Olgun ve Vasıflı Müslüman Yetişsin
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazar
Dernek veya vakıf tüzüğüne yazılmış: “Kuruluşumuzun gayesi, olgun ve vasıflı insanlar yetiştirmektir…” Peki bu olgun ve vasıflı insanları nasıl yetiştirecekler? Bu konuda en ufak bir çareleri ve çözümleri bile yoktur.
Çocukluğumda hatırlıyorum. Yemekten sonra bazı ev hanımları, olmayan hizmetçiye şöyle seslenirlerdi:
-Kız Şaziye!.. Sofrayı topla, çayı hazırla, bulaşıkları yıka, her şeyi ve her yeri tertemiz yap… Ardından çıngıraklı bir kahkaha…
Bizde de bazı kişiler bu hanım gibi, olgun ve vasıflı adam yetiştirmeye çalışıyor.
-Yetişsin!.. Başüstüne ama yetişmiyor işte. Olgun ve vasıflı insan ne demektir?
Birincisi: Bilgi ve kültür boyutu. Üç dört lisan bilecek. Osmanlıca Türkçesi şart. Bugünkü arı, duru, kuru, sade suya tirit Türkçe ile vasıflı Türkiyeli olunmaz. Ayrıca yazılı İngilizce. Otel resepsiyonisti İngilizcesinin kıymeti yoktur. Bir iki Batı dili… Arapça ve Farsça… Arapça ve Farsça bilmeden iyi derecede Türkçe bilmek mümkün müdür? Güçlü bir kültürün temeli zengin lisandır. Lisanın ne kadarsa o nisbette kültürün vardır. Bugünkü birkaç yüz kelimelik sokak, çarşı pazar, medya, konuşma Türkçesiyle büyük kültür olmaz.
Bilgili ve kültürlü bir insan, yaşadığı çağda, eğitim bakımından en ileri ülkelerin liselerindeki sosyal ve edebî malumata sahip olacaktır. Mantık bilecektir. Mantık bilmeden kültürlü olmak mümkün müdür? Millî edebiyatını bilecektir. Şeyh Galib’in şiirlerini, mânâlarını anlayarak ve kıraatinden zevk ve haz alarak okuyamayan bir kişiye kültürlü Türkiyeli denilebilir mi? Âşık Veysel veya Karacaoğlan Türkçesiyle iş bitmez. Tarih bilecek… Sanat kültürüne sahip olacak… Hukuk uzmanı derecesinde değil ama kültürlü ve medenî vatandaş seviyesinde hukuk bilecek…
İkincisi: Ahlâk ve karakter terbiyesi almış olacak ve bu terbiyeyi hayata uygulayacak. Kötülüklerden kaçacak, iyi insan, iyi Türkiyeli, iyi Müslüman olacak. Türkiye’nin en iyi üniversitesini bitirmiş, dışarıda yüksek lisans ve doktora yapmış, geniş bir genel kültüre sahip. Lakin ahlâkı ve karakteri bozuk. Yalan söylüyor, haram yiyor, emanete hıyanet ediyor… Böyle bir adam işe yaramaz. İyi, olgun, vasıflı bir insanın (Türkiyeli ve Müslüman ise) mutlaka fütüvvet ahlâkına sahip olması gerekir. Nedir fütüvvet ahlâkı? Yiğitlik, mânevî bakımdan delikanlılık ahlâkıdır. Dünyanın en bilgili ve kültürlü insanı yalan söylüyorsa, insanları aldatıyorsa, paraya tapıyorsa, haram yiyorsa, tek kelime ile ahlâksız ise onun ciğeri beş para etmez.
Üçüncüsü: En geniş mânâsıyla güzel insan olmak… Güzel nedir onu bilecek, güzele taraftar olacak, kendisi de güzel olacak… Bu kavramın içine sanat tabiatıyla girer.
Evet, kuru kuruya “Olgun ve vasıflı insanlar yetiştireceğiz…” demekle iş bitmiyor. Nasıl yetiştireceksin?.. Bu yetiştirmenin çareleri ve çözümleri nelerdir?.. Olgun ve vasıflı insan, ehliyetli ve yüksek hocalar tarafından yetiştirilebilir. Hoca, rehber, üstad ehliyetli değilse yetişmez.
Sadece hoca ve üstad da kâfi değildir. Uygun bir yetiştirme eğitimi programı bulunması ve bu programın başarı ile tatbik edilmesi (uygulanması) gerekir. Son elli senedir Müslümanlar kemmiyete (kelle ve rakam sayısına, çokluğa) önem verdiler. Keyfiyet ve vasıf üzerinde durmadılar. Şu kadar çok balık yetiştirdik… Peki bu balıkların cinsini ve her birinin ağırlığını söyler misin? Bin hamsi, bir kılıç balığının yerini tutar mı? Keyfiyet ve vasıf üstünlüğünün olmadığı yerde kemmiyettin, sayı kalabalığının kıymeti olmaz. Bugünün Türkiyesinde bir Ahmed Cevdet Paşa yok…Bir Şeyhülislâm Ebussuud Efendi yok… Bir İbni Kemal yok… Bir Evliya Çelebi yok…Bir Hafız Post yok… Bir Merkez Efendi yok…
Bütün Müslüman gençler olgun ve vasıflı olsun… Bütün genç kızlar olgun ve vasıflı olsun… Başüstüne ama olmuyor işte… Oniki sene ilköğretim ve lise… Dört sene üniversite… Dört sene doktora. Yirmi sene okuyor ve elinde diplomaları hayata atılıyor. Ailesi fakir, ihtiyacı çok. Hayata atılır atılmaz, korkunç bir hırs ve iştiha ile para kazanmaya, zengin olmaya yöneliyor. Gözü paradan başka bir şey görmüyor. Zengin olacak ve o da başkaları gibi müzeyyen ve lüks meskenlere, lüks otomobillere, lüks yazlıklara, lüks giysilere sahip olacak… Çılgınlar gibi, kudurmuş gibi, materyalistler gibi para ve lüks peşinde koşuyor… Ben böyle bir Müslümanı ne yapayım? Böyle bir adama harcanan yirmi seneye ve milyarlara yazık…
Türkiye’nin ilim, irfan, mârifet, hüner, ahlâk, fazilet, hikmet, yüksek karakter, fütüvvet sahibi gerçekten, olgun, gerçekten vasıflı hizmetkârlara ihtiyacı vardır. Şu sahtekâra bakınız. Bir ara mücahid geçiniyordu, şimdi müteahhid oldu. Birtakım başkanların önünde, yağlı kemik kapabilmek için nasıl da kuyruk sallıyor.
On dokuzuncu yüzyılda İslâm dünyasında iki büyük mücahid çıktı. Biri Kafkasya’da
diğeri Cezayirde
Bu iki şahıs da şu hasletlere sahiptiler:
(1) Tarikat şeyhi idiler.
(2) Zahir ve Şeriat ilimlerini çok iyi bilen âlim kişilerdi. İlimde de icazetleri vardı.
(3) İkisi de bulundukları bölgelerde
idi, yani dünyevî bakımdan Müslümanların reisiydiler.
(4) İkisi de gerçekten, tam
bir ihlâs ile Allah için çalışmışlar ve ücret ve mükafatlarını Rabbülâlemînden beklemişlerdir. İnsanlardan dünyevî ücret istememişler ve kabul etmemişlerdir.
(5)
bir sürü çileden sonra
olan Türkiye’ye gönderilmişlerdir.
hac için Mekke-i Mükerreme’ye gittiklerinde, dünyanın her köşesinden gelen hüccac-ı kiram onu görmek istemişler ve Hazret Kâbe-i Muazzamanın damına çıkartılmıştır… Bu iki zata, diğer bütün İslâm büyüklerine ve tüm Ehl-i imana ve tevhide Allah rahmet eylesin, bizleri onların ruhaniyetlerinde gölgelendirsin.
İyi, olgun, vasıflı Müslümanlar yetişsin demekle yetişmez… Böyle kişilerin nasıl yetişeceğine dair çareler ve çözümler bulunmalı, yetiştirecek üstad ve hocalar olmalı, çareler ve çözümler hayata uygulanmalı ki, bu gibi mübarek ve muazzez zevat yetişsin… 26 Haziran 2006