Ölçüler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 28 Ocak 2019
Çarşamba
Bütün lisan ve edebiyatlarda “Arkadaşını göreyim, senin nasıl bir insan olduğunu bilirim” mealinde atasözleri bulunur. Evet kişi dostlarından, arkadaşlarından, ahbaplarından bilinir ve anlaşılır.
İnsanların ne mal olduklarını anlamanın başka yolları da vardır. Bunların bazısını sayayım:
Ruh soyluluğuna sahip, cevheri kaliteli bir insan kazara içki içerse, sarhoş olduğunda kesinlikle edebsizlik, terbiyesizlik, aşırılık ve azgınlık yapmaz. Belki sendeler, dili dolaşır ama âdilik ve bayağılık çukuruna düşmez. Zaten böyle kimseler içki içmezler, onun için “kazara” dedim. Soysuz, karaktersiz, mâyesi bozuk, tahtası çürük, cevheri değersiz kişiler iki kadeh içince ortalığı birbirine katar, azar kudurur; ayıklığında çeşitli maskelerle örtmeye çalıştığı çirkinlik ve kötülüklerini ortaya koyar.
Ziya Paşa “İşret güher-i âdemi temyize mehektir…” demiştir.
Dindar ve sofu geçinenleri bu işret ölçüsü ile sınamak mümkün olmaz. Çünkü onlar genellikle alkollü içki almazlar. (Bazı İslâmcıların içki içtiklerini duyuyoruz…)
buyurulmuştur. Bir kişi namaz da kılsa, oruç da tutsa, hacca da gitse; şayet para ve maddî menfaat konularında dürüst ve doğru değilse çürük ve seviyesiz bir adamdır. Herif vâdeli senet imzalıyor, günü gelince ödemiyor, çek veriyor, karşılıksız çıkıyor, ticaret işlerine bin yalan dolan, hile, aldatmaca karıştırıyor, böyle bir alçağın namazına orucuna bakılmaz. Müslüman emin ve doğru olmakla mükelleftir.
Soylu, seviyeli, cevheri değerli adam öfkelendiği zaman bile adalet, insaf ölçülerini ayaklar altına almaz. Onun düşmanlığında bir asalet vardır. Kin, gayız, öfke hadd-i zatında kötü şeylerdir. Hasbelbeşer (insan olarak) bunlara kapılan kaliteli bir insan edebini bozmaz, haksızlık yapmaz, iftira atmaz, şirretleşmez. Soylu, değerli bir insan istese bile şirretlik yapamaz. Asalet, nezâhet sahibi kimseler çamur ve pislik savaşı yapmaz. Onlar her hal ü kârda mürüvvet sahibidir. Kişinin asaleti ve değeri, dostluğundan çok düşmanlığı ile bilinir. Evet, kaliteli düşman vardır, kalitesiz düşman vardır.
Kaliteli düşman, kalitesiz dosta müreccahtır…
İnsanların ne mal olduklarını anlamak için başka ölçüler ve kıstaslar da vardır.
Orta halli ve zengin kişiler için:
“Evinin salonunu göreyim, senin nasıl bir kimse olduğunu bilirim…” Adam Müslüman, oldukça zengin. Salonuna bakıyorsunuz, bir tek hüsn-i hat levhası, bir tek geleneksel sanat eşyası yok. Lakin otomobili lüks ve pahalı, mutfağında bulaşık makinesi, lüks bir buzdolabı var. Kasası ve kesesi dolu bu adam bir cep telefonuna bin dolar vermiştir. Peki o miktarda bir para ödeyerek niçin orijinal yazılı, nefis tezhipli, altın varaklı çerçeveli mübarek bir Hilye-i şerif levhası alıp da meskeninin en şerefli yerine asmamıştır? Böyle bir eksiklik affedilebilir mi? Sanattan anlamıyormuş, kültürü ve birikimi yetersizmiş…Böyle bahane ve mazeretler geçersizdir. Otomobile, cep telefonuna, bulaşık makinesine, yazlığa, Euroya Dolara nasıl aklı eriyorsa, bu konularda cin gibiyse; kültür, ilim, irfan, sanat, dekorasyon konusunda da ileride ve önde olmaya mecburdur. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır. Bilenlere sor ve evini bir Müslüman gibi dekore et.
Otomobili de bir insanın ahlâk, kişilik ve karakterinin aynasıdır. Öyle adamlar görüyoruz ki, lüks, gösterişli, pahalı bir otomobil sahibi olmanın kendisine değer kazandıracağını sanıyor. Vah vah… Akıllı, değerli, haysiyetli kişiler, nasıl bir arabaya ihtiyaçları varsa (maddî imkânları nisbetinde) öyle bir araba edinirler, daha lüksünü almazlar. Bugün toplumumuz bir “oto-toplum” haline gelmiştir. Bizde korkunç ve utanç verici bir otomobil cinneti hüküm sürmektedir. Ben herkes ucuz Lada’ya binsin demiyorum ama hiç lüzum ve ihtiyaç olmadığı halde en lüks, en pahalı, en gösterişli ciplere, limuzinlere binilmesini de şiddetle tenkit ediyorum. Lüks ve pahalı otomobile bağlanan yüz milyarlarca dolar sanayi, ticaret, üretim, iş ve istihdam sahalarına akıtılmış olsaydı Türkiye bugünkü bataklığa düşmezdi.
Giyimi kuşamı da bir insanın ne mal olduğunu ortaya koyar. Toplumumuz o hale gelmiştir ki, sokaklarda, meydanlarda, topluluk içinde doğru dürüst, yaşına başına uygun güzel, rabıtalı, kendisine uyacak ve yakışacak şekilde giyinmiş bir tek adam göremiyorsunuz.
Geçenlerde bir taşra şehrinden uçağa bindim. Terminal binasındaki insanlara bakıyorum. Aman ya Rabbî, tam bir festival, tam bir curcuna… Bazı kadınlar hamam anaları gibi giyinmişler. Omuzlar, sırtlar, göbekler açık. Kimisinin etleri, dar pantolonlarından neredeyse pırtlayacak…
Zengin, varlıklı orta yaşlı ve yaşlı erkekler ne acayip elbiseler giyinmişler. Kısa pantolonlar… Göbeklerini bir kat daha büyüten dar tişörtler…
Şık ve temiz takım elbise giyinmiş bir zenciyi polisler pek sıkı aradılar; içini gösteren aletlerle baktıkları yetmiyormuş gibi çantalarını didik didik ettiler. Herhalde iyi ve temiz giyimli olduğu için adamcağız göze batmıştı. (Herhalde yabancı uyrukluydu.)
Çok şık ve kibar giyimli orta yaşlı bir hanım vardı. Başına siyah ipekli siyah bir örtü örtmüş, bunu kulaklarını ve boynunu açık bırakacak şekilde ensesinden arkaya sarkıtmıştı. Elbiseleri çok sade, fakat şık idi. Bir de yine çok zarif ve şık giyimli mankene benzeyen genç bir hanım vardı.
Türkiye halkı, hele islâmî kesim renk hususunda son derece kötü bir durumdadır. Bazı tesettürlü genç hanımlar en cırtlak, en frapan, ciyak ciyak bağıran renklerde elbiselere bürünüyor. Böyle bir şey İslâm’ın ruhuna aykırıdır. Kapalı hanımların giyim kuşamları parlamayan, göze batmayan, dikkati çekmeyen sade pastel renklerde olmalıdır. Pembenin en bağıranı, mavinin bana bakın diyeni, ciğer kırmızısı, parlak mor veya eflâtun, acı mı acı bir sarı… Muhterem hatunlar siz bu renklerle faşinge mi gidiyorsunuz?
Kendilerini modacı sanan bir takım bezirganlara ne kadar teessüf edilse azdır. Giyim kuşam, tesettür konusunda Müslümanların rehberlere, kılavuzlara, yol göstericilere ihtiyacı var. Bu zatlara soruyorum: Nerdesiniz?
İnsanın ne mal olduğunu gösteren başka bir ölçü de yemek yeme şekli ve tarzıdır. Kişinin ne mal olduğu yemek yemesinden anlaşılır. Aç kurt gibi sofraya saldırıyorsa geçerli not alamaz. Kurt gibi değil, adam gibi yemek içmek gerek. 16 Eylül 2004