Önce Ahlâk ve Namus
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cumartesi
Türkiye’de çeşit çeşit zümreler var. Kimisi kendisini medenî ve çağdaş olarak ilân ve takdim ediyor, kimisi sağcı, kimisi solcu, kimisi Türkçü ve Milliyetçi, kimisi İslâmcı.
Kuru laf ve propaganda ile kimse medenî, çağdaş, Türkçü, Milliyetçi, İslâmcı olamaz. Efendi! Milliyetçi ve Türkçüyüm diyorsun ama ahlâka, millî değerlere, Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün temel ölçülerine riayet ediyor musun? İşlerden yüzde on komisyon alacak ve Türkçü, Milliyetçi olacak. Yağma yok!
Namuslu, şerefli, ahlâklı, dürüst, temiz Milliyetçiler ve Türkçüler başımın tacı olsunlar. Lakin Türkçülük ve Milliyetçilik perdesi altında yaramaz ve yamuk işler yapanlar da bizden ırak olsunlar.
Temiz, ihlaslı, ahlâklı, faziletli, istikametli, dürüst, âdil Müslümanlara ve İslâmcılara kim ne diyebilir? Lakin o câmia içinde de birtakım herifler varki, onlar da yüzde on komisyon alıyor, bir sürü pislik içinde yüzüyor. Onlara da lânet olsun!
Herifler Farmason, edebiyat yaparken mangalda kül bırakmıyorlar. Adalet, kardeşlik, eşitlik, cart curt, falan filan. Son yolsuzluk tufanında Tapınak Şövalyelerinden de nice kişi varmış. Edebiyatlarıyla uygulamaları arasında korkunç bir uçurum bulunuyor.
Medeniymişler, çağdaşmışlar, aydınlıkmışlar… Peki, bunca pisliğe niçin bulaşmışlardır öyleyse?
Demokrasi nutukları atarken gırtlakları yırtılan birtakım politika esnafının ne kadar demokrat olduklarını kendi partilerinin kongrelerinde gördük. Pişkinsüt adında bir hanım genel başkanlığa adaylığını koydu ve başına gelmeyen kalmadı. İtildi, kakıldı, konuşturulmadı, oğluna da tokat atıldı. Başına eşarp örttüğü için Meclis’ten koğulan Merve Kavakçı aleyhinde tezahürat yapanlardan biri miydi bu Pişkinsüt hanım acaba. Men dakka dukka, etme bulma dünyası.
Yolsuzluklar hakkındaki nice büyük dosya sümen altında tutulmuş, buzdolabında saklanmış, muameleye konmamıştır. Bunları muameleye koymak isteyen devlet sorumlularının önlerine büyük büyük engeller çıkartılmış. Kimbilir kaç dosya zaman aşımına uğratıldı, kaç dosya laf kanunu içine sokulup depoya kaldırıldı. Azimli bir araştırıcı çıksa da bunlarla ilgili büyük bir kitap yazsa.
Ülkemizin uyuşturucu ticaret ve trafiğinde uluslararası büyük bir merkez haline geldiğini içte ve dışta nice yetkili ağız itiraf etti ama bu konuda henüz büyük bir dosya yok ortada. Uğur Mumcu cinayetinden sonra herkes biliyor ki, uyuşturucu, silah ticareti, PKK’nın içyüzü gibi konularda fazla konuşanlar susturulur. Ölüler konuşamaz.
Uğur Mumcu, otomobiliyle havaya uçurulup param parça edildiği zaman birtakım timsahlar koşuşmuşlar, gözlerinden yalancı yaşlar akıta akıta edebiyat yapmışlardı. Aradan bunca sene geçti, cinayet aydınlandı mı? Hayır aydınlanmaz.
Birtakım iri ve güçlü politikacılar, siyaset baronları Sadettin Tantan’a korkunç bir kin besliyor. Ellerinden gelse bir kaşık suda boğarlar onu. Çünkü Tantan yolsuzlukları örtbas etmiyor, yeni yolsuzluk dosyaları hazırlatıyor.
Birtakım yolsuzlukları, büyük soygunları niçin Jandarma güçleri takip ediyor?
Bunca hengame, pislik, toz duman, tehlike çanları içinde iktidar dindar memurların yargısız şekilde işlerinden atılması için çareler arayıp duruyor. Türkiye yıkılsa onlar din düşmanlığından, İslâm fobisinden kendilerini kurtaramazlar.
Şu siyasetin haline bakınız. Fizikî ve zihnî sağlığını yitirmiş bir zatı kimse yerinden kıpırdatamıyor. Her kesimden aydınlar ve onmilyonlarca vatandaş “Yeter, çekil artık, senin sağlığın hizmet etmene elverişli değildir, bırak mevkiini!” diye feryat ediyor, haykırıyor ama onun aldırdığı yok.
Bizdeki siyasî partiler aşiret sistemi ile çalışıyor. Kabile reisi yaşadığı müddetçe başkanlık mevkiinde kalıyor. Böyle demokrasiden ne hayır gelir.
Temiz aydınlarda, temiz medyacılarda bir acz görülüyor. Gizlenen, örtbas edilen, sümen altında bekletilen, zaman aşımına uğratılan pislik dosyalarını araştırıp, bomba gibi patlatamıyorlar. Kötülüklerle savaşmak sadece polisin, adliyenin, başka resmî mercilerin işi ve vazifesi değildir. Her vatandaş, her sivil kuruluş, yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla araştırmaya, bilgi ve delil toplamaya, adalete ve hakka yardımcı olmakla mükelleftir.
Diyelim ki, bir dosya hazırlandı ve ilgili resmî makamlara verildi. Bu da yetmez. Gazete yazıları, kitaplar, broşürler yayınlayarak milleti de bundan haberdar etmek gerekir.
Sabataycı bir medya imparatorunun dosyalaları bazı kuvvetler tarafından hasıraltı ediliyordu, gazeteci ve milletvekili Nazlı Ilıcak bununla ilgili dosyaları götürüp mahkemeye verdi ve onun tutuklanmasını sağladı.
Bize karşı olan bir adam veya grup yolsuzluk ve hırsızlık yapınca feryad ü figan koparıyoruz; bizimkilerden birileri götürünce sesimiz çıkmıyor. Bu da yanlıştır, bu da kötüdür. Müslümanlara hitap ediyorum: Kureyş kabilesine mensup tanınmış ve asil bir kadın hırsızlık yaparken yakalanmış, birtakım kimseler Peygambere gelip şefaatçi olmuşlar, kadının cezalandırılmamasını istemişler. Hazret-i Muhammed (Salat ve selam olsun ona) şu cevabı vermiş: Vallahi, hırsızlık yapan benim kendi kızım Fâtıma olsa, yine cezasını veririm…
Yiyici, hortumlayıcı, yüzde on komisyon alıcı, yolsuzluk yapıcı, emanetlere hıyanet edici Müslümanların İslâm dâvasına verdikleri zararı harbî kâfirler, zamane Ebû Cehil’leri veremez.
Kokuşmasız, rüşvetsiz, hortumsuz, pisliksiz bir Türkiye istiyorsak önce kendi evimizin, kendi kapımızın önünü temizlemekle mükellefiz. Karşıtlarımız dibi kara tencere de biz nasılız acaba?
Sahte bir Türkçü haykırıyor: Ya bu vatanı, bu ülkeyi sev, ya da terk et!.. Ne güzel söz. Lakin insan sevdiği vatanını, ülkesini, halkını soyar mı? Yüzde on komisyon alır mı?
Elbette ki, bütün Türkçüler ve Milliyetçiler böyle değil ama bazıları var ki, şerlerine lânet. Nice Türkçü ve Milliyetçi dostum büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü içinde yaşıyor.
Laik, çağdaş, uygar, Türkçü, Milliyetçi, İslâmcı, şucu, bucu… hangi kesime, ideolojiye mensup olurlarsa olsunlar ahlâk, fazilet, bilgelik konusunda müsbet olmaya mecburdurlar.
Kendi ülkesini, kendi halkını kendi devletini soyan kimseler ve zümreler en büyük düşmandır. Türkiye böyle adamlar yüzünden bugünkü hale geldi. 06 Mayıs 2001