Önce İtikad, İlmihal, Ahlâk
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Bazı zamane Müslümanlarının garip halleri var. Ehliyetli, icazetli, güvenilir İslâm ulemasının kitaplarına rağbet göstermiyor, iltifat etmiyorlar da yeni mühtedilerin (sonradan Müslüman olmuşların) kitaplarına, makalelerine, fikir ve görüşlerine aşırı ilgi gösteriyorlar.
Birtakım İslâmcı yayınevleri, mühtedi yazarların kitaplarına, onların Müslüman olduktan sonra aldıkları isimleriyle değil, eski isimleriyle ad koyuyor. Müslüman ismiyle basılırsa çok satılmıyormuş.
Nerede bir zındık, mezhepsiz, ehl-i sünnet dışı yazar ve düşünür varsa kitapları kapış kapış satılıyor. Bunları sadece dinden uzak kişiler değil, modern Müslümanlar da alıyor.
Müslümanlar itikadlarını ve ilmihallerini mutlaka ehliyetli din âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenmelidir.
Tefsirlere gelince: Piyasada otuz tefsir varsa, bunların yirmisi, muteber ve güvenilir değildir. Tefsir yazabilmek için onbeş ilmi öğrenmiş olmak gerekir. Bunların on dördü kisbîdir, yani bir hocadan okuyarak öğrenilir. Onbeşincisi ise vehbîdir. Allah bu ilmi, daha önceki öğrenmiş olduğu ilimlerle âmil olan ihlâslı din hocalarına nasip eder. Bu onbeş din ilminden başka, genel kültür sahibi olmak, çağdaş ilimleri de bilmek gerekir. Böyle kaç kişi vardır?
Müslümanlar o kadar ferasetsiz ve cahil hale geldi ki, herkese çabucak kanıveriyor. 1992’de kendisi ve çocukları başlarında kippalar (yahudi takkeleri) olduğu halde, Beşyüzüncü Yıl kutlamalarına katılan, havralara girip çıkan Dönme bir vatandaş bile şu sıralarda bir cemaatin desteğiyle Müslümanlara akıl hocalığı yapıyor. Bu zatın sohbetleri büyük alâka görüyor, kitapları kapış kapış satılıyor.
Bazı ilâhiyat hocaları Cemaleddin Afganî gibi bir masonu Müslümanlara önder olarak tanıtıyor. Cemaleddin Afganî hem farmasondur, hem de takiyye yaparak Müslümanlara yalan söylemiş, din kardeşlerini aldatmış bir kişidir. Çünkü Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermiş, İranlı olduğu halde Afganlı pozuna bürünmüştür. Yalan söylemek, Müslümanı aldatmak haram değil midir? Şiî ise şiîliğini açıkca söylemesi gerekmez miydi?
Pakistan’da Fazlurrahman isminde bir zat çıktı. Şeriat hükümlerinin çoğunun bu devirde geçerli olmadığı mealinde konuştu, yazdı. Şimdi bir Müslüman, İslâm’ı bu zatın kitaplarından öğrenecek olursa ona yazık olmaz mı? Kur’ân ahkamı, Sünnet ahkamı ta Kıyamet’e kadar bakidir.
Bir grup da İbn Teymiye’nin itikadını, mezhebini, görüşlerini yaymak için çalışıyor. İbn Teymiyye gulattan (aşırı gitmişlerden) bir âlimdir. Büyük ehl-i sünnet ulemasının tenkitlerine hedef olmuştur. Arap dünyasında İbn Teymiye’yi imam (önder, din ulusu) olarak kabul edenlere bakınız. Bu zatın peşine düşmekten bize ne fayda gelecek?
İslâm tarihinde en büyük dünyevî başarıyı ve fütuhatı Osmanlı Müslümanları gerçekleştirmiştir. Kur’ân’a ve Sünnet’e en yakın din uygulaması Osmanlılarınkidir. Osmanlı Şeriat ile Tarikatı kabul etmiş, ikisini birlikte götürmüştür. Elbette ki, esas ve asıl olan Şeriattır. Lâkin tarikatın da büyük faydaları vardır.
Osmanlı anlayışı Müslümanlar arasındaki bütün meşru çeşitlilikleri kabul eder; çoğulcu bir birlik meydana getirir. Ehl-i Tevhid ve ehl-i Kıble olan herkes kardeştir.
Arap dünyasından, Pakistan’dan, İran’dan, Batı’dan gelen ithal islâmî mezhepler, meşrebler, görüşler bizi bugünkü hale getirdi. Bir sürü dinî fırka ve hizip zuhur etti. Her kafadan bir ses çıktı. Söz ayağa düştü. Bu yüzden de zillete, esarete, ikinci sınıf vatandaş durumuna düştük. Halimize bütün kâfirler gülüyor. Bakkal, çakkal, balıkçı, kayıkçı, kokoreççi, doktor, mühendis, avukat… velhasıl herkes din hakkında uluorta konuşmaya başladı. Dinî bir konu hakkında “Bu hususta benim görüşüm şudur…” şeklinde konuşmak en büyük ayıp ve terbiyesizliktir. Niceleri bunun farkında değil.
Müslümanlar kaosa ve anarşiye düşmüştür. Bundan kurtulmak için muteber, ehliyetli, liyakatli, güvenilir ulemanın itikada, ilmihale, fıkha, ahlâka dair yazmış olduğu kitaplar esas alınmalıdır. Bunlar esas alındıktan sonra bazı modern, fantezi, yeni çıkma kitapları ve yayınları okumak o kadar tehlikeli olmaz. Çünkü esas sağlam olunca, insan doğru ile yanlışı birbirinden farkedebilir.
Zamanımızda, hele şu yirmi beş yıl içinde yeni yetişen nesiller itikad bakımından çok kötü telkinlere maruz kalmışlardır.
Ülkemizde sahte peygamberler, sahte mehdiler, sahte mürşidler zuhur etmiştir. Allah’ın Resûlünün sünnetini kaldırıp onun yerine kendi zındıkça doktrinini koymak isteyen, hakikî İslâm yerine bozuk bir din ikame etmek isteyen ilahiyatçılar vardır. Bunlar, olmayacak şeylere “Olur” fetvası vermekte, tesettürün farziyetini kaldırmakta, açıklığı, çağdaşlığı, günahı meşrulaştırmaktadır. Birtakım kolaycılar, sosyetikler, ucuz bir din isteyenler bu adamların peşinden gidiyor. Bunları kim, nasıl ikaz edecektir?
Ben bazen, dindar, namaz kılan, az buçuk dinî tahsil görmüş olan gençleri itikad konularında imtihan ediyorum da, çok üzücü cehalet tablolarıyla karşılaşıyorum. Meselâ: “Allah’ın sıfatlarını sayınız?” diyorum. Bunları tam olarak sayabilen çok az kişi çıkıyor. Hiçbir sıfatı bile söyleyemeyen çıktı. Bari “Allah vardır’ deseydi de, vücut sıfatını söylemiş olsaydı.
En basit itikad ve ilmihal bilgilerini öğrenmeyen nice Müslüman var ki, günde saatlerce gazete, ıvır zıvır kitap okuyor, televizyon seyrediyor, radyo dinliyor, faydasız sohbetler yapıyor. Onlara politkacıları, ünlü şarkıcı veya futbolcuları, transseksüel sanatkârları sayınız deseniz, kimbilir kaç dosya kağıdı doldururlar. Bu akılsız ve şaşırmış Müslümanları hangi makam, hangi mürşidler uyaracaktır?
Mürşid-i kâmil geçinen öyle zatlar var ki, etrafına toplanan kimselerin itikadlarının tashihi, onlara ilmihal, fıkıh ve ahlâk bilgilerinin öğretilmesi için hiçbir gayret göstermezler, plan ve program yapmazlar. Akılları fikirleri çevrelerinden para toplamak, bu paraları da bildikleri gibi harcamaktır. Kendilerine bağlanan Müslümanlar da, “Biz efendi hazretlerine bağlandık, Mevlamızı ve selametimizi bulduk” sanırlar. Zehi gaflet!
Müslüman kardeşlerime önemle tavsiye ediyorum. İtikada ait temel bilgileri ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarından öğrensinler, tashih-i itikada dikkat etsinler.
Sonra her Müslüman taharete ve ibadetlere ait bilgileri yetecek kadar, özet de olsa öğrenmelidir.
Bununla da bitmez. Bizim dinimiz yüksek ahlâkı, fazileti, nefs terbiyesini emreder. Ahlâk, tasavvuf, mev’ize kitaplarından bunlar da öğrenilmelidir. Edebi, terbiyesi, ahlâkı, fazileti, mürüvveti olmayan, yahut yeterli olmayan dindar, kesinlikle gerçek bir dindar olamaz. Yere abdestsiz basmıyormuş, geceleri kaim, gündüzleri sâimmiş. Günde şu kadar bin kere ezkâr ve evrad okuyormuş. Bu adam ahlâklı ve edebli değilse, İslâm’ın istikamet (doğruluk) emrine uymuyorsa; kırıcı, ekşi suratlı, fanatik bir kimse ise ona olgun Müslüman denilemez.
Müslümanları bilgilendirecek, aydınlatacak, uyaracak küçük, fakat kaliteli dinî broşürleri hangi makam, hangi şahıslar hazırlayıp çıkartacaktır? 14 Nisan 2000