Önemli Bir Toplantı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Çarşamba
Adını ne koymalı henüz düşünmedim. Aklı başında, mutedil (ılımlı), insaflı, tahammüllü, farklılıklara ve çeşitliliklere saygılı, resmî ideoloji fanatizmine batmamış vasıflı aydınlardan beş on kişisini bir araya getirmeli ve memleketin hali ve geleceği üzerinde sohbet ettirmeli.
Merhum Adnan Kahveci sağ olsaydı, onun böyle bir toplantıya dâvet edilmesi mutlaka gerekirdi. Politikacılardan kimler çağırılabilir? Genel başkanlar dâvet edilmemeli. Şu anda ise aklıma İlhan Kesici geldi. Zaten artık o mebus değil. Fazilet’ten Bülent Arınç bey olabilir. Yazarlardan Gülay Göktürk hanım. Dindar olmayan kesimde birkaç müsbet köşe yazarı var. Etyen Mahcupyan çağırılabilir. Aydın, aklı başında bir Türkiyelidir. Yahudilerden kim çağırılabilir? Profesör Avram Galanti sağ olsaydı, o dâvet edilebilirdi. Moiz Kohen Tekinalp gibi birisi asla! Alevîlerden, Bektaşîlerden iki kişi…
Müslüman, dindar kesimden kimler çağırılabilir? Türkiye’nin bütününü kucaklayacak kadar geniş düşünceli, Osmanlı zihniyetine sahip, fırkacılık ve cemaatçilik yapmayan, İslâm’ı ve çağı yakalamış birkaç kişi çıkar elbette.
Türkiye’ye evrensel değerler üzerine oturmuş bir sistem gerekiyor. Tarihî devamlılığa ve millî kimliğe riayet gerekiyor. Adalet, hürriyet, hukukun üstünlüğü, temel insan haklarına saygı… Bunları herkes ister. Artık ideolojiler devri bitmiştir. Bir devlet, bir ülke, bir millet ideoloji esasına göre idare edilemez.
Hukuk, adalet, hürriyet, evrensel değerler, farklılıklara ve çeşitliliklere saygı… Bunları herkes kabul etmelidir. Sağcı da solcu da, Türk de Kürt de, Sünnî de Alevî de, Şeriatçı da Laik de…
Peki böyle bir grubu kim toplayacak? Nerede toplanacaklar? Sohbet nasıl idare edilecek? Gündem nasıl tanzim edilecek?..
Gece saat ona yaklaşıyor. Yatsı ezanı okunmaya başladı. Divanyolu’ndayız, yanımda doktor bir dostum ve bir de İmam-Hatip son sınıf talebesi var. Namaz için hangi camiye gitmeli? Atik Ali Paşa pek uzak değil, oraya yetişelim.
Türbe civarında, eskiden yerinde bir cami bulunan bir otelin önünden geçiyoruz. Bahçede büyük bir lokanta hizmet görüyor. Bir yandan ezan okunuyor, öte yandan restoranın çalgısı çalıyor, müşteriler içkilerini yudumluyor. Ezan okunurken eskiden gayr-i müslimler bile, Müslüman vatandaş ve komşularına hürmeten radyo ve çalgı çalmazlardı. 60’lı yıllarda Vezir Han’ın altında küçük bir meyhane vardı. Sahibi Hıristiyan bir vatandaşımızdı. Ramazanlarda meyhaneyi kapatır, vitrinine
diye bir levha asardı. Resmini çektirip Yeni İstiklal gazetesinde yayınlamıştım.
Sultanahmet turistik olalıdan beri o civarda bir sürü meyhane, bar, diskotek açıldı. Gürültülü müzikleri sokaklara taşıyor. Ezan okunurken de kakafonileri devam ediyor.
Hem ezan, hem çalgı sesleri içinde camiye yetiştik. İçeride sadece iki kişi vardı. İstanbul’un göbeği, Mimar Sinan yapısı tarihî ve büyük bir cami ve yatsıda iki kişilik cemaat. Her taraf Müslüman dolu. Niçin gelmezler? Peygamber aleyhissalatü vesselam, “Münafıklara en ağır gelen iki şey, sabah ve yatsı namazlarıdır. Onlar bu ikisindeki hayrı bilseler, sürünerek de olsa (camilere gelip cemaatle) eda ederlerdi” buyurmuş.
Milyonlarca Müslüman hop oturup hop kalkıyor, Merve hanımın eşarbı için. Halbuki ezanlar okunurken çalgılar çalıyor, vakit namazlarında camiler boş. Hangisi daha vahim? Müslüman milletvekilinin başındaki eşarp mı, yoksa dine saygısızlık, namazın terki, cemaatin boşlanması mı? Elbette namaz ve cemaat daha önemlidir. Lakin zamane dindarlarına bunu anlatmak ne kadar zor.
“Onlar şehvetlerine uydular, namazı bıraktılar” buyuruluyor. İslâmcı geçinip, kendini zahid ve şuurlu Müslüman gibi gösterip de namaz kılmayan, yahut cemaate katılmayan kimseler gaflet içindedir. Bu dine, bu Ümmet’e, Müslümanlığa en büyük zararı dinsizler değil, sahte dindarlar, dindar kılıklı münafıklar veriyor.
Hele o zengin hacıbeyler, kalantor ve pabucu büyük Müslümanlar, mücahid geçinenler; ülkeyi, milleti, devleti kurtaracaklarını ilân edenler, din rantı yiyenler, din sömürüsü yapanlar yok mu, işte onlardır bugünkü fitne ve fesadın, nifak ve şikakın, hezimet ve felaketin başlıca müsebbibleri ve suçluları. Bizi masonlar, taklitçiler, dinsizler bu hale getirdi demelerine aldırmayınız. Müslümanlar dışarıdan yıkılamaz, içten çökertilir.
Nerede menfaat var, hemen oraya üşüşürler. Lüks ve gösterişli lokantalara pahalı arabalarıyla giderler. Lakin Ezan-ı Muhammedî okununca, Allah’ın ve Resûlünün dâveti yapılınca onları camilerde göremezsiniz. Ezan vakitlerinde hangi sıçan deliğindedir bu herifler?
Hiç olmazsa gece hayli geç kılınan yatsı namazına, şu onbeş milyonluk İstanbul’da yaşayan yüz bin kadar zengin, varlıklı, tahsilli, makamlı, mevkili, diplomalı, dolarlı ve marklı, şatafatlı Müslümanlardan birkaç bini niçin gelmez? Niçin şu yaz gecelerinde lüks limuzinlerine, kibir ve gurur kaynağı olan otomobillerine binip de Sultanahmet’te cemaatle namazı eda etmezler? Ayda bir kere büyük camilere gitseler, oraları her gece dolar. Fakat onların akılları fikirleri namazda, cemaatte, camide değil, başka şeylerdedir. Boş şeyler, aldatıcı şeyler, vesveseler, kuruntular, oyalanmalar, dünya oyuncakları…
Yazıyı bitirmeden, o gece yatsı namazına giderken yanımda bir İmam-Hatip öğrencisi bulunduğundan bahsetmiştim. Evet, nâdir de olsa İmam-Hatiplilerden de beş vakit namaz kılan ve cemaate devam edenler var. 20 Mayıs 1999