Olumsuzluklar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Perşembe
Türkiye’nin menfaatine, yararına olan birçok iyi iş yapılamıyor, engelleniyor. Buna karşılık zararına olan bir sürü kötü iş yapılıyor. Bu tersliklerin birkaçını zikretmek istiyorum:
(1) Yıllardan beri topraklarımızın altında büyük miktarda petrol olduğuna, âdeta bir petrol denizi üzerinde yaşadığımıza dair rivayetler var. İlim adamları, konunun uzmanları da böyle diyor. Lakin bu petrolleri çıkartmamız önleniyor.
(2) Topraklarımız buğday yetiştirmeye müsait. Yakın zamana kadar ürettiğimiz buğday kendimize bol bol yettiği gibi, bir miktarını da dışarıya satıyorduk. Şimdi ise buğdayımız kendimize yetmiyor. Düne kadar yeterli miktarda buğday yetiştiren bu topraklar şimdi niçin yetiştiremiyor?
(3) Hayvancılığımız da öyle. Coğrafyamız hayvan besiciliğine son derece müsait ama her geçen gün bu sahada geriye gidiyoruz. Bu gerileyiş kasıtlı mı?
(4) Harp sanayiinde kullanılan çok değerli madenlere sahibiz. Ancak bunlardan gereği gibi yararlanamıyoruz. Sadece bor rezervlerimizin bile Türkiye’yi ihya edecek derecede zengin olduğu söyleniyor. Biz bu zenginlik üzerinde bin türlü sefalet ve rezalet içinde yaşıyoruz. Madenlerimizden niçin yararlanamıyoruz? Hangi güçler bizi engelliyor?
(5) Doğu ve güney komşularımızla büyük bir ticaret potansiyeline sahibiz ama bunu yapamıyoruz. Bizim Suriye, Irak, İran ile gece gündüz ticaret yapmamız gerekir ki, o bölgede yaşayan halkımız birkaç kuruş kazansın, geçimini temin etsin. Hangi esrarlı güçler bu ticareti önlüyor? Amerika’dan buğday, pirinç, yağ satın aldığımız halde niçin kapı komşularımızla, iki tarafa da yararlı olacak ticarî ilişkiler kuramıyoruz?
(6) İsrali’in iflas halindeki, kapatılması düşünülen bir devlet şirketine bir katrilyon liralık tank tamiri işi verildi. Bu iş için uluslararası bir ihale açılmadı. Bu iş Türkiye’nin lehine midir, aleyhine midir?
(7) Kokuşma Türkiye’yi bir kanser gibi sarmış vaziyettedir. Devleti, ülkeyi, halkı, Cumhuriyeti, geleceğimizi kurtarmak için bu bataklığı mutlaka kurutmamız gerekiyor. Lakin bir türlü kurutulamıyor. Kokuşmanın iradesi daha ağır basıyor. Kokuşma, gücünü ve iradesini nereden, kimlerden alıyor? Niçin o ağır basıyor?
(8) Millî eğitim sistemimiz, üniversitelerimiz bir yığın olumsuzluk, hıyanet içinde. Nice küçük ülke Nobel kazandı ama Türkiye kazanamıyor? Kültürümüz, kimliğimiz, kişiliğimiz, sanatımız, edebî-yazılı lisanımız, tarihimiz darbeleniyor, dışlanıyor, yozlaştırılıyor, erozyona uğratılıyor. Çocuklarımız, gençliğimiz iyi yetiştirilemiyor. Eğitim ve üniversite konusunda uluslararası standartların, çağdaş dünyanın çok gerisindeyiz. Eğitimi ve üniversiteleri ülke, halk, devlet için yararlı hale getirmeye yönelik bütün çareler, çözümler, teklifler, plan ve programlar dışlanıyor, baltalanıyor. Niçin, niçin, niçin?
(9) Türkiye Müslüman bir ülkedir. Millî kimliğimizde dinin büyük yeri, tesiri, rolü vardır. Türkiye’nin kurtulması, kalkınması, yücelmesi için devletin dinle barışık olması gerekir. Halbuki bizde yıllardan beri bir din-yönetim kavgası vardır. Böyle bir kavganın millet, ülke ve devlet olarak Türkiye’ye hiç bir yararı dokunmadığı görülüyor; buna rağmen kavga sürdürülüyor. Bütün medenî, kalkınmış, ileri, demokratik, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, temel insan haklarına saygılı ve riayetli ülkelerde bizdeki gibi din-sistem kavgası yoktur. Bu kavgayı kim körüklüyor?
(10) Birtakım güçler İlahiyat fakültelerindeki, İmam-Hatip okullarındaki başörtüsü yasağında direniyorlar. Dinî fakülte ve okullarda, dinin gereği olan bir kıyafeti yasaklamak laiklik değil, anti-laikliktir. Dünyaya baksınlar, hangi medenî ve hukuklu ülkede böyle bir yasak, böyle bir inat vardır. Almanya’da, İtalya’da, başka bir Hıristiyan ülkesinde rahibe yetiştiren seminerlerde, rahibeler baş açık olacaktır diyen bir şahsa ve otoriteye deli derler. Bütün medenî dünyada dindar Müslüman kız öğrenciler fakültelere istedikleri kıyafetle gidebiliyorlar da bizde niçin gidemeyeceklermiş. İngiltere’de, ailesi isterse Müslüman küçük bir kız bile ilkokula başını örterek gidiyor. Biz demokrasiyi İngilizlerden daha mı iyi biliyoruz?
Son günlerde bütün Türkiye İsrail’e tank tamiri konusunda yapılan katrilyonluk kıyak haberi ile çalkalanıyor. Millet Meclisi’nde, medyada bu konuda şiddetli tenkitler yapılıyor. Bu tank tamiri işi Türkiye’nin menfaatine midir, zararına mıdır? Zararına ise bundan vaz geçilmelidir. Millet Meclisi halk iradesinin temsil edildiği makamdır. Milletvekillerinin bu işin sonuna kadar gitmeleri gerekir. Öyle bir iki nutuk çekilecek, bir iki protesto gösterisi yapılacak, sonra vaz geçilecek; bu kadarla vekillik vazifesi hakkıyla yerine getirilmiş olmaz.
İsrail’in menfaatlerini Türkiye’nin menfaatlerinin üzerinde tutan kimseleri ben Türkiye vatandaşı olarak kabul etmem. Gitsinler İsrail vatandaşı olsunlar.
İsrail Sabataycıları Yahudi olarak kabul etmiyor ve onları otomatik olarak vatandaşlığına almıyor. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na soruldu,
şeklinde resmî cevap verildi.
Onlar da kabul etmediler. Peki Sabataycılık nedir? Müslüman değil, Yahudi de değil… İşin doğrusu şudur:
Zahirde Müslüman ve Türk görünüyorlar, bâtın itibarıyla Yahudidirler. İstanbul’da, başka şehirlerimizde gizli sinagogları vardır, hahamları vardır; oralarda toplanıp âyin yapmaktadırlar. Ayrı mezarlıkları vardır. Kimisinin Türk-Müslüman ismi yanında bir de gizli Yahudi ismi vardır. Janus gibi iki çehrelidirler.
Son saldırılar dolayısıyla İsrail’i lafla kınamak yetişmez. Laf edebiyatı ile bir şey olmaz. İsrail’i gerçekten kınıyorlarsa tank tamiri işini bozsunlar. Türkiye’nin yüce menfaatleri bunu gerektiriyor.
Terbiyesiz adamın biri “Türkiye çantada kekliktir, biz onu IMF vasıtasıyla pençemizin içine aldık, her istediğimizi yaptırırız” mealinde laflar etti. Türkiye’yi bu hale getirenler utansın.
Amerika’ya gidip, orada birtakım Musevilere büyük paralar ödeyerek temaslar kuran, çevre edinmeye çalışan bazı siyasal İslâmcılar da, Filistin meselesi hakkında acıklı edebiyat yapıyor. Onlara da güvenilmez. Zevahiri kurtarmak içindir bu feryatlar. Timsahın gözyaşlarıdır bu ağlamalar. 05 Nisan 2002