On Temel
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Şubat 2019
CumaOn İslâmî değer, eylem ve kurum vardır ki, bunlara sahip olmadan, bunlara sahip çıkmadan, bunlarla muttasıf (sıfatlı) olmadan Müslümanların selamet bulmaları, kurtulmaları, yücelmeleri mümkün değildir. Mübarek bir Ramazan ayının sonuna yaklaştığımız şu günlerde bu on temeli hatırlatmakta yarar görüyorum:
Birincisi ihlastır. İhlas, Allah’la ilgili bütün niyetlerimizde, ibadetlerimizde, işlerimizde yüzde yüz samimî, katışıksız, sırf O’nun rızasına yönelik olmaktır. Zamanımızda çok yaygın olan din sömürüsü büyük bir ihlassızlıktır. İhlas sadece lafla olmaz. İhlaslı olmak için eğitim görmek, terbiye almak gerekir. Tafsilat için İmamı Gazalî’nin İhyâu Ulûmi’d-Din kitabının ihlas bölümüne müracaat edilebilir.
İkincisi istikamettir: İstikamet doğruluk demektir. Her Müslümana istikamet namaz gibi, oruç gibi, zekat gibi farz-ı ayındır. Müslüman Allah’la ve yaratıklarla olan bütün işlerinde, hareketlerinde, eylemlerinde, hallerinde dosdoğru olmaya mecburdur. Yamukluk; tefecilik, zina ve fuhuş yapmak ve yaptırtmak, karı satmak, adam öldürmek gibi bir günah ve suçtur. Bono imzalayıp zamanında ödemeyen, çek verip karşılıksız çıkan, ticarete yalan karıştıran, emanete hıyanet eden Müslümanlar, günde beş vakit namaza beş vakit de nafile ilave etseler, haftada iki gün nafile oruç tutsalar, dindarlık rolleri oynasalar da yamuk ve fâsık adamlardır. Şeriat “Deyn eda olunur” (borç ödenir) buyuruyor. İslâm’da borcunu ödemek farzdır. Herifin birkaç mülkü var, işler sarpa sarar, fazla sıkışırsa bunlardan birini satıp borçlarını ödemelidir. Mülkü, malı, imkânı olduğu halde terbiyesiz terbiyesiz gülerek “Ne yapalım Allah bana, ben size…” diyerek borç ödemekten kaçınanlar salih ve temiz Müslüman değil, fasık ve fâcir Müslümandır. (Şeriat katında muteber geçerli olan bir mazerete sahip olarak borcunu ödeyemeyene mühlet vermek vaciptir.)
Üçüncüsü emr-i mâruf nehy-i münker yapmaktır. Bu, çok önemli, çok hayatî, çok temel bir farzdır. Bir İslâm toplumu bu farzı külliyyen terk ederse zillete duçar olur. İlahî azaba layık olur. Emr-i marufu ve nehy-i münkeri terk edenler hakkında Peygamberimizin ağır tehditleri ve uyarıları bulunmaktadır. Bu farzı her Müslüman fiilen ve söz ile yapmaz, yapamaz. Bizzat yapmayanlar, yapanları destekler. Emr-i marufun ve nehy-i münkerin asgarî haddi, kötülüklere kalp ile buğz etmektir. Bunu da yapmayanların imanı tehlikeye girer.
Dördüncüsü beş vakit günlük namazlardır. Namaz dinin direğidir. Fert ve toplum olarak Müslümanlar namazı dosdoğru bir şekilde kılarlarsa dinlerini ayakta tutmuş olurlar. Kılmazlarsa dinlerini bizzat yıkmış olurlar. Namazı büyük ölçüde terk veya ihmal eden, hafife alan Müslüman bir toplum zillet, esaret, zulüm altında yaşamaya mahkum olur. Oruç konusunda Müslüman halkımızın durumu oldukça iyidir ama (Bu sene halkın yüzde 78’i oruç tutuyormuş) namaz konusunda durum çok kötüdür. Beş vakit namaz kılanların sayısı yüzde 10’un altına düşmüştür. Kuş kadar aklı, böcek kadar iz’anı olan Müslüman kesin bir şekilde bilir ki, namazsız kurtuluş ve selamet olmaz. Her iki dünyada…
Beşincisi büyük cihaddır. Büyük cihad insanın kendi nefsi ile, içindeki şeytanla, şehvetleriyle, ihtiraslarıyla yaptığı kutsal savaştır. Bu büyük cihad farz-ı ayndır. Bu cihadı terk eden Müslümanlar şeytanların maskarası olur. İnsan nefsi kötülükle çok emreder. Nefsiyle yaptığı savaşı kazanamamış bir Müslüman zelil ve rezil olur. Nefis parayı put haline getirtir, nefis riyaset ve şöhret için bir sürü halt yedirir. Her Müslüman nefsini en büyük düşman olarak tanımalı ve onunla yapılacak savaş hususunda Kitabullah’ın, Sünnet’in, Şeriat’ın, tasavvufun, İslam büyüklerinin öğütlerini dinlemelidir.
Altıncısı beş vakit namazdan başlamak üzere cemaattir, birlik ve beraberliktir. Cemaat rahmettir, tefrika ise azap. Müslümanların içinde birtakım meşru, izin verilmiş çeşitlilikler vardır. Bunlar zenginlik ve kolaylık kaynağıdır. Ancak bu çeşitliliklerin birliğe, cemaat olmaya mâni teşkil etmemesi gerekir. Müslümanlar çeşitlilik içinde sarsılmaz bir birlik teşkil etmelidir. Ezan okunduğu zaman, arkasında namaz kılınabilecek olan imamların bulunduğu camilere giderek cemaat halinde namaz kılınmalıdır. Camilerde cemaatçilik, hizipçilik, fırkacılık, tarikat propagandası yapılmamalıdır. Camilerde birtakım goygoycuların para toplamalarına izin verilmemelidir.
Yedincisi ilim, irfan ve kültürdür: Kur’ânımız “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor. Peygamberimiz “İlim Çin’de de olsa gidip onu tahsil ediniz, öğreniniz” buyuruyor. Müslümanların içinde yeterli sayıda âlim, ârif, kültürlü, hikmetli zatlar ve bunlardan müteşekkil kadrolar bulunmalıdır. Cahiller din ve dünya işlerine karışmamalıdır. Müslümanlar dünya çapında araştırıcılar, düşünürler, bilginler yetiştirmelidir.
Sekizincisi emanete riayettir. Bir memuriyeti, işi, vazifeyi, makamı, mevkii ehil olana vermeyip de ehil olmayan “Bizden” birine, bir yakın veya akrabaya vermek emanete hıyanettir, haramdır, cinayettir. Emanete hıyanet eden adamlar ve kuruluşlar haindir, merduttur. “Bu adam Müslüman, bu adam bizim cemaatten veya tarikatten, o halde iş ve vazife ona verilsin” demek yanlıştır. Ülke işleri, memleket işleri, toplum işleri ancak ve ancak ehil ve layık olanlara verilebilir. Müslümanlar bu konuda yakın tarihimizde çok kötü bir imtihan vermişlerdir. “Bu adam hocaefendiye çok bağlıdır, onu çok sevmektedir, bu yüzden iş ona verilsin…” Ne kadar yanlış ve yamuk düşünce. Ehil mi, layık mı, işi ve vazifeyi başarıyla yapabilecek mi, ondan ehliyetli ve liyakatlisi var mı, öncelikle bunları düşünmek gerekir.
Dokuzuncusu istişare-danışmadır. Din ve dünya işleri şûra ile halledilmelidir. Şûra her Müslümana sormak değildir. Müslümanların altı ilâ oniki olgun, tecrübeli, ehil, layık, bilgili, firasetli, birikimli kişiden müteşekkil bir şûra meclisi olmalıdır. İşler, çareler ve çözümler onlara sorulmalıdır. Din ve dünya işlerine esnaf, işportacı, taban, işçi, çiftçi karışmamalıdır. Ehliyeti olmayan doktor ve mühendis gibi okumuşlar da karışmamalıdır. Bir İslâm toplumunda söz ayağa düşerse felaketlerden kurtulmak mümkün olmaz.
Onuncusu bütün işlerde Kitabullaha, Sünnete, Şeriat ahkamına bağlı olmak; heva, heves, re’y yolundan uzak durmaktır. İnsan aklı ve ilmi ancak ve ancak Kur’ân, Sünnet va ahkam-ı şer’iyenin ışığında doğru hareket edebilir. Müslümanlar akıllı olmalıdır, akılcı olmamalıdır. 08 Aralık 2001