Oniki Önemli Husus
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Dikkat edilecek birinci husus
meselesidir. Yâni itikada (inanca) ait mesele ve hükümlerde Kur’ân’a, Peygamber’e, onun ashabına ve büyük din önderlerine tâbi olmaktır. Bu da, bu devirde İmamı Eş’arî ve İmamı Maturidî hazretlerine tâbi olmakla mümkündür. Bazı bozuk fırkalar inanç meselelerinde müteşabih âyet ve hadisleri lügat mânâlarına alarak hatâ etmişlerdir. Allah mekândan münezzehtir. Onun biz insanlar gibi yüzü, eli, ayağı olduğunu düşünmek yanlıştır. Ehl-i sünnetin itikad kitapları vardır, bunları mütalaa etmek, bu konularda tartışmaktan kaçınmak gerekir. Tevhid’in tam olması için tenzih de gerekir.
İkinci husus Şeriat’ı esas kabul etmek, onun dairesi dışına çıkmamaktır. Şeriat nedir? Şeriat için “İslâm dininin amelî ahkamının tamamına verilen addır” diyenler olmuştur. En geniş mânâsıyla Şeriat İslâm demektir. Şeriatsız din, tasavvuf, tarikat, hakikat, marifet olmaz. İmamı Gazalî hazretleri “Şeriat’ın dışında her şey hederdir” buyurmuşlardır. Dinsizlere hoş görünmek için Şeriat’ı müdafaa etmekten kaçınmak iyi bir şey değildir.
Üçüncü husus İslâm fıkhını kabul etmek, ona bağlı bulunmaktır. Bu da, hak mezheplerden birini kabul edip ona uymakla olur. Telfik-i mezahib, yâni mezhepleri birleştirmek, hükümlerini karıştırarak hayata uygulamak yanlıştır. Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür. Bu devirde İslâm dinini ve Şeriatını tehdit eden en büyük bid’at mezhepsizliktir. Başka mezhebin bir hükmüne uyabilmek için bir zaruret olması gerekir.
Dördüncü husus Kur’ân’ı kendi heva, heves ve re’yi ile yorumlamamak, ondan kendi kafasına göre hüküm çıkartmamaktır. Kur’ân elbette bizim kitabımız ve düsturumuzdur. Onu elbette ibadet, şifa, zikir olarak okumalı ve dinlemeliyiz. Ancak icazetli din alimi ve müfessir değilsek ondan hüküm çıkartamayız, onu kendi başımıza tefsir edemeyiz. Kutsal metinleri ayağa düşürmek Protestan metodudur. Bu yüzden Protestanlık çökmüştür. Peygamberimiz “Kur’ân’ı kendi re’yine göre yorumlayan kâfir olur” buyurmuşlardır.
Beşinci husus Ümmet şuuruna sahip olmaktır. Müslümanlar tek bir Ümmet teşkil ederler. Ümmet, İslâm’ın yaşanan şeklidir. Ümmetin başında bir İmam-ı Kebir bulunması, onun merkezî ve üniter bir hiyerarşisi olması gerekir. Kur’ân, Müslümanları “Siz insanlar için çıkartılmış öyle hayırlı bir ümmetsiniz ki…” şeklinde tarif etmektedir. Cemaat, hizip, fırka, tarikat, mezhep, meşreb asabiyetine sahip olup da Ümmet şuuruna sahip olmayan Müslüman eksik bir Müslümandır. Böyle Müslümanlar necat, izzet, zafer bulamaz.
Altıncı husus farz, vacip, müekked sünnet ibadetleri edadır. İnsan Allah’a ibadet etsin diye yaratılmıştır. Dinin birinci düsturu ve hükmü budur. Bunu ikinci plana atıp da Müslümanları birtakım maceralar peşinde koşturanlar ihanet içindedir. Bütün Müslümanlar öncelikle beş vakit namazı dosdoğru eda edecekler; hür ve mukim erkekler farz namazları camilerde cemaatle kılacaklar; Ramazan orucu tutulacak; zekât verilecek, imkânı olanlar hacca gidecektir. İbadetler sadece bunlardan ibaret de değildir. Emr-i mâruf ve nehy-i münker de yapılacaktır. Bazı Müslümanlar bunu doğrudan doğruya yapacaklar, büyük kütle ise onları mânen ve maddeten destekleyecek, yardımcı olacaktır.
Yedinci husus Resûlullah Efendimiz’in Sünnetine sarılmak, o büyük zatı ta Kıyamet kopuncaya kadar Müslümanların önderi, rehberi, kılavuzu, kaidi, seyyidi olarak kabul etmektir. Peygamber postacı değildir. Ölümünden sonra işi bitmemiştir. O dünya hayatını terketmiştir ama hatırası ve ruhaniyeti ile içimizdedir ve başımızdadır. Rüyada ve mânâ âleminde görülebilir. Bize daima ışık tutmaktadır. Kur’ân’ın en selâhiyetli yorumcusu odur. O sanki sağmış ve yanımızdaymış gibi düşünerek yaşamalıyız. İşlerimizi, hizmetlerimizi, faaliyetlerimizi, “Peygamber ne derdi, iyi mi, kötü mü görürdü?..” diye düşünerek yapmalıyız. Kur’ân Hazret-i Peygamber için, “Onda sizin için çok güzel bir örnek ve model vardır” buyurmaktadır. Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.
Sekizinci husus iyi ve kötü, salih ve facir, sünnî veya bid’atçi, az günahlı veya çok günahlı bütün mü’minleri kardeş bilmek ve onlara düşmanlık etmemektir. Fıskı, fücuru, bid’ati, günahı kendisini küfre götürmedikçe her Müslüman kardeşimizdir. Usûlüne uygun olarak, kardeşlik hudutları içinde tenkit ve uyarı yapılabilir, lâkin kardeşlik hukuku kesinlikle inkâr edilemez.
Dokuzuncu husus nefs ile yapılan Büyük Cihad’a çok önem vermek ve bütün ömür boyunca bu cihaddan bir an bile geri kalmamaktır. Unutulmamalıdır ki, insanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Nefs-i emmarelerine put gibi tapanlarda hayır yoktur. Gerçek tasavvuf ve tarikat nefs terbiyesi için güzel bir yol ve mekteptir. Her Müslüman Kur’ân’ın, Sünnet’in, İslâm büyüklerinin güzel ahlâka ve kötü huylara, fazilet ve reziletlere dair hükümlerini, öğütlerini iyice öğrenmeli ve bunları hayatına tatbik etmelidir.
Onuncu husus din bezirganlığından, din sömürüsünden, mukaddesatı şahsî menfaatine ve nüfuzuna âlet etmekten kaçınmaktır. Ticaretlerin en kötüsü din ticaretidir. Mukaddesat sömürüsü yoluyla zengin olanlar, servet kazananlar, yüksek mevkilere tırmananlar kadın satan, meyhane çalıştıran, kumarhane işleten, haramilik yapan insanlardan daha alçak ve aşağıdır.
Onbirinci husus İslâm’a hizmet etmek maksadıyla gerçek din alimleri, gerçek tarikat büyükleri, gerçek aydınlar, gerçek uzmanlar yetiştirmek için çalışmaktır. İslâm toplumu hâfızlarla, cami görevlileriyle, ilâhiyatçılarla idare edilemez, yükseltilemez. Çağ seviyesinde vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlar yetiştirilmelidir. Batı dünyasının, Japonya’nın en büyük üniversitelerinde okumuş, yüksek ihtisas yapmış, beş altı yabancı dil bilen, üstünlüklerini ve faziletlerini hasımlarının bile kabul ve teslim ettiği elemanlar doğru dürüst hizmet edebilir. Dünyanın en büyük medyacıları, mimarları, hukukçuları, dekoratörleri, şehircileri, güzel sanat mensupları, eğitimcileri, düşünürleri, lisaniyatçıları Müslümanların içinden çıkmadıkça bize kurtuluş, izzet, necat, itila yoktur. Şu anda İslâm dünyasında böyle vasıflı, güçlü, üstün elemanlar yetiştirecek eğitim ocakları, üniversiteler bulunmamaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi, çare ve çözüm araştırılması gerekir.
On ikinci husus islâmî hareketi, hizmetleri, faaliyetleri, köylü, kırsal kesim, gecekondu, taşra, varoş zihniyet ve kafasından kurtarıp şehir ve medeniyet hareketi haline dönüştürmektir. Elbette köylülerin ve gecekonduluların da Müslüman olmaya hakları vardır. Lâkin İslâm dini bir kırsal kesim, gecekondu dini değildir. İslâm’a verilecek en büyük zarar onu bu hale düşürmek, böyle göstermektir. İslâm öncelikle şehir dinidir, metropol dinidir, medeniyet dinidir. 07 Mart 2000