Ölüm ve Âhiret
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Şubat 2019
Şu dünya üzerinde en aktüel iki hadiseden biri doğmak, diğeri ölmektir. Her doğum bir ölümün başlangıcıdır. “Sana öğüt ve nasihat olarak ölüm yetişmez mi?” buyurulmuştur. Bir adam ölümden ibret almıyorsa, onda hayır yoktur. İnsanlar ne doğumları, ne de ölümleri hususunda irade sahibi değildirler, ikisinin de tarihi önceden bilinmez.
Olgun, uyanık, şuurlu, gerçek Müslüman ölümü düşünür, ölenlerden ibret alır. Ölüm düşüncesi insanı azmaktan, kudurmaktan, isyandan alıkoyar. İnançsız bir ateist için, ölüm mutlak bir bitiştir. Binaenaleyh o, bütün zevkleri, hazları, mükafatları, nimetleri bu dünyada yaşarken elde etmek ister. Mümin, ölümün bir kalıp ve dünya değiştirmek olduğunu bilir, varlığının ölümle bitmeyeceğine inanır; ileride bir Hesap Günü olacağına, Büyük bir Mahkemede bu dünyada yaptıklarından dolayı sorguya çekileceğine, mükafat veya ceza göreceğine inanır. Hem müminim diyor, hem de ölüm sonrası alemde başına geleceklerle ilgili dikkati ve hazırlığı yok. Bu ne biçim bir mümindir? İnsanları azmaktan, kudurmaktan, zulümden, isyandan, fuhuştan alıkoyacak en büyük güç dindir; dinin ahiret inancıdır. Ahiret bir müjdedir, bir uyarıdır, bir tesellidir, bir kendine çeki düzen verme unsurudur. Din alimlerinin, tasavvuf büyüklerinin, mürşidlerin, salihlerin, ağzı laf yapan, kalemi güçlü İslâm münevverlerinin halkı, ölüm ve ahiret konusunda devamlı uyarmaları, ona nasihat etmeleri gerekir.
“İnsanlara akıllarının, kültürlerinin derecesinde hitap ediniz” kuralı mucibince her tabakadan insana, ölümü ve ahireti, anlayacağı şekilde anlatmak gerekir. Bazı Müslüman geçinenler, bu fâni dünyayı kendilerine yalancı ve sahte bir cennet haline getirmek istiyorlar.Lüks, şahane ve müzeyyen meskenler… Lüks yazlıklar… Lüks dekorasyon… Lüks binitler… Lüks ve gösterişli elbiseler… Lüks yemekler… Bunlara ağırlık verilince ahiret unutuluyor ve sonunda bir yığın yanlışlık yapılıyor, fitne ve fesat çıkıyor. Dinimizin temel öğretilerinden biri, bu dünyanın cennet olmadığıdır. Cennet başka bir alemdedir. Dünyayı kendisi için sahte ve yalancı bir cennet haline getirmek isteyenler, sapıktır, sapıktır, sapıktır.
Dünya imar edilmesin mi? Dünyada doğru düzgün bir hayat sürülmesin mi? Böyle bir şey söyleyen yok. Elbette dünya imar edilecek, elbette meskenler, binitler, elbiseler olacak, sofralar kurulacak, yenilip içilecek. Ancak bu konularda aşırıya gidilmeyecek, lükse ve israfa kaçılmayacak.
Avam (halk, aşağı tabaka): dinin ve Şeriatın çizdiği sınırları aşmamak, mutedil (ılımlı, orta yolda) olmak şartıyla, hayatlarını sürdürürler.
Havas: Bunlar seçkinler ve salihlerdir. Dünya konusunda ihtiyaçlarını, en aza, asgarî seviyeye indirirler.Bilirler ki, ihtiyaçları çoğalan kimsenin ıstırap ve sıkıntıları da çoğalır. Onlar karınları tok, sırtları pek ise, barınacakları bir damları varsa, üç beş kuruşluk bir gelire ve cep harçlığına sahiplerse şükrederler, paylaşırlar ve daha fazlasını istemezler.
Dinimizin temel prensiplerinden bir diğeri, zühd ve kanaattir. Yani dünyaya sırt çevirmek ve mütevazı yaşamak. Her hal ü kârda aklı başında, vicdanlı, insaflı, şuurlu, yararına ve zararına olan şeyleri bilen bir Müslüman; lüksten, israftan, gösterişten, sefahatten, kibirden, gururdan uzak durur. Bu hal büyük bir ahlâk ve fazilet değildir; Müslümanda olması gereken bir haslettir.
Allah’ın insana en büyük nimeti akıldır. Akıl tek başına yeterli değildir. Nice çok akıllı, çok zeki kimseler vardır ki, sapıklık, yanlışlık, azgınlık, küfür, şirk, isyan gayyâlarına düşmüşlerdir. Akıl ulu nimettir ama, ona yol gösterecek bir kılavuz gereklidir. O da, İlâhi vahiy ve Nebevî nurdur. Akıl bunların ışığında ve izinde yürürse, şereflenir ve sahibini kurtuluşa, ebedî mutluluğa götürür.
“Ben Müslümanım… İslâm yücedir… İnsanlık İslâm’la selamete kavuşur…” bu edebiyatı yapan bir kimse, sadece lafla değil haliyle, yaşayışıyla, ahlâkıyla, aksiyonuyla, davranışlarıyla, gidişatıyla da kendini belli etmelidir. İslâm, İslâm, İslâm diyor ve sonra İslâm’ın gösterdiği yolun tersine gidiyor. Bu ne biçim Müslümanlıktır?
Şu herife bakınız, lüks bir otomobile tam yüz elli bin dolar vermiş. Be musibet sen Nemrud musun, Firavun musun, Şeddat mısın? Bir Müslüman bu kadar pahalı, lüks, ihtişamlı bir binite biner mi? Müslüman, Allah’ın insanlığa en güzel örnek ve model olarak göndermiş olduğu, Muhammed el-Emîn (salat ve selam olsun O’na) Hazretlerine tâbi olan, yaşayışında elden geldiği kadar O’nu taklide çalışan kimse değil midir? O nasıl yaşamış?.. Zühd, takva, tevazu ile yaşamış. Biz O’nun kadar olamayız ama, yine de kendimizi frenlememiz, nefs-i emmaremizi, içimizdeki şeytanın azgınlıklarını dizginlememiz gerekir.
Şu kadına bakınız, saçlarını topuz yapmış, üzerine rengarenk bir Avrupa eşarbı örtmüş, deve hörgücü gibi…Kolunda tam doksan milyar liralık bir saat var. A kadın, sen çıldırdın mı? Bu ülkede bunca fakir, sefil, işsiz, aşsız vatandaş varken koluna bu kadar pahalı saati nasıl takabilirsin? Sen de hiç vicdan yok mu?
Çocuklarımıza, gençlerimize nasihat etmeliyiz; kendimize nasihat etmeliyiz. Bizim için en büyük şeref imandır. Sonra ilim, irfan, zühd, salah, takva, ahlâk, fazilet, mürüvvet… İnsanı insan yapan bunlardır, bir Müslüman bunlarla derecesini yükseltebilir. Şair “Zerduz palan vursan, eşek yine eşektir” diyor.
Dünyanın en lüks otomobili, değersiz bir adama hiçbir değer kazandırmaz. Dünyanın en değerli insanı, dünyanın en pahalı ve ihtişamlı otomobiline binse, onun da değerinde bir artış olmaz. Çok değerli bir insan, çok değersiz ve külüstür bir otomobile binse, değerinde bir azalma olmaz. Bunları bilmek ve anlamak için, çok zeki ve kültürlü olmak gerekmez ki…
Lüks evler, lüks yazlıklar, lüks mobilyalar, lüks binitler, lüks elbiseler, lüks yemek sofraları insanı gurura, kibre düşürür. Gurur ve kibir cehenneme sürükler.
İnsan topraktan yaratılmıştır, mütevazı olmalıdır.
Müslümanlar hiçbir faydası olmayan günlük dedikodularla, sudaki yakamozlar gibi bir an görünüp sonra kaybolan dalgacıklar gibi, küçük boş haberlerle ömrünü ziyan ediyor.
Ölümsüz, evrensel hikmetleri, nasihatleri en güzel, en tesirli, en güçlü bir üslupla, özlü metinler haline getirmek, bunları milyonlarca adet broşür şeklinde bastırtmak ve halkımıza, gençliğimize, hanımlarımıza dağıtmak ümmet-i Muhammed’in başını çeken kimselerin üzerine vazifedir.
“İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar” buyurulmuştur. Onları ölmeden önce uyarmak gerek. Bu hizmeti kimler yapacak? 01 Nisan 2004