Öğrenmemek Ayıp
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Ocak 1990
Lisedeyken bir hocamız
derdi. Su anda memleketimizde sosyal, edebî, kültürel, sanatla ilgili konularda genel ve yaygın bir cehalet karanlığı hüküm sürüyor. Hem millî kimliğimizle ilgili kültür sahasında, hem de genel ve çağdaş kültür alanında gerçekten acınacak vaziyetteyiz.
Bazıları medeniyet, ilerleme denilince asfalt otoyollarını, havaalanlarını, uçakları, otomobilleri, hızlı giden lüks gemileri, betonarme bina ve meskenleri, lüks ve gösterişli ev ve büro dekorasyonunu, televizyonu, cep telefonunu düşünüyorlar. Emin olunuz ki, bunlar 19’uncu ve yirminci asırlardaki ilkel buharlı lokomotifler, yandan çarklı gemiler, borulu gramofonlar, zeplinler gibidir. Yenileri, daha modernleri çıkacak, bunlar eskiyecek, antika olacaktır.
Medeniyet din, yazılı edebî lisan, sanat, mimarlık, hukuk, adalet, güvenlik, yardımlaşma, sehircilik gibi degerlere dayalıdır.
Var da, çok yetersiz; her geçen gün de azalıyor, erozyona uğruyor.
Türkiye eşit bir dagilim olmaksızın saglıksız bir sekilde çok zenginleşti. Zenginlikle birlikte ilim, irfan, hikmet (bilgelik), insanlik, ahlâk, fazilet, karakter gelmezse; bu zenginlik hayra vesile olmaz, aksine bir sürü ser ve mahzur (sakınca) getirir. Türkiye’nin zengin sınıfları, tabakaları servet ve paralarıyla kaliteli, hayırlı, yüksek isler yapıyorlar mı? Bence yapmıyorlar, yapamıyorlar.
Gösterişe yönelik çok pahalı elbiseler, ayakkabılar. Pahalı ve lüks otomobiller, motosikletler, ceplerinde bol harçlıklar ve bir sürü serserilik. Şımarıklıkları, terbiyesizlikleri yüzünden nice cana bile kıydılar.
Son yirmi sene içinde ülkemizde bir sürü yeni zengin, türedi peydahlandı. Bunlar kazandıkları paralarla, büyük servetleriyle ne yapıyorlar? Kimileri, üyeliğinden dolayı prestij ve çevre kazanmak maksadıyla birtakım kulüplere aza olabilmek için multimilyarlar veriyor, kimisi gösteriş yapmak, caka satmak için pahalı ve lüks limuzinler ediniyor, kimisi sehrin mutena semtlerinde milyonlarca dolara mülk alıp, bunları yine milyonlarca dolar akıtarak sözde dekore ettiriyor.
Kalite, sanat, incelik, medeniyet yok. Bunları yakalamak, elde etmek o kadar kolay degildir. Önce bilmek gerek, elde etmek ondan sonra olur. Büyük bir servetle limuzin otomobil, trilyonluk villa, Brezilya graniti kapalı mutfak ve banyo elde edebilirsin ama ilim, irfan, sanat, kültür, hikmet, medeniyet, görgü, nezaket, kibarlık, manevî asalet, zarafet para ile satın alınmaz.
Bütün gazeteler ve televizyonlar böyle bir hizmeti hoş görmez. Onların bir kısmı islah etmek için degil ifsad etmek için çalışıyor. Lakin yine de birkaç gazete, birkaç televizyon böyle bir egitim isinde hizmet alabilir.
Bunca vakıf, dernek, kuruluş var. Onların bir kısmı da halki uyarma, yetiştirme, terbiye etme kampanya ve seferberliğine katılabilir.
Yüzbinlerce, milyonlarca adet görgü kitaplari, brosürleri hazirlattirilir, bastirilir, dagitilir.
Bir hizmete karsi tesekkür etmemiz, tesekküre karsi “Bir sey degil” dememiz ögretilir. Konusurken “Aha oha, ha” gibi garip sesler çikartmanin ayip oldugu ögretilebilir. Otobüslerde, uçaklarda, trenlerde, vapurlarda, camilerde cep telefonlarinin kapali tutulmasi gerektigi kafalara sokulur.
Amerika’da, zengin Avrupa ülkelerinde sigara tüketimi her geçen gün azaliyor. Bizde ise, bilhassa yabanci sigara tüketimi çogaliyor. Sigara ve alkollü içki tüketimi hakkinda propaganda yapilir, halk ve gençlik bu konuda uyarilir. Kizlara ve kadinlara karsi terbiyeli, nazik olmak geregi izah edilir. Piknik yerlerini, daglari, kirlari temiz tutmak icab ettigi, Türkiye’nin çöplügümüz degil, vatanimiz oldugu kafalara yerlestirilebilir. Ticaret, alisveris ahlâki hakkinda faydali, tesirli küçük brosürler yayinlanabilir. Daha nice isler yapilabilir. Bu arada Müslüman kardeslerime de tavsiyelerim olacaktir:
Hali vakti yerinde olan bes on zengin sanat, mimarlık, dekorasyon gibi konularda özel hocalar tutarak dersler alabilir, faydalı sohbetler yapabilirler. Nice zenginlerimizin evleri kabak gibi döşenmiştir. Niçin? Çünkü bilmiyorlar, çünkü bu konuda birikimleri yoktur.
Okullardaki Türk edebiyati dersleri yeterli degildir. Bu eksikliği telafi etmek için edebiyat dersleri alınabilir.
Bazilari bana çok gülecek,
diyecekler. Onlara ne haliniz varsa görün, kereste herifler demekten baska bir sey yapamam. Bilmemek degil, ögrenmemek ayipmis.
Simdi çoklari ne yapiyor? Misafir oldugu yerde cep telefonu çaliyor, herif pismis kelle gibi siritiyor ve cihazi cebinden çikarip konusmaya basliyor. Bu isi defalarca tekrarlayanlar var. Ne büyük kabalik, edebsizliktir bu. Böyle yapanlari hemen kapi disari atmak istiyorum.
Eline para geçen, zengin olan kimselere paranin, zenginligin, lüks otomobilin, lüks meskenin, lüks kiyafetin bir iftihar vesilesi olamayacagini anlatmak, ögretmek lazimdir. Böyle seylerle övünenler, caka satanlar solucan tiynetli, sürüngen, soytari, hokkabaz, kendini bilmez, ne oldum delisi, simarik, terbiyesiz, edebsiz, görgüsüz, ahlâksiz, karaktersiz, faziletsiz heriflerdir.
Küçük büyüge,
diyor. Bir baskasi
diye soruyor. Bir ötekisi
diye soruyor. Bu kimseler biraz Türkçe dersi alsalar iyi olmaz mi?
Eskiden bu ülkede padisahlar bile terbiyeli, görgülü, mütevazi idi.
Zamanimizda ise cahillik, görgüsüzlük, nezaketsizlik, kabalik, edebsizlik kol geziyor.
Bırtakım çok kültürlü, sehir görgüsüne sahip, hürmet edilmeye layik, zeki, zarif Müslüman hanimefendiler namaz kildiklari, Kur’an-i Azimüssani okuduklari, camiye ve türbeye gittikleri zaman baslarini örtüyor, diger zamanlarda bas açik, tesettürsüz geziyorlar. Bunlarin bazisi profesör, doçent, muallime, memuredir. Baslarini örttükleri takdirde islerinden atilacaklar, mesleklerini icra edemeyeceklerdir. Mesru mudur, degil midir; bir mazeretleri vardir. Lakin bazilarinin hiç mazereti olmadigi halde tesettürsüz gezmeleri islâmî açidan dogru mudur?
Mâlum oldugu üzere
Bu konuda, Asr-i Saâadet’ten günümüze kadar gelen çok kuvvetli bir icmâ vardir. Tesettürün farziyeti, münakasa ve müzakere edilmeyecek kadar çok kesin bir gerçektir.
Bu hanimefendilerin, hiç olmazsa zaman zaman baslarini örtmelerini beklemek hakkimizdir. Çünkü onlar kültürleri, sehirlilikleri, görgüleri, yüksek seviyeleri ile diger Müslüman hanim ve kizlara örnek ve model olma durumundadir.
Ülkemizde bir tesettür savaşı cereyan ediyor. Bir tarafta, millet çogunlugunun inançlarina, din hürriyetine karsi çikan zorba, zorlamaci, dayatmaci bir zihniyet; öteki tarafta mazlum, magdur, ne yapacagini sasirmis Müslümanlar. Büyük Müslüman kütle iki ates arasinda, âdeta örs ile çekiç arasinda kalmistir. Açik ve harbî din düsmanlari saldirip duruyor. Beri taraftan ise din sömürücüsü, münafik, dini imani para olan, nefs-i emmârelerine put gibi tapan, söhret ve riyaset için kuduran bir takim denî ve sefil mukaddesat sömürücüleri Müslümanlari bölüyor, sasirtiyor, kaz gibi yoluyor, inek gibi sagiyor.
Din düşmanları
diyorlar. Tabiî ki, yalan söylüyorlar.
Müslüman kesimin tesettür konusunda en zayif tarafi, tesettürü hayata uygulayanlarin genellikle tasra, varos, gecekondu, kirsal kesim insanlari olusudur. Halbuki
Öyle Müslüman hanimlar ve kizlar görüyoruz ki, kendine göre bir tesettüre bürünmüstür ama renk, çizgi, sekil, sanat itibariyla kalitesiz bir tesettürdür bu. Avrupa ve Amerika tahsili görmüs, eski Osmanli edeb ve görgüsüne sahip, yüksek sanat ve estetik boyutuna mâlik hanimlar tesettür konusunda elbette ortaya çok basarili uygulamalar koyacaklardir.
Öyle hanimlarimiz ve kizlarimiz var ki, maalesef hizmetçi ve besleme tesettürüne bürünüyorlar. Ben isin ser’î tarafi hususunda sahsî fikir beyan edecek ilme, ihtisasa sahip degilim. Seriat elbette kutsaldir, öncelikle onun hükmü nâfiz ve geçerlidir. Ancak, birtakim Müslüman kadin ve kizlar meslek sahibi oluyorlar, üniversitede okuyorlar, hayata atiliyorlarsa onlarin tesettürü, kültür ve sanat açisindan yüksek, zarif, sanatli bir tesettür olmalidir. Bazilari
“Efendim, biz göze batmak istemiyoruz” diyorlar.
cevabini veririz bu hanimlara. Kadin velilerden Râbiâtü’l-Adeviyye annemiz gibi dindar, takvali, saliha olanlar zaten inzivaya çekilir, evlerinde otururlar.
Yüksek tabakadan bir Müslüman hanim, tesettürün farziyetini kabul etmekle birlikte, onu hayatina tatbik edemiyorsa günaha girmis olur. Maazallah tesettürün farz oldugunu inkâr ederse durum vahimlesir. Basi açik gezen Müslüman hanim ve kizlarin böyle bir vartaya düsmemelerini temenni ve niyaz ederim.
Tesettür, kadinlarin ve kizlarin birtakim sosyal, kültürel, sanatla ilgili faaliyetlerden kopmalarina yol açmaz. Nitekim su anda onbinlerce, yüz binlerce tesettürlü doktor, mühendis, gazeteci, is sahibi hanim mevcuttur.
Kadinlar için basörtüsü neyse, hür Müslüman erkekler için de camide cemaatle namaz kılmak öyledir. Namaz kildiklari halde cemaate önem vermeyen, camiye gitmeyen Müslüman erkekler kendi irade ve ihtiyarlariyla hür Müslüman statüsünü terk etmis, köleligi seçmis olurlar. Nitekim, bugün ülkemizde bilhassa okumus ve yükselmis Müslüman tabaka cemaati terkettigi için zillete düsmüsler, kendi öz vatanlarinda sömürge yerlisi, parya, ikinci sinif vatandas, köle, zenci durumuna düsmüslerdir.
Bu yazim birtakim Müslüman hanim ve kizlari üzebilir, kendilerinden beni bagislamalarini istirham ederim. Ümmet-i Muhammed içinde bir kimsenin bu satirlari yazmasi gerekiyordu, vazife bendenize terettüp etmistir.
Allah ile ezeldeki ahd ü misaklarina, Resûl-i Kibriya efendimize ettikleri biata sâdik olan bütün Müslüman hanim ve kizlarin öncelikle tesettürün farziyetini kabul etmeleri, sonra bunun terkinin büyük günah oldugunun idraki içinde bulunmalari gerekir. Her zaman tesettürlü olamayanlarin hiç olmazsa zaman zaman, dindar halk tabakasina örnek ve model olacak sekilde zarif ve kaliteli basörtüler takinmasi da gerekir.
Bugünkü tesettür yasagi ve savaşı, hiç kimsenin şüphesi olmasin ki, Islâm ve yüce Seriat’in lehine sonuçlanacaktir. Hiçbir beserî güç ve irade Allah’a, Resûlüne, Kur’an’a karsi açtigi savasi kazanamaz. Hak yücedir ve ondan yüce baska bir sey yoktur.
1. Peygamber
İslâm’ın hayata uygulanmasında yahut yaşanmasında en büyük ve güzel örnektir. Allah’ın Resûlü olduğu için bu konuda yüzde yüz başarılı olmuştur.
2. Kur’an O’nun için
buyurmuştur.
3. Bütün insanlık O’nun ümmetidir. İman edenler “ümmet-i icâbet”, henüz iman etmemiş olanlar “ümmet-i dâvettir”.
4. Peygamber’e itaat etmek, emir ve yasaklarını tutmak, sünnetine uymak Müslümanlar için, O’nun ölümünden sonra da vâcibtir.
5. Peygamber, Allah’ın emri, vahyi, ilhamı ile insanlık için en uygun, beşerî boyutlara muvafık ilahî bir medeniyet kurmuştur.
6. Peygamber ne getirdiyse, ne söylediyse, ne yaptıysa, neyi emrettiyse, neyi yasakladıysa hep insanların, Müslümanların iyiliği, selâmeti, saâdeti için yapmıştır.
7. Peygamber, Allah’ın elçisi ve habercisi (Resûl ve nebi) olduğu, insanlara en güzel örnek ve model olma misyonu ile vazifelendirildiği için Allah tarafından günahlardan ve ayıplardan korunmuştur; ismet sıfatı ile sıfatlıdır.
8. İlk insandan, Kıyamet’ten önce doğacak son insana kadar gelip, geçmiş gelecek bütün insanlar içinde en akıllı, en firasetli, en hikmetli, en üstün insan Peygamber’dir.
9. Peygamber hikmetin (bilgeliğin) canlı sembolüdür.
10. Peygamber yeryüzüne, insanlığa güvenlik getirmiştir. Can, mal, ırz güvenliği.
11. Peygamberin getirdiği Kitab ve din, yeryüzüne ve insanlığa adaletin hâkim olması için gönderilmiştir.
12. Peygamber kadınlara en büyük hürmeti göstermiş,
“Cennet annelerin ayakları altındadır” demiştir.
13. Peygamberin dininde ve sünnetinde para ticareti, riba kesin olarak yasaktır. Üretim, helâl ticaret tevşik edilmiştir. O, “Rızkın onda dokuzu (helâl) ticarettedir” buyurmuşlardır. Başka bir hadîsinde “Allah (çalışıp çabalayıp helâl) kazananları sever” demiştir.
14. Peygamber İslâm’ı, Kur’ân’ı, insanlığı ebedî saâdete kavuşturacak Şeriat’ı tebliğ ederken insanlardan ücret istememiş, fâkirâne yaşamıştır.
15. Peygamber israfı (savurganlığı), aşırı tüketimi, lüksü, konforu yasaklamıştır. Kur’an, Allah’ın israfçıları sevmediğini buyuruyor. Peygamber müsrifler
için
buyurmuştur.
16. Peygamber parası, serveti, maddî imkânları olanların bunlarla kibirlenip gururlanmalarını, taşkınlık ve azgınlık yapmalarını, fakirlerle alay edercesine çılgın ve sorumsuz bir hayat sürmelerini yasak etmiş; onları muhtaçlara yardıma, ortahalli bir hayat sürmeye çağırmıştır.
17. Peygamber yalanı ve insanları aldatmayı yasak etmiştir.
buyurmuştur. İslâm’da, savaş hali dışında hile ve hüd’a yapılamaz.
18. Peygamber, Allah’tan getirdiği vahiyle ve yine ilahî ilham üzerine kurulu sünnetiyle emanetlere riayet edilmesini, onlara asla hıyanet edilmemesini emretmiştir. Bütün siyasetler, makamlar, mevkiler, memuriyetler birer emanettir. Bunları ehil olanlara değil de, ehil olmayanlara verenler dünyayı fesada vermiş, Hazret-i Muhammed’in getirdiği ilahî nizamın temel bir prensibine hiyanet etmiş olurlar.
19. Peygamber, insanların, kendisine tâbi olanların bedenî ve ruhî sağlıkları için
denilen prensipleri ortaya koymuştur. Bunlara uyan kimseler hastalıklardan korunur, hasta oldukları takdirde şifa bulurlar. Peygamber “Ölümden başka her derdin ilacı ve tedavisi vardır” buyurmuştur.
20. Peygamber en büyük nefs terbiyecisidir. Ona tâbi olanlar, O’nun sünnetine uyanlar nefs-i emmarelerini kontrol altına alır ve gerçek insan ve adam olurlar.
21. Peygamberi dışlamak isteyen, sünnetine uymayı dinin temel bir gereği kabul etmeyen Müslümanlar ya İslâm’ı anlamamış cahil, akılsız, firasetsiz kimselerdir, yahut da kötü niyetli, kalplerinde nifak olan kişilerdir.
22. Hazret-i Peygamber, İslâm’ı kabul etmeyen Ehl-i Kitab’ın (Hıristiyan ve Musevîlerin) dinî hürriyetlerini, kendi kimliklerini koruyarak güven içinde yaşamalarına izin ve imkân vermiştir.
23. Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olmuş her insan Kelime-i şehâdetin birinci cümlesiyle Allah ile ahd ü misak yapmış, ikinci cümlesiyle Peygamber’e biat etmiş olur.
24. Hazret-i Peygamber’in medeniyeti ve nizamı bir mâlik olma medeniyet ve nizamı değil, bir olmak medeniyeti ve nizamıdır.
25. Peygamberin getirdiği hukukta cezalandırmak esas değil, suç işlenmesini önlemek esastır.
26. Hakikî ve icazetli din âlimleri, hakikî ve kâmil şeyhler ve mürşidler Peygamberin vârisleri, vekilleri, halifeleri durumundadır. Onlara kulak veren, onların öğütlerini tutan selamet bulur.
27. Bütün mü’minler ve Müslümanlar Peygamber’in âlidir, geniş âilesinin bir ferdidir. Onun dualarından, ruhaniyetinden, bereketinden yararlanırlar.
28. Peygambere itaat etmiş olan Allah’a itaat etmiş olur; Peygamberi seven Allah’ı sevmiş olur; Peygamber’in sünnetini hayata uygulayan Allah’ın rızasını ve ebedî saâdeti kazanır.
29. Peygamber, din konusunda hevası ile kendinden konuşmaz. Kur’an böyle buyuruyor.
30. Peygamber bir keresinde ordusuyla beraber Mekke ile Medine arasındaki bir yerden geçerken yavrulu bir köpek görmüş, onun başına hemen bir nöbetçi ve koruyucu koymuş,
buyurmuştur. İşte Peygamber’in merhameti, acıması, koruması, güvenlik sağlaması…
31. Peygamber eşitlik prensibini uygulamıştır. Kureyş kabilesinden soylu bir kadın hırsızlık yapmış, bazı kimseler onun affını rica etmişlerdi. Peygamber onlara “Benim öz kızım Fatıma böyle bir suç işlemiş olsaydı, onun da elini keserdim” cevabını vermiştir.
32. Peygambere uymak, itaat etmek sadece lâfla, edebiyatla, lisanla salavat getirmekle olmaz. O’nun getirdiği Kitabullah’ı, Sünnet’ini yaşamak gerek; O’nun vârisleri ve vekilleri olan ‘âmil ulemanın, kâmil şeyhlerin öğütlerini tutmak gerek. Peygamberin ümmeti olmanın alametleri kaal ile değil hal ile anlaşılır.
33. Peygamber Müslümanlara hitaben “Siz birbirinizi sevmedikçe gerçek Müslüman olamazsınız” buyuruyor. Birbirleriyle çekişen, birbirlerine düşmanlık eden, birbirlerinin kuyusunu kazan Müslümanlar bu yaptıklarıyla Peygamber’e isyan etmiş oluyorlar.
34. Peygamber’in getirdiği din, bu dünyada dirlik ve düzeni sağlayacak, yeryüzüne güven getirecek olan “Emr-i mâruf ve nehy-i münker” yapılmasını emretmektedir. Peygamber, bu farzı terkeden bir İslâm toplumunun ilahî azaba çarpılacağını söylemiştir.
35. Dünyada birçok kılavuzluklar (hedy) vardır. Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun, Hitler’in, Mussolini’nin, Kim İl Sung’un, Pol Pot’un, Deccal’ların, Kezzab’ların… Hazret-i Muhammed’in hedyini bunlarınkiyle mukayese ediniz, aradaki farkı göreceksiniz. İslâm her konuda en doğru, en sağlıklı, en geçerli, en yararlı, en selametli ilkeler ve hükümler koymuştur.
36. Ne kadar doğru fikir, hüküm, inanç varsa; yine ne kadar iyi amel (eylem, aksiyon) ve ahlâk kuralları varsa; üçüncü olarak da ne kadar güzel şey varsa bunlar İslâm’dadır. Bunların zıddı olan yanlışlıklar, sapıklıklar, kötülükler, çirkinlikler İslâm’da yoktur. Bütün bunları Müslümanlığa ve insanlara Muhammed aleyhissalatü vesselam getirmiştir.
Türkiye’nin 10’uncu cumhurbaşkanı seçilmiş bulunuyorsunuz. Tebrik eder, hayırlı muvaffakiyetler dilerim. Aşağıda madde madde sıraladığım ve âcil çözüm bekleyen bazı önemli memleket ve devlet meselelerini dikkat nazarlarınıza sunmama müsaade buyurunuz:
(1) İnsanların en temel hakkı can emniyetidir. Ülkemizde on binden fazla faili mechul cinayet ve kayıp dosyası bulunmaktadır. Prof. Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı gibi ünlü kişilerin bile dosyaları aydınlatılmamıştır.
(2) Din ve vicdan hürriyeti, inançlarına uygun bir hayat sürebilme serbestisi ülkemizde çok kısıtlıdır. Bu hürriyetin ABD, Kanada, İngiltere, İsveç gibi ileri, medenî, demokrat ülkelerdeki seviyeye çıkartılması, Müslüman çoğunluk üzerindeki baskıların kaldırılması gereklidir.
(3) Kendilerini devletin, milletin, vatanın, hukukun, demokrasinin, temel insan haklarının ve bütün evrensel değerlerin üzerinde gören egemen azınlıklar ve egemen ideoloji sahipleri memleketin Müslüman çoğunluğunu sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci gibi görmektedir. Bu faşist zihniyetin saltanatının kaldırılmasını bekliyoruz.
(4) Başörtüsü dinî bir olgudur, siyasal bir sembol değildir. ABD, Kanada, İngiltere ve daha nice ileri, medenî, hukukun üstün olduğu Hıristiyan ülkesinde Müslüman kız öğrenciler okullara ve üniversitelere başörtüsü ile gidebildiği halde bizde birkaç yıldan beri bu konuda baskı ve terör uygulanmakta, hukuka ve demokrasiye aykırı zulümler yapılmaktadır. Bu haksızlıklar önlenmelidir.
(5) Kuzey Kore, Küba, Vietnam, Çin ve Afrika ile Amerika’daki bazı muz ve ananas cumhuriyetleri dışında hiçbir ileri, medenî, demokrat ülkede resmî ideoloji kalmamıştır. Portekiz’deki Salazarizm, İspanya’daki Frankizm, Almanya’daki Nazizm, İtalya’daki Faşizm, Rusya’daki Bolşevizm ideolojileri tarihe karışmıştır. Bizde ise ideoloji saltanatı ve hakimiyeti hâlâ devam etmektedir.
(6) Millî kimliğe yapılan baskılar durdurulmalı, tarihî devamlılığa ve hukukun üstünlüğü sistemine geçilmelidir.
(7) Yakın zamana kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan ülkemiz, birkaç yıldan beri ekmeklik buğdayının bir kısmını dışarıdan getirtmek durumuna düşürülmüştür. Yine külliyetli miktarda domuz eti ve domuz yağı ithal edilmektedir. Pirinç, nohut, fasulya, mercimek gibi temel besin maddeleri, sebze ve meyveler de ithal ediliyor. Ülke bu hale nasıl düşürülmüştür?
(8) Güney Kore otomotiv sanayiinde harikalar meydana getirir, ürettiği kaliteli otomobilleri başta ABD olmak üzere en ileri ve sanayileşmiş ülkelere büyük miktarda ihraç edip satabilirken, Türkiye bu sanayi dalında montajcılıktan öteye geçememiş; kendi yüzde yüz millî ve yerli otomobillerini üretememiş, yabancıların kalitesiz, ihraç edilemez, sadece iç piyasayı tokatlamaya mahsus geri teknolojili otomobillerini üretmiştir. Bu hıyanetin, bu aybın giderilmesi gerekmez mi?
(9) Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi Asya ülkeleri sanayi, iktisat, ticaret, ihracat, finans sahalarında büyük gelişme ve ilerleme kaydetmişler, Batı dünyasına meydan okuyacak hale gelmişlerdir. Türkiye ise bu kalkınma ve gelişmeyi yapamamış, bugünkü kötü duruma düşmüştür.
(10) Ülke, millet, devlet altından kalkamayacağı büyük iç ve dış borçlara sokulmuştur. Bütçe bunların faizini bile ödemekte zorlanmaktadır.
(11) Türk parası bitirilmiş, bir Amerikan doları 600 bin liradan fazla lira eder hale getirilmiştir.
(12) Kokuşma, rüşvet, devlet ve belediye bütçelerini hortumlama, kanunsuzluk, ihtilâs, suiistimal, emanete hıyanet korkunç boyutlara ulaşmıştır. Koskoca bankalar, kodaman adamlar tarafından soyulmakta, içleri boşaltılmakta ve bu haydutlukların faturasını millet ve devlet ödemektedir.
(13) Eğitim ve üniversiteler çok kötü vaziyettedir. Bir asırdan beri bir Türk bilgini ve aydını bile Nobel kazanamamıştır. Eğitim ve üniversiteler ülkenin, milletin, devletin, millî kimliğin emrinde ve hizmetinde değil, resmî ideolojinin ve faşist egemen azınlıkların sultası altındadır.
(14) Lisanımız, yazılı-edebî Türkçemiz yakın tarihte bir sürü suikaste ve sabotaja uğramış, millet dilsiz kalmıştır.
(15) En büyük güç olan medya kartelleşmiştir. Medyanın yüzde seksenini kontrolu altında tutan iki büyük patronun düzinelerle büyük şirketi, bankası, holdingi bulunmaktadır. Medyanın sağlığa kavuşturulması gereklidir.
(16) Bizdeki rejim lâik değildir. Bu sistem, “Devlet dini” sistemidir. Genel müdürlük seviyesinde resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı bulunan, kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan yer alan, yüz bin müftü, imam, müezzin, vaiz ve din hocasının devlet bütçesinden maaş aldığı, devletin ve rejimin bütün din işlerine karıştığı bir sisteme lâik denilmesi mümkün müdür? Bu anormallik de giderilmelidir.
(17) Din-rejim kavgası ve çatışması kaldırılmalı, devlet ile din barıştırılmalıdır.
(18) Gelir dağılımında büyük ve vahim eşitsizlikler vardır. Ülkenin balını ve kaymağını küçük bir azınlık yemektedir. İktisadın çarkları beş milyon kişi için dönmektedir. Altmış milyon halk kenara itilmiştir.
(19) Üretim, ticaret, ziraat, sanayi, ihracat, emek ikinci plana itilmiş; onların yerine faiz, rant, repo, avanta, spekülatif kazançlar ve gelirler getirilmiştir. Türkiye’nin gerileme ve çöküş sebeplerinin başında bu gelmektedir.
(20) Ülkemizde yirmi milyon işsiz var. Buna mukabil Romanya’dan, başka ülkelerden kaçak işçi getirtilip çalıştırılmaktadır.
(21) Hedonizm, lüks, israf, aşırı tüketim, gösteriş teşvik edilmiş ve toplumun ahlâkı bozulmuştur.
(22) Binlerce köy haritadan silinmiş, milyonlarca halk yerlerinden sürülmüştür.
(23) Birtakım çeteler silâh ve uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığı ile yekun olarak katrilyonlar vurmuşlardır. Uyuşturucunun helikopterlerle taşındığı resmî Meclis raporlarında zikredilmektedir.
(24) Bütün medenî, akıllı, ileri ülkelerde demiryollarına büyük önem verildiği, saatte üçyüz kilometre giden ve uçaklarla rekabet eden trenler işletildiği halde bizde demiryolları sabote edilmiş, bir asır önceki seviye ve teknikte bırakılmıştır. Bu bir hıyanet değil midir?
(25) Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde deniz taşımacılığı baltalanmıştır.
(26) Türkiye hukukun üstünlüğü sistemini, gerçek demokrasiyi; İngiltere, ABD, Kanada ve Almanya’da olduğu gibi temel ve evrensel insan haklarına hürmet ve riayet eden bir rejimi özlemektedir. İyiliklerin teşvik edilmesini, kötülüklerle mücadele edilmesini istiyoruz.
(27) Din büyük bir gerçektir. Hiçbir siyasî güç, dine karşı yaptığı mücadeleyi kazanamamıştır. Devletin ve rejimin dini ile barışması, ülke kalkınmasında ve idaresinde din gücünden faydalanması, din ve dindarlar üzerindeki baskıların kaldırılması gerekir.
(28) Ülkemizde Sabataistler denilen, zâhiren Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudi olan gizli ve esrarlı bir cemaat bulunmaktadır. Sayıca fazla olmayan, kültür ve güç itibarıyla ağırlığı büyük olan bu cemaatin içindeki bazı kişiler İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanca davranmakta, ülkede gizli bir Sabataycı saltanat kurmak istemektedir. Sabataycılar nice köşebaşlarını tutmuştur. Bazı büyük devlet adamlarının Sabataycı eşlerinin büyük ağırlığı ve tesiri vardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde eşi ve benzeri bulunmayan bu anormalliğin de düzeltilmesi gerekir.
Saygılarımla.
İslâm medreseleri kapatıldığı zaman ehlullahtan bir zat çok üzülmüş, “Ah, keşke medreselerin yerine camileri kapatmış olsaydılar. Medreseler ileride camileri açtırırdı ama ilim gidince her şey biter” buyurmuş. İlimsiz, irfansız, kültürsüz, bilgisiz islâmî hareket, islâmî kalkınma, kurtuluş olmaz. Bunu niçin anlayıp idrak edemiyoruz? Bugünkü hâfız mektepleri,
Medreseler bin küsur yıllık bir ilim geleneğini yaşatıyordu. Yerleri boş kaldı.
Caminin iki desteği vardı. Biri medreseler, diğeri tasavvuf tekkeleri. Camiler bunlardan mahrum kalınca mânen harap oldular. İslâm İslâm diyorlar. İlimsiz, irfansız, kültürsüz, sanatsız, edebsiz, medeniyetsiz islâmî hareket olur mu? İnsan biraz sarf nahiv okumakla alim, ârif, fazıl olmaz.
Bunlar zâhirî alâmetlerdir. Önemli olan içteki zenginliktir. Cami betonarme bina, mermer, çini, kubbe, tezyinat değildir. Mâmur da görünse, cemaati olmayan, güçlü hademe-i hayrata (din görevlilerine) sahip bulunmayan cami haraptır.
Peygamber’in gerçek vârisleri ve halifeleri paraya önem vermezler, hizmetlerini parayla yapmazlar, Müslümanlardan para toplamazlardı. Onların fütuhatı para gücüyle elde edilmemiştir.
Türkiye’de yetmiş binden fazla cami var. Günde üçyüzelli bin kere ezan okunuyor. Yetmiş bin değil, yediyüz bin cami olsa, şayet ilim, irfan, kültür, edeb olmazsa bu binalar fazla bir işe yaramaz.
Bilgi aksiyon haline gelmeli ki, kurtuluşa ve yükselişe sebep olsun. Kitaplarda güzel şeyler yazılıyor, bu kitaplar milyonlarca adet satılıyor, fakat içlerindeki bilgiler hayata geçirilmiyor. Ne işe yarar bunlar?
Kur’ân’da en fazla emredilen amel beş vakit namazdır. Bu farz, hadîslerle, sünnetle de te’yid edilmiştir. Bu konuda ondört asırlık güçlü bir icma vardır. Peki Müslümanların büyük kısmı, bunları bildikleri halde niçin hayatlarına uygulamazlar? Çünkü halka nasihat edecek, toplumu doğru yola sokacak, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapacak âlimler kalmamıştır. Ender birkaç istisnâ durumu değiştirmez.
Farz namazlar cemaatle eda edilmelidir.
Müslümanların ilmi, iradesi, ahlâkı, karakteri bunu anlamaya, algılamaya yetmiyor.
Nice zavallı beyinsiz var ki, hem kurtulmak istiyorlar, hem de namaza ve cemaate gereken önemi vermiyorlar. İdrakleri kâfi gelmiyor.
Namaz kılmak, cemaate katılmak o kadar zor değil. Oldukça kolay bir iştir bunlar. Bunları bile yapamayanlar nasıl olur da, daha zor, daha çetin, daha meşakkatli ve çileli işleri yapabilir?
“Biz İslâm nizamını kurmak için çalışıyoruz, şimdi namazın, cemaatin sırası mı?..” diyenlere şaşılır. Böyle düşünenlerin kalplerinde maraz vardır muhakkak.
“Bazı imamlar ehil değil. Kendilerinde namazın sıhhatini bozacak haller var…” diyenler olursa, onlara, “Efendi, bütün imamlar da böyle değil ya. Ara tara, civarındaki camilerin birinde elbette ardında namaz kılınacak biri vardır. Git ona uy” cevabını veririz.
Ehl-i sünnet Müslümanlığında, kendisindeki bid’at veya fısk imanını götürmeyen ve namazın sıhhatine mâni olmayan herkesin ardında namaz kılınacağına dair hüküm vardır.
Uyanık ve şuurlu Müslümanların para ve zenginlik fitnesinden uzak durmaları, bunlara karşı uyanık bulunmaları gerekir. Ümmet’e bunu anlatacak öğütçüler nerededir? Para sanki din iman olmuştur. Nefisler putlaştırılmıştır. İslâm’a tamamen zıt hedonist felsefe ve ahlâk kütlelere hâkim olmuştur. Lüks, konfor, israf, aşırı tüketim hayatın gayesi haline gelmiştir. Bu konuda Müslümanları çekip çevirecek, onlara nasihat edecek âlimler ve vaizler nerededir?
İslâm’a ve Ümmet’e hizmet etmek ne demektir; İslâm’ı ve Ümmet’i kendi şahsî emelleri uğrunda âlet, istihdam, istismar etmek ne demektir? Bu nazik, hayatî, önemli konuyu Müslümanlara anlatmak gerekmez mi?
İslâm dini, sadece kitap okumakla iyice öğrenilmez.
Hocalar ve önderler talebelerine ve bağlılarına yapılacak işleri anlatacaklar, emir ve nasihat verecekler, onlar da bunları hayatlarına tatbik edeceklerdir. Meselâ, onlara, ezan okununca camiye, cemaate gitmeye çalışınız denilecektir. Bu devirde böyle bir yapı ve teşkilât var mıdır?
Âlim, ârif, fazıl, ehil kimseler pek azalmış, onların yerini ehil olmayan bir sürü insan almış. Peygamber, “Siz ne haldeyseniz o şekilde idare olunursunuz” buyurmuştur. Şimdi nice cahil bu nebevî hikmeti düşünmüyor ve Müslümanların kendi hallerini islâh etmeden kurtulacaklarını, zafer bulacaklarını sanıyorlar. Arap dünyasında yetmiş seneyi aşan bir zamandan beri şiddete, ihtilâle dayalı aktivist metodlar uygulandı. Netice ne oldu? Her geçen gün daha kötü oldular. Tunus’ta tesettür yasak, namaz kılmak yasak, din ve dindarlar üzerinde büyük baskı ve zulüm var. Demek ki, Müslümanlar gevşek davranmışlar, din hükümlerini ihmal etmişler, vazifelerini yapmamışlar ve sonunda bu kötü idareye maruz kalmışlar. “Biz bu zalim idareye lâyık değiliz” diyenlere kulak asmamak gerekir. Onlar, Peygamber’den daha mı iyi bilecekler?
Sırf parayla ve palavrayla din hizmeti, islâmî fütuhat mümkün olsaydı, Türkiye Müslümanlarının şimdiye kadar kırk kere kurtulmuş olmaları gerekmez miydi? Otuz kırk senedir milyarlarca dolar hizmet parası toplandı ve bunların bir kısmı harcandı da ne oldu?
Kur’ân’da “Peygamber sizin için güzel bir örnek ve modeldir” meâlinde âyet bulunmaktadır. Bugünkü islâmî hareket Peygamber’in metoduna, sünnetine, ahlâkına uygun mudur? Din baronları Peygamber’in yolundan gidiyorlar mı?
Kur’ân’da ve hadîste, Müslümanlara, “Yapamayacağınız şeyleri söylemeyin” mealinde nasihat vardır. Birtakım din baronları bu nasihatlara kulak asıyor mu? Müslümanlar aynaya baksınlar.
Günah, isyan, tuğyan, nifak, şikak, gaflet, ihmal, tehâvün, hamiyetsizlik, mürüvvetsizlik, kin, düşmanlık, tefrika, irtibatsızlık, cahillik almış yürümüştür. Kibir, gurur, azamet, şatafat, israf, sefahat, beyinsizlik yaygın hale gelmiştir. Din sömürüsü, din düşmanlığından da kötüdür. Nasıl uyanacağız? Kendimizi nasıl düzelteceğiz?
SOVYETLER Birliği adını taşıyan sömürge imparatorluğu dağılınca, bağımsızlığını kazanan Türk ülkelerinin İslâm’a, kendi kimliklerine, tarihî devamlılıklarına dönmesi korkusu bütün Haçlı ve Siyonist Batı dünyasını sarmıştı. İstemedikleri gelişmeleri önlemek için Türkiye’deki bazı güçleri vazifelendirmişler, Türk âleminin latinliği ve lâdinliği benimsemesi için büyük dolaplar çevirmişlerdi.
Türk dünyasının bağımsızlığını kazanması Türkiye’de büyük ümitler uyandırmıştı. Büyük heyetler halinde oralara gidilmiş, nutuklar atılmış, kağıt üzerinde kalacak metinler imzalanmış, yenilmiş içilmiş, folklor gösterileri, millî danslar seyredilmiş, geleceğe ait pembe tablolar çizilmişti.
Aradan on sene geçti ve bütün hayaller yıkıldı. Rusya sömürgesi olmaktan kurtulan Türkî Cumhuriyetler şimdi yine Rusya’ya yöneliyor. Türkiye’nin kendilerine faydalı olmayacağını, Ortaasya ülkeleri için örnek ve model teşkil edemeyeceğini; ne kültür, ne iktisat, ne ticaret bakımından onlara bir şey veremeyeceğini anladılar.
Türkmen doğalgazını bile alamadık. Bu gazı Rusya’ya satacaklar, biz de Ruslar’dan birkaç misli fiyatla alacağız.
Ortada gerçekten büyük ve genel bir ihanet, ihmal, yetersizlik tablosu vardır. Türkiye’deki İslâmî hareket de, Türkistan ülkelerinde kendisine düşen vazife ve hizmetleri hakkıyla yapamamıştır. Elbette bir şeyler yapılmıştır ama bunlar yeterli midir? Yapılması gerekenlerin yanında yapılanlar yüzde kaçtır?
Birkaç asırdan beri Türk dünyasında büyük bir buhran yaşanıyor. Büyük bir coğrafî alan üzerine yayılmış olan çeşitli Türk toplulukları bir türlü mâkus talihlerini yenemiyor. Ortaasya Türkleri önce Çarlık Rusya’sının pençesine düştüler. Ardından, Çarlık rejiminden daha beter olan Sovyetler Birliği geldi. Bu sömürge sistemi de yıkıldı, onun yerine sözde bağımsız otoriter idareler kuruldu.
Kavmini, vatanını, milletini sevmek ve onlara hizmet etmek mânasında milliyetçilik elbette iyi ve zarurî bir şeydir. Lakin, asıl ismini gizleyerek Tekin Alp sahte adıyla bir Türkçülük, milliyetçilik ve Kemalistlik cereyanı geliştiren Moiz Kohen milliyetçiliği ve Türkçülüğü, Türk kavimleri ve ülkeleri için en öldürücü zehir mesâbesindedir.
Şurası kesinlikle bilinmelidir ki, İslâm düşmanlığı ile Türkçülük ve Türk milliyetçiliği asla bir arada olamaz. Türke büyük şeref ve paye veren, onun en büyük enerji kaynağı olan İslâm dinine her Türk’ün saygı göstermesi gerekir.
Tekin Alp takma adlı Moiz Kohen’in milliyetçiliğinde ve Türkçülüğünde ise “Kahrolsun Şeriat” küstahlığı ve ihaneti vardır.
Sovyet esaretinden ve Marksizm boyunduruğundan kurtulan Ortaasya Türkleri’nin İslâm kimliğine dönmemeleri için, Batı’nın telkinatıyla hareket edenler asla Türk milliyetçisi ve Türkçü olamazlar. Onlar, bilerek veya bilmeyerek, Moiz Kohen’in peşinden giden ve bindikleri dalı kesen zararlı kişilerdir.
Türkiye Türkî cumhuriyetler için iyi bir örnek ve model teşkil edebilir miydi? Siyasî, kültürel, iktisadî vahim buhranlar içinde bunalan ve bocalayan bir ülke. Yüksek ve müzmin enflasyon maddî ve mânevî bütün değerleri yıkmış bitirmiş. Kokuşma, rüşvet, suiistimal almış yürümüş. Eğitim ve üniversiteler çökmüş. Düzmece bir irtica tehlikesi bahanesiyle milletin din ve vicdan hürriyeti ayaklar altında. Başına zarif bir eşarp örttüğü için, Amerika’da tahsil görmüş Müslüman bir milletvekili Meclis’e alınmadı ve vatandaşlıktan atıldı. Ehliyetsizlik ve liyakatsizlik yaygınlaşmış. Emanetlere hıyanet ediliyor. Bütün temel müesseseler sarsılmış. Partizanlar ülkeyi arpalık gibi soyup sömürüyor. Ziraat, hayvancılık, sanayi, üretim çökmek üzere. Emek ikinci plana itilmiş; onun yerini faiz, rant, repo, avantacılık almış. Medeniyet ve kültürün en temel âleti ve vasıtası olan Türkçe özleştirile özleştirile kuşdiline çevrilmiş. Zahirde Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Museviliğin Sabataycılık koluna mensup bulunan gizli ve esrarlı bir lobi korkunç bir güce sahip olmuş… Bu durumdaki bir ülke nasıl olur da, başka coğrafyalara ve bayraklara sahip soydaşlarına önder ve örnek olabilirdi.
Ortaasya ülkelerinin İslâm’a dönmelerinden Haçlı Batı dünyası, İsrail, Hindistan ve Çin çok endişe ediyorlardı. Sovyetler Birliği yıkılınca Tacikistan’da İslâmî bir rejim kurulma imkanı belirmişti. İslâm düşmanı güçler bin türlü entrika ve müdahale ile bunu engellediler. Tacikistan’da, Stalin’i gölgede bırakan zulümler ve katliamlar yaptırdılar. Maalesef, orada Müslümanlarla çarpışırken yaralanan kızıl elemanlar ülkemizde tedavi edilmiştir.
Yirmibirinci asır Türk asrı olacaktır diyorlar. Hayal de olsa ne güzel bir şey. Lakin bu iş nasıl olacaktır? Bugünkü kafayla mı? Tekin Alp adlı Moiz Kohen’in milliyetçiliği ve Türkçülüğü ile mi?
Sovyet kolonyalizmi sırasında İslâm ve Türk düşmanı Marksist ve emperyalist sistemin terbiyesiyle yetişmiş kadrolar şu anda Türkî cumhuriyetlerin dizgin ve dümenlerine kumanda etmektedir. Türk ülkelerinde yaygın bir kokuşma vardır.
Amerika’nın, Avrupa’nın, İsrail’in istediği olmuştur. Sûrî (şeklî) bir bağımsızlıktan sonra Türkî cumhuriyetler tekrar Rus nüfuz bölgesi içine itilmekte ve çekilmektedir. Türkiye bu gidişe ancak seyirci kalmaktadır. Hariciye işlerimizi idare etmekte olan Sabataycıların umurunda mı?
Rusya, Amerika’nın ve Avrupa’nın gözyumması ile Çeçenistan’da büyük bir soykırım yürütmekte, bir milleti yoketmeye çalışmaktadır.
Putin Afganistan’daki İslâmî rejimi de açıkça tehdit etmekte, “gerekirse vururuz” demektedir. Bu konuda Batı dünyasının, Haçlıların ve Siyonistlerin teşvik görmüş olduğunda şüphe yoktur.
Medenî dünya Türk âlemini, Kafkasya ve Ortaasya ülkelerini ve kavimlerini uzun zamandan beri en ciddî şekilde incelemektedir. Bu maksatla araştırma merkezleri, arşivler, kütüphaneler kurulmuş, büyük ve güçlü uzmanlar yetiştirilmiştir. Amerika’daki ve Avrupa’daki çeşitli Hıristiyan misyoner teşkilatları onbeş-yirmi ayrı Türk lehçesiyle Kitab-ı Mukaddes, İncil tercümeleri yaptırmışlardır. Onlar için en büyük felaket Tüklerin tekrar İslâm’a sarılmalarıdır.
Marksist ideoloji ve iktidar yıkıldıktan sonra şimdi Batı medeniyeti için en büyük düşman İslâm dini ve Müslüman âlemidir. Bunda kimsenin şüphesi ve tereddüdü olmamalıdır. Bu konuda çeşitli dillerde yüzlerce kitap yayınlanmış, binlerce makale kaleme alınmıştır.
Amerikalı bir kişi, “Müfrit veya ılımlı Müslüman diye bir ayırım yapmak yanlıştır. Müslümanın müfriti de, ılımlısı da tehlikedir, zararlıdır” diye açıkça yazmıştır.
Şimdi içimizdeki ve dıştaki bütün İslâm ve Müslüman düşmanı güçler harıl harıl tedbir almakla, baltalama ve saptırma faaliyetleri yapmakla meşguldür. Bu iş için yekûn olarak milyarlarca dolar harcamayı göze almışlardır.
Papalık devreye girmiş ve Şeriatsız, fıkıhsız, Sünnetsiz, dünyevî ahkâmsız yeni ve reforme edilmiş bir İslâm türetmek için birtakım kimseleri ve cemaatleri satın almış yahut kiralamıştır.
Biz Batı Türkleri, Anadolu ve Trakya topraklarında ancak bin yıllık bir geçmişe sahibiz. Trakya’daki varlığımız o kadar bile değildir. Bizim bu topraklarda varoluşumuzun sebebi İslâm’dır. İslâm’a bağlılığımızı, Müslümanlığımızı yitirirsek, varlığımız da yok olacaktır. Diğer Türkler için de öyle…