Pazartesi

İyi niyetli, uyanık, temiz, şuurlu, ferasetli Müslümanlara -min gayri haddin- (Haddim olmayarak) bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum.

Birinci madde:

Elinizden geldiği kadar sadaka veriniz, iyilik yapınız. Hadîs-i şerifte “Sadaka belâları defeder” buyurulmuştur. Belâ ve musibet, geldikten sonra sadaka ile geri döndürülemez. Cebinde beş milyonu olan, bunun bir milyonunu, kendisinden daha fakir ve muhtaç birini bulup versin. Hali ve vakti yerinde olanlar sakın ola ki, sadaka vermek hususunda cimrilik ve ihmalkârlık etmesinler.

İkinci madde:

Devlet bizim devletimizdir, hepimizin devletidir. Sistem ile devleti kimse özdeşleştirmeye kalkışmasın. Devleti koruyalım. Devlet aleyhinde çalışmayalım. Sistem, düzen, rejim aksak ve bozuk olabilir. Bunların islahı için çalışalım, devlete zarar vermeyelim.

Üçüncü madde:

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri, “Bir toplum ne haldeyse o şekilde idare olunur” buyurmaktadır. Daha iyi bir idare istiyorsak, önce kendimizi islah edelim, düzeltelim. Bugünkü idareye layığız ki, başımıza gelmiştir. Kimse Hazret-i Peygamberi tekzibe kalkışmasın.

Dördüncü madde:

Sözde dindar görünen, İslâm’a hizmet edermiş gibi havalara bürünen birtakım fesatçı, münafık, yarı mühtedi herifler ve kadrolar vardır. Bunların dini imanı para, maddî çıkar, nüfuz, riyaset, şöhret, nefs-i emmarelerini tatmindir. Bu adamlar mukaddes dâvamızı mıncıklamışlar, Müslümanları çıkmaz sokaklara sokmuşlardır. Bu gibi haşarattan uzak durmak her akıllı Müslümanın boynuna borçtur. Böylelerine kanmayalım, aldanmayalım.

Beşinci madde:

Beş vakit namazı aksatanlar aksatmasınlar. Camiye, cemaate gitmeyenler, günde en az bir kere camiye gidip cemaatle namaz kılsınlar. Tevbe ve istiğfar çoğaltılsın.

Altıncı madde:

Fitne ve fesada sebebiyet verecek hiçbir menfi davranış ve hareket yapılmamalı, söz söylenmemeli, yazı kaleme alınmamalıdır.

Yedinci madde:

“Biz hâta etmeyiz, bizim kusurumuz yoktur. Bütün hatâlar bizim karşımızdakilere aittir” gibi gurur, kibir, enâniyet kokan havalar bırakılmalıdır. Biz peygamber olmadığımıza göre elbette günah işleriz, hatâ ederiz, yanlış işler yaparız. Bunları araştıralım ve düzeltmek için çalışalım.

Sekizinci madde:

Allahü Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Azimüşşan’da “Hiç şüphe yok ki, bütün mü’minler kardeştir” buyuruyor. Meşrebleri bize uymasa da, aramızda görüş ve tercih ayrılıkları bulunsa da bütün mü’minleri kardeş bilelim, onlarla kardeş olalım. Cemaat, tarikat, hizip, fırka, görüş, meşreb, metod ayrılıkları yüzünden Müslümanlara düşmanlık ve hakaret etmeyelim, onlarla ilgimizi kesmeyelim. İslâm dini, futbol klübü gibi tutulmaz. “Biz cemaatimize bakarız, biz kendi hocamıza bakarız, biz kendi hizmetlerimize bakarız, başka şeylere karışmayız” gibi kuruntular ile Ümmet-i Muhammed’den kopmak, öteki Müslümanları dışlamak doğru değildir.

Dokuzuncu madde:

Ticaretlerin en kötüsü, en çirkini, en şenii din ticaretidir. Böyle bir ticaret yapan mukaddesat bezirgânı alçakları desteklemek, onlara para vermek, onlara kul köle olmak indallah (Allah katında) büyük bir sorumluluğa yol açar. Bu gibi adamlar İslâm dâvasına ve Muhammed Ümmetine hıyanet etmişlerdir. Destekçileri, onların suç ortağıdır.

Onuncu madde:

Din hizmetleri, dâva ve tebliğ faaliyetleri Resûlullah Efendimizin, Ashab-ı Güzin efendimizin, Sâlih Seleflerin, her asırda yaşamış ihlaslı ve istikametli din büyüklerinin metodlarına göre yürütülmelidir. Paraya, menfaate, şöhrete, nefs-i emmareye, halkın rağbet ve itibarına dayalı ve hedefli din çalışmaları hederdir.

Mâneviyat Büyükleri

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmış olan, Muhyiddin Arabî hazretlerinin

Fusûsü’l-Hikem

tercümesinin önsözünde,

Şeyh-i Ekber’in tercüme-i halinde şu paragraf yer alıyor:

Muhyiddin, hudutsuz irfanına ve yüce mazhariyetlerine rağmen daima dünya sevgisinden, maddî alâyişten uzak, yüksek bir istiğna içinde dervişane bir hayat yaşamıştır. Konya’da Selçuk Sultanı tarafından kendisine bağışlanan yüz bin dirhem değerindeki bir evi, kendisinden Allah rızası için sadaka isteyen bir fakire terk etmiş,

“Benim bu evden başka bir şeyim yok, al bu da senin olsun”

diyerek evden çıkmıştır. Şam’da bulunduğu sıralarda Dimişk Eyyubî Sultanı İkinci Seyfüddin Ebûbekir’in verdiği ihsanları da fakirlere dağıtmıştır.”

(Mütercim M. Nuri Gençosman’ın kaleme almış olduğu önsözden, s. XIV)

Evet, Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam efendimizin halifeleri ve vekilleri durumunda olan gerçek âlim, kâmil mürşid, hakikî şeyh olan zatlar dünyaya iltifat etmemişler, maddî zenginliklerden uzak durmuşlar, mütevazı ve kanaatkâr yaşamışlardır. Çünkü onlar, öldüğü zaman zırhı birkaç ölçek buğday (veya arpa) mukabilinde Medineli bir Yahudi’de rehin bulunan yüce Peygamber’in vekili durumunda olduklarının idraki içindeydiler.

Ehlullah, evliyaullah, sâdıklar, mukarrebler dünya zenginliklerine talib olmamışlar, gönüllerini dünya alâyişine ve servetine kaptırmamışlardır.

Onlar nefs-i kâmile derecesine yükseldikleri için riyaset, şöhret, alkış, tantana, şaşaa, debdebe, halkın rağbet ve itibarı gibi aldatıcı ve oyalayıcı tuzaklardan da uzak kalmışlardır.

Kendilerine inanan saf ve temiz Müslümanları kaz gibi yolan, inek gibi sağan; din istihdam ve istismarıyla (sömürüsü) ile Karun gibi zengin olan, bazısı katrilyonluk servetlere mâlik olan, para saymaktan tesbih çekmeye vakit bulamayan, dinî cemaatleri banka ve holding haline çeviren habisler kendilerini İslâm büyüğü, kurtuluş rehberi gibi gösteriyorlarsa da, onlar tam aksine saptırıcı ve sapıtmış kişilerdir. Allah, böylelerinin şerlerinden Ümmet-i Muhammed’i korusun. Âmin. 15 Haziran 1999