vermek Allah’tandır.

Bir de şu hususu bilmemiz gerekir. İslâmî kesimdeki bütün cemaatler, tarikatlar, gruplar, şubeler hep iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet için çalışmakla vazifelidir. Ben şucuyum, şuculuk için çalışırım… Ben bucuyum, buculuk için çalışırım… Ben Nurcuyum, Nurculuk için çalışırım… Ben Süleymancıyım, Süleymancılık için çalışırım…Böyle demek akıllı Müslümana yakışmaz. İman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet birdir; hepimiz var gücümüzle onlar için çalışmalıyız. Metodlar, eğitim sistemleri, meşrebler farklı olabilir ama amaç farklı olamaz.

İslâmî kesimde, kalantor Müslümanlarda binlerce, on binlerce lüks cip otomobil var, bunların her biri yüzbin dolardan az etmez. Müslümanlar evrensel kurtarıcı gerçekleri halka, gençliğe, ev kadınlarına öğretmek için sistemli bir eğitim ve yayın faaliyeti için harcama yapmıyorlar. Yapmadıkları için de bedevî zihniyetine sahip olduklarını göstermiş oluyorlar.

Yahova Şahitleri, Protestan misyonerleri, Evanjelistler, şunlar, bunlar dünyanın öteki ucundan gelip bizim vatanımızda harıl harıl çalışacaklar; bu vatanın sahibi olan Müslümanlar çalışmayacaklar…Bundan büyük rezalet olur mu?

Ne desem faydası olmaz. Yapılmasını teklif ettiğim hizmetleri ancak ve ancak vasıflı, olgun, uyanık, sorumluluk duygusuna sahip, ihlâslı, istikametli, fedakâr, feragatli, dinî hizmetlere dünyevî menfaat karıştırmayan, ücretini Allah’tan ve ahirette bekleyen âlim, zâhid, muttaki, firasetli, arif, medenî Müslümanlar yapabilir. 30 Eylül 2003