Bir toplumu yükselten veya batıran müesseselerin başında eğitim sistemi ve okullar gelir. Yanlış anlaşılmasın; yükseltmek veya batırmak konusunda tek faktör eğitim değildir, ancak listenin başında o yer alır. Eğitimin en büyük âleti ve vasıtası ise edebî-yazılı lisandır

Çok açık göründüğü üzere Türkiye’de ikisi de acınacak vaziyettedir. Son olarak Millî Eğitim Bakanlığı’nın iki yeni karar aldığını öğrendik:

1. Bundan böyle sınıfta kalmak olmayacak, herkes sınıfı geçecek, sonunda da diploma alacakmış. Dünyanın hangi ileri, medenî, akıllı, kendi geleceğini düşünen siyasî ve idarî sistemi böyle saçma bir karar alabilir? Böyle bir karar ancak bize mahus acayipliklerdendir.

Okullarda okuyamayanlara diploma vermek hem onların, hem de bu ülkenin istikbali ile oynamaktır. Almanlar ne yapıyor? Okumaya istidadı olmayanları, temel öğretimden sonra çıraklık sistemine yöneltiyor ve amelî bir eğitim veriyor. Çıraklık eğitimiyle işe başlayan nice Alman küçük, orta, büyük, hattâ dev müesseseler kurmuşlardır.

Herkese diploma vermek, ileride bir işsizler ordusu meydana gelmesine, işlerin ehliyetsizler eline geçmesine yol açar.

Fransa’nın aklı yok mu ki, liselerin sonunda hem lise bitirme imtihanları, ondan sonra da bakalorya (olgunluk) imtihanları yapılıyor. Başaramayanlara diploma verilmiyor.

Eğitimde önemli olan kelle sayısı değil, keyfiyet üstünlüğüdür.

2. Bundan böyle, mecburî din eğitimini ilahiyat mezunu öğretmenler vermeyecekmiş. Peki kimler verecekmiş. Veterinerler veya fizikçiler mi? Bu ne acayip, ne çarpık zihniyettir!

İslâm dini büyük bir medeniyettir, büyük bir kültürdür, bizim kimliğimizin birinci fakötörüdür ve içimizden bazıları onunla uzun yıllardan beri savaşıp duruyor.

Dünyanın hangi ileri, medenî, kalkınmış, hukuklu, oturmuş, dengeli, sağlıklı ülkesinde bizde olduğu gibi din-siyasî sistem çatışması vardır? Dünyanın bütün medenî ve ileri ülkelerinde İslâm dini saygı görmekte, desteklenmekte; Müslümanların temel haklarına riayet edilmektedir. Don Kişot yeldeğirmenlerine karşı savaş ilan etmişti. Bizdeki bazı Don Kişot’lar da öğrenci kızların başörtülerine ilan-ı harp eylediler.

Millî eğitimimizin gerçekten millî olması için aşağıdaki şartların yerine getirilmesi gereklidir.

1. Güçlü, vasıflı, üstün bir eğitim ancak güçlü ve zengin bir edebî-yazılı lisan ile olur. Günlük konuşma ve iletişim dili ile eğitim ve kültür olmaz. 1920’lerin zengin, engin, geniş ufuklu emperyal Türkçesi’ne dönülmelidir. Aksi takdirde Türkçe ile birlikte Türkiye de batacaktır. Lisan ve yazı konusundaki tarihî arızalar artık esaslı bir şekilde tâmir edilmelidir. 1920’lerin Türkçesi’ne dönülebilir mi? Pekâlâ dönülebilir. 1950’de Demokrat Parti iktidara geçince böyle bir hareket başlatmış, maalesef 27 Mayıs darbesinden sonra tekrar arı, duru, sade suya tirit, uyduruk, fakir, kapalı, zayıf Türkçe’ye dönülmüştü.

2. Dünyanın birçok ülkesinde güçlü, vasıflı, üstün eğitim sistemleri ve uygulamaları bulunmaktadır. Singapur’unki bunlardan biridir. Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika ve Kanada’da ve daha başka nice ülkede örnek liseler vardır; bunlar son derece kaliteli öğrenci, aydın adayı yetiştirmektedir. Bizim liselerimiz de böyle olmalıdır. Kendi ana dilinin edebiyatını, kendi tarihini, dünyayı, felsefe derslerini (Psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik), sosyoloji, beşerî ve iktisadî coğrafya, sanat tarihi ve kültürü bilmeyen gençlere birer kuru diploma vermekle onlar gerçekten lise mezunu olmazlar.

3. Liselerimiz, resmî ideoloji fidelikleri olmaktan çıkartılmalı, eğitimimizde Türkiyelilik kimliği aşılanmalıdır.

4. Liselerde sadece bilgi verilmekle kalınmamalıdır. Bilginin yanında ahlâk ve karakter terbiyesi eğitimi de yapılmalıdır. Bu ülke asırlarca fütüvvet ahlâkı, ahîlik ve lonca teşkilâtı ile ayakta durmuş ve yücelmiştir. Bunları kaldırdık da yerlerine bir şey koyabildik mi?

Gençlik çok kötü yetiştiriliyor. Sigara, uyuşturucu, seks kompleksleri, serserilik yaygın hale gelmiştir. Gençlik çürütülmek isteniyor.

Ülkemizde eğitim konusunda bir tekel vardır. Lozan Andlaşması’nın garantisi altında bulunan azınlık okulları dışında, Türk okullarında tevhid-i tedrisat zihniyeti iyi, güçlü, vasıflı eğitim veremiyor.

Yapılan anketler gençliğin yarısına yakın bir kısmının sadece parayı ve maddî menfaati düşündüğü ve hedeflediğini göstermektedir. Gençliğin yüzde yirmi küsuru intihar etmeyi düşünmüş, tasarlamış. Okullarımızda uyuşturucu tecrübesi on üç yaş seviyesine inmiştir.

Para put haline gelmiştir. Kopya çekmek yaygınlaşmıştır.

Okulların boşalma saatinde kendinizi farkettirmeden akın akın çıkan, grup grup yürüyen öğrencileri gözlemleyiniz. Kızlar mini etekli, erkek talebelerin bazısının gömlekleri pantolon üzerine çıkmış, gülüşmeler, yüksek sesle konuşmalar, incir çekirdeğini doldurmayan kopuk kopuk lâflar…

Ben senin yürüyüşünü, konuşmanı, davranışlarını göreyim, senin ne mal olduğunu söylerim.

Gençlerimize görgü verilemiyor. İnsanı insan yapan birtakım değerler, ölçüler vardır. Biz gençlerimize bu değer ve ölçüleri verebiliyor muyuz?

Geçenlerde çok önemli bir politika ve iktidar adamının genç oğlu Boğazdaki lüks ve havalı bir gece klübünden çıkarken bir gazeteci dövdü, “Ulan seni şimdi öldürsem kim bana ne yapabilir?” diye bağırdı, rezalet çıkardı. Bu genç içkiliydi. Devletin bir sürü koruması tarafından korunuyordu. Babası forslu olduğu için polis ona bir şey yapmadı, Star gazetesi dışındaki büyük gazeteler bu rezaleti haber olarak vermedi.

Rezalet çıkartan bu gence hem okuduğu okullar ve hem de ailesi terbiye ve ahlâk vermemiş, Yazık!

Anayasa, seçim kanunu değişirse Türkiye düze çıkar diyenler var. Bu kadar ucuza kurtuluş olmaz. Önce eğitimi, okulları, lisanı düzelteceksiniz…

Buna akılları erer mi, güçleri yeter mi? 31 Mayıs 2002