On Büyük Belâ
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Pazar
BİRİNCİ belâ, geri zekâlılık veya zekâ özürlülüğüdür. Bizdeki, doğuştan olan özürlülük cinsi değildir. Millî eğitim, toplum, medya çocukların, gençlerin, öğrencilerin zekâlarını körletmektedir. Halkın tamamı için parlak zekâlıdır diyemem ama bizde zekâ seviyesi, katsayısı yüksek olan milyonlarca çocuk, genç, insan vardır. Ne çare ki, kötü düzen, kötü toplum yapısı bunların zekâlarını dumura uğratmak için elinden geleni ardına koymamaktadır.
İKİNCİ büyük belâ, din düşmanlığıdır. Batı dünyası bu hastalığı 19’uncu asrın içinde, bilemediniz 20’nci asrın ilk çeyreğinde bitirmiş, geçirmiştir. Şimdi hiçbir medenî, ileri, hukukun üstünlüğü prensibi ile idare edilen ülkede dine ve dindarlara saldıran militan, fanatik, gözü dönmüş yarı aydınlar, yazarlar, fikir adamları yoktur. Bizde ise korkunç bir din-dinsizlik savaşı sürüyor. Halkın ezici çoğunluğunun din ve inanç hürriyeti saldırıya uğruyor. Her iş bitmiş gibi başörtülü öğrenciler okullara, üniversitelere sokulmuyor. Laiklik, çağdaşlık, uygarlık adına bir sürü zulüm, rezalet, haksızlık, fenalık yapılıyor.
ÜÇÜNCÜ büyük belâ, din sömürüsüdür. İslâm dini huzurun, saâdetin, adaletin, ahlâkın, faziletin, hikmetin, barışın, sağlıklı bir medeniyetin kaynağıdır. Lakin sözde dindar görünerek ortaya çıkan bir sürü haşarat dine hizmet perdesi altında din sömürüsü yapıyor. Din sömürüsü ne demektir? Dini ve mukaddesatı âlet ve vasıta kılarak şahsî servet, nüfuz, itibar, şöhret, saltanat elde etmektir. Din adına ortaya çıkıp da yalan söyleyen, emanetlere hıyanet eden, halkı aldatan, gayr-i meşru ve gayr-i ahlâkî yollarla halktan para toplayan adamlar din hizmetkârı olabilir mi? Onların dini imanı, para, menfaat, nefs, şöhret, itibar, makam, mevkidir.
DÖRDÜNCÜ belâ, cehalettir. Okuma yazma bilmeyen kişi basit cahildir, onun fazla zararı dokunmaz. Asıl korkulacak cahiller, cehl-i mürekkep denilen katmerli cehalete batmış olanlardır. Bunlar sözde okumuş adamlardır, diplomaları vardır ama ilimleri, irfanları, hikmetleri, iz’anları, görgüleri, vicdanları yoktur. Genel kültürleri yetersizdir. Çoğu kopya çekerek başarılı olmuşlardır. İşte böyle adamlar politikacılık, idarecilik yaptıkları takdirde bu memleket bugünkü hale gelir. Bunlardan bir alçağın pisliğini kırk âlim, akıllı, fâzıl zat temizleyemez. Demokrasiyi bu câhiller kirletmiştir.
BEŞİNCİ belâ, millet ve sistem zıtlığıdır. Bir ülkedeki siyasî düzen o ülkenin, orada yaşayan milletin, onların devletinin hizmetinde olmalıdır. Bizdeki sistem sanki halkla kavgalıdır. Bu memlekette lisana karışılmış, tarihe karışılmış; eğitim ve üniversite bir ideolojinin emrine ve hizmetine verilmiştir. Devletin, milletin, memleketin, gerçeğin, dinin üzerinde “Derin devlet” denilen ve mâhiyeti pek iyi bilinmeyen bir heyûlâ bulunmaktadır.
ALTINCI belâ, birtakım egemen ve çok güçlü azınlıkların, lobilerin dizginleri ele geçirmiş olmalarıdır. Sayıları birkaç bin kişi olan, zâhiren Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise başka bir dine ve kimliğe bağlı olan bir zümre köşe başlarını tutmuştur. Bunlar Türkiye’yi seviyorlar mı? Türkiye halkının iyiliğini, refahını, saâdetini istiyorlar mı? Hukuka, gerçek demokrasiye, temel insan haklarına taraftar mıdır?
YEDİNCİ belâ, niyetleri temiz olmayan çok kalitesiz bir medyanın ülkenin bir numaralı siyasî, sosyal, kültürel gücü haline gelmiş bulunmasıdır.
SEKİZİNCİ belâ, kokuşmanın, fesadın, çürümenin, haram yiyiciliğin toplumu sarmış olmasıdır.
DOKUZUNCU belâ, inkârcıların, gerçek düşmanlarının, millet ve devlet hâinlerinin, hırsızların, talancıların çok cesur, çok gözüpek; bunların karşısındaki namuslu, şerefli, inançlı, temiz, faziletli kişilerin ise son derece pısırık, mıymıntı, korkak, ödlek oluşlarıdır.
ONUNCU belâ, bu milletin, bu ülkenin, bu devletin lisansız kalmış oluşudur. Lisan olmayınca ne medeniyet, ne hukuk, ne terakki (ilerleme) olur.
Halkın Câhilliğinden Yararlananlar
MÜSLÜMAN kesimin uyanmasını; ilim, irfan ve kültürde ilerlemesini; vasıflı, güçlü, üstün olmasını; bilgi, aksiyon ve estetik boyutlarının gelişmesini; İslâm’ı ve çağı yakalamasını kimler istemiyor?
Ateistler, dinsizler, düşmanlar böyle bir şeyi kesinlikle istemezler. Çünkü Müslümanlar güçlendikleri, yükseldikleri, üstün hale geldikleri takdirde ülkenin idaresi onların eline geçecektir.
Dinsizlerin, inkârcıların bunu istememesini anlamak kolaydır. Fakat, bazı Müslüman baronlar da Ehl-i İslam’ın, Ümmet-i Muhammed’in vasıflı, güçlü, üstün hale gelmesini istememektedirler. İşte bunu anlamak zordur.
Bugün bazı adamlar Müslümanların saflığından, bilmezliğinden, câhilliğinden dolayı büyük saltanatlar kurmuşlardır ve büyük servetlere kavuşmuşlardır. Bu saltanatları, bu servetleri kendilerine bağlanan câhil dindarlar sâyesinde elde etmiş bulunan bu gibi kimseler hiç Müslümanların uyanmasını, onların zekâlarının gelişmesini, ufuklarının enginleşmesini, dönen dolapları anlamalarını isterler mi? Hoşafın yağının kesilmesini arzu ederler mi?
İlmi, irfanı, feraset ve fetaneti artan Müslüman soracaktır:
– Bizden toplanan milyarlarca dolar ile niçin bir “İslâmî Bilgi Bankası” kurmadınız? Niçin dokümantasyon merkezleri, stratejik araştırmalar yapmak için enstitüler tesis etmediniz?
– Çağımızın en güçlü vasıtası ve silahı medyadır da, topladığınız milyarlarca dolar yardım ve hizmet parasının bir kısmı ile niçin Türkiye’nin en büyük ve tesirli günlük gazetelerini, haftalık dergilerini, televizyon kanallarını siz kurmadınız?
– İslâm dürüstlüğü emrediyor. O halde siz İslâm adına, bir Müslüman sorumlu olarak bu kadar yalanı nasıl söyleyebiliyorsunuz? Emanetlere nasıl hıyânet edebiliyorsunuz? Vaadlerinizden nasıl dönebiliyorsunuz? Size inananları nasıl aldatabiliyorsunuz?
– Bunca dünya servetini nasıl elde ettiniz?
– İslâm dini, bütün mü’minleri kardeş ilân etmiştir ve birliğe büyük önem vermektedir. Siz Müslümanların birleşmesi için niçin çalışmıyorsunuz? Aksine, kendi şahsi emel ve çıkarlarınız için onları niçin paramparça tutmaya devam ediyorsunuz?
Velhasıl hem dinsizler, hem de din baronları Müslüman halkın ve gençliğin vasıflı, güçlü, üstün olmalarını; onların ilim, irfan, kültür sahibi bulunmalarını; bilgi, aksiyon ve estetik boyutlarının gelişmelerini istemezler.
Bizim hazretimiz uçuyor… Bizim hazretimiz en büyüktür, ötekiler küçüktür… Bizi desteklemeyen şöyle kötüdür, böyle alçaktır… Bize bol bol para verilmelidir… Baronların sloganları bunlardır.
Onlar peşlerine takılanları sevmez mi? Elbette severler. Bir mandracının ineklerini sevdiği gibi. Aynı sevgiyi dinsizler de halka karşı beslemektedir. 15 Mart 1999