Okur -Yazarlığımız
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Cuma
Kitap okumayan bir toplumuz. Yetmiş milyonluk nüfusumuza göre gazete ve dergi okuyanlarımız az, kitap okuyanlarımız çok az. Bizdeki okuma yazma durumunu kısaca inceleyelim:
(1) Okuma bilenler: Kalitesiz ve faydasız eğitim seferberliği sonucunda okuma bilenlerin sayısı hayli yüksektir. Ancak kuru kuruya okuma bilmek başka, kültürlü ve medenî bir toplum olmak başka şeydir.
(2) Yazma bilenler: Okumayı bilenlere nisbetle hayli azdır. Doğru dürüst, gramer ve imlâ kurallarına riayet ederek medenî, zengin ve edebî Türkçe ile yazabilenlerimiz acaba yüzde bir midir? Öyle ya, yazmaktan yazmaya fark var. Adam mektup yazıyor, acizâne yerine âcizhâne diyor. Bununki yazılı Türkçe midir?
(3) Hem okuyan hem yazan Türkiyeliler: Maşaallah şu anda İstanbul ve taşra basınında binlerce fıkra (köşe yazarı) her gün döktürüyor. Bunlar okur-yazar takımımızdır. Bir kısmının gerçekten değerli, faydalı fikrî ve edebî seviyesi yüksek yazılar yazdığını farz etsek bile bunlar yüzde kaçtır? Bence çoğunluk “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı…” cinsinden yazıyor.
(4) Peki bizde aydın var mıdır? Okur-yazar olmak başkadır, aydın olmak başka. Türkiye’de gerçek aydın olabilmek için iki kültüre iyice vakıf olmak gerekir: Birincisi millî kimlikle, millî edebiyatla, millî tarihle ilgili kültür. İkincisi dünya çapında genel kültür. Türklerin en büyük şairi Fuzulî’nin Divan’ını zevk ve haz alarak okuyamayan, evindeki özel kütüphanesinde Fuzulî Divan’ı bulunmayan Türkiyeli bir okur-yazara aydın demek mümkün müdür?
Dünyada ileri, medenî, kalkınmış, eğitimi ve üniversiteleri vasıflı ülkeler var. Onların okur-yazarları, medya mensupları, fikir ve kalem adamları, aydınları nasıl yazıyorlar? Fransızların, İngilizlerin, Almanların cümlelerine bakınız. Üzüm salkımı gibi zengin cümleler kuruyorlar. Bizde ise cümleler kiraz gibidir.Ya bir adet, yahut iki adet fikir bulunur. Kimse darılmasın ama bugünün Türk seçkinleri zekâ özürlüler, şizofrenler gibi düşünüyor ve yazıyor.
Paragraflarımız da böyle. Bir cümle bir paragraf… Fikirlerimiz basit mi basit. Tenkitlerimiz, çare ve çözümlerimiz, tekliflerimiz basit, seviyesiz… Elbette ki, istisnalar var. Lakin istisnalar kuralı bozmaz.
Türkiye halkı, Türkiye’nin yeni nesilleri planlı, programlı, maksatlı olarak cahil bırakılmış, uluslararası eğitim seviyesinin altındaki bir anti-eğitim ve anti, üniversite ile sersemletilmiş ve şaşkına çevrilmiştir.
Yazılı, zengin, edebî Türkçe yok… O olmayınca ne ilim olur, ne irfan, ne eğitim, ne üniversite, ne kültür, ne de medeniyet. İki üç yüz kelimelik sokak ve çarşı pazar Türkçesiyle ancak bugünkü kültür kadar kültür olabilir.
Liselerde tarih okutulmuyor doğru dürüst. Balığın tırmandığı kavak maval ve masallarıyla ne olacak? Resmî tarih, ideolojik tarih… Pöh! Liselerde felsefe grubu dersler de okutulup öğretilemiyor. Psikoloji, mantık, ahlâk, estetik, metafizik… Sosyoloji de yasak savma kabilinden sözde okutuluyor.
Eğitim sistemimiz bilgi ve kültür yanında ahlâk ve karakter terbiyesi verebiliyor mu?
Japonya da bizim gibi bir doğu ve Asya ülkesidir. Orada bir tek günlük gazete 14 milyon tiraj yapıyor. Biz Japonlar gibi gazete okusak bir gazetemizin günde en baz beş milyon satması gerekmez mi? 38,5 milyonluk Polonya’da haftalık haber ve yorum dergisi, Nie 780 bin tiraj yapıyor. Bizdeki en büyük haftalık dergi ise 15-20 bin satıyor. Polonyalılar kadar okusak bizim dergimizin her hafta yarım milyon satması gerekir.
Evet okumayan bir toplumuz. Sadece okumayan bir toplum muyuz? Aynı zamanda “okuyamayan” bir toplumuz. “Okusa bile okuduğunu anlamayan, anlayamayan bir toplumuz.”
“Hakikat, realite, hukuk, adalet, meşruiyet, devlet, iktidar, paradigma, hukukun üstünlüğü ilkesi, laiklik, medeniyet, kültür, zihniyet, kimlik, kişilik, estetik…” gibi kelimeler ve kavramlar kullanıyoruz. Bizleri bunlardan imtihan etseler, bu kavram ve terimler hakkında ipe sapa gelir, vasıflı, seviyeli kompozisyonlar yazmamızı isteseler acaba kaçta kaçımız geçer not alabiliriz?
Eğitim sistemimiz çürük olduğu için, medenî ve okumuş bir insan seviyesinde bilgiye ve kültüre sahip değiliz. Toplumun ahlâk ve karakter seviyesi gözümüzün önünde…
Estetik, sanat, güzellik bakımından çökmüşüz, bitmişiz, çökertilip bitirilmişiz. Şu İstanbul’un haline bakınız. Güzelim şehri korkunç bir beton yığını haline getirmişiz.
Fanatizm fanatizm fanatizm… 2000’li yıllarda biz hâlâ vatandaşları inançlarından, düşüncelerinden, görüşlerinden, tenkitlerinden dolayı cezalandırıyoruz.
Cart curt edebiyatında birinciyiz ama seksen yıldır dünya çapında bir tek fikir adamı, bir tek filozof yetiştiremedik. Bizim, kitapları belli başlı dünya dillerine çevrilen tek düşünce adamımız var mıdır? Bu toplum bir rahibe Tereza yetiştirebildi mi? Bizim Nobel veya ona benzer uluslararası ödül kazanmış bir tek edibimiz, düşünürümüz var mıdır?
Necip Fazıl boşuna yazmamış: “Gir de bir bak ülkeme, başsız başsız adamlar…”
İslâm ve Türk dünyasında bir yığın facia yaşanıyor. Her taraftan feryatlar, iniltiler geliyor. Oralara koşup giden Türk medyacıları, Türk doktorları, Türk insanseverleri, Türk Müslümanları, Türk milliyetçileri var mı?
Cumhuriyet Cumhuriyet diye diye Cumhuriyetin canına okuduk, içine ettik. Kanun kanun diye diye kanunu tepeledik. Adalet, eğitim, üniversite, medya, sanat ve fikir hayatı… Hepsine hıyanet edildi.
İslâm İslâm diye ortaya çıkanlara bakınız. Milliyetçi Türkçü geçinen bazıları…
Gökkuşağında ne kadar renk varsa, o boyalarla boyalı olanların hepsi de Atatürkçü. Maocu Atatürkçü, Stalinci Atatürkçü, Mason Atatürkçü, Moiz Kohen Tekin Alp Türkçüsü Atatürkçü, Ziya Gökalp müridi Atatürkçü, ılımlı ve light İslâmcı Atatürkçü, Sabataycı Atatürkçü, herkes Atatürkçü. Birbirine bu kadar zıt, birbirleriyle bu kadar bağdaşmaz renkler, zihniyetler, zümreler nasıl oluyor da cümbür cemaat Atatürkçü olabiliyorlar? Çözülmesi zor bir sırdır bu. Rant rant rant…
Geçenlerde vefat eden çok büyük bir iş adamını kabre garip biri indirmiş. Ölen Müslüman, kabre indiren iki kimlikli Gizli Yahudi. Nasıl oluyor bu iş? Ne kadar kafası karışık bir toplumuz biz. Esrar içinde esrar… Ülkenin ismi Türkiye ama, çok yüksek iki makama Oğuz Türklerinin geçmesi yasak. Kim koymuş bu yasağı? Belli değil…
Ülke Türkiye, lakin edebî, medenî, zengin, yazılı Türkçeye zincir vurulmuş. Olasılık, olanak, imge, simge, irdeleme, simgeleme, betik, ırlama, yırlama, düttürü müttürü… Ülkenin adı Türkiye ama Türkiye’nin gerçek tarihi okutulmuyor.
İstanbul’un göbeğinde Sultanahmet civarında, Sultan Mahmud zamanında yaptırılmış bir taşmektep binası var. Cevrî Kalfa Mektebi. Caddeye bakan tarafında iki mermer kitabe yer alıyor. Bunların ortalarındaki tuğralar kazınmış, bazı beyitleri de kazınmış. Yahu kim kazımış bunları? 1919-1922 arasında İstanbul düşman İtilaf kuvvetleri tarafından işgal edilmişti. Acaba o zaman mı kazındı? Hayır. Mütareke’de kazınmamış daha sonra CHP zamanında kazınmış. Nasıl olmuş da, Türkiyeliler kendi tarihlerini kazımışlar? Bulgaristan’da, Yunanistan’da böyle şeyler olmuş ama Türkiye’de nasıl olmuş… Şu memleketin haline bakıp da çatlamamak mümkün müdür? 22 Ağustos 2004