Onlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazar
Marksistler ülkenin, Marks’ın ve Lenin’in ilkelerine göre idare edilmesini isterler. Eskiden bizde komünistlik yasaktı ama şimdi Komünist Partisi var. Komünistlerin Komünizmi istemesini kimse yadırgamıyor.
Masonlar ülkenin Masonluğa uygun bir şekilde idare edilmesini isterler ve bu yolda çalışırlar. Onlara bir şey diyen çıkmaz. Masonluğun Türkiye için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturduğu söylenmez.
Bahaîler ülkede Bahaîlik dininin ilkelerinin geçerli olması için sessiz sedasız çalışırlar, onlara da karışılmaz.
Ateistler ateistlik ister… Şucular şuculuk, bucular buculuk… Onlara kimse bir şey demez.
Lakin bu memlekette çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar Müslümanlık isteyince kızılca kıyamet kopar. Gerici olurlar, iç-düşman olurlar, ülke ve devlet için yakın ve büyük tehlike ve tehdit oluştururlar.
En koyu Atatürkçüler, Atatürk’ün Mason localarını kapattırdığını, bunun önemli bir kemalist devrim olduğunu hiç dile getirmezler. İşin en garip tarafı, Masonlar, localarını kapattırmış olan Atatürk’e toz kondurmazlar. Samimi midirler?
Sabataycı bir yazar, romancı, fikir adamı, kanunları açıkça çiğner ve mahkemeye verilir. Dehşetli bir yaygara kopartırlar, düşünceyi açıklama özgürlüğü adına feryad u figan ederler. Beride, bir Müslüman yazar, gazeteci, fikir adamı düşünce ve görüşlerinden ötürü mahkemeye verilir, hapis cezasına çarptırılır, dut yemiş bülbül gibi hiç sesleri çıkmaz.
Bir masona fiske vurulsa avaz avaz haykıranlar, bir Müslümanın kafası kırılsa tepki göstermezler.
Hepsi de insandır, hepsinin de temel hak ve hürriyetleri vardır ama Masonun, Beyaz Türk’ün daha çok hakkı ve hürriyeti vardır.
İslâm’a ve Müslümanlara olanca düşmanlığı yaparlar ve sonra “Siz necisiniz?” diye sorulduğunda “Elhamdülillah biz de Müslümanız!” cevabını verirler.
Hem Atatürkçü geçinirler, hem de Atatürk rejimini yıkmak, onun yerine komünist bir rejim getirmek istediği için yakalanan, mahkemeye verilen, ağır hapis cezasına çarptırılan, onbeş sene yattıktan sonra af edilip dışarı çıkan ve Rusya’ya kaçan Nazım Hikmet’i de çok sevdiklerini söylerler.Bu iki zıt sevgi bir gönülde nasıl bir araya gelebilir, bunun cevabını veremezler.
Türkiye’nin İslâm ülkeleri içinde en ileri, en müreffeh, en güçlü ülke olduğunu iftiharla beyan ederler ama onun niçin Japonya, Güney Kore kadar ileri, zengin, üretken, medeniyet ve teknikte öncü olamadığına dair sorunuza cevap veremezler.
Açılan her okul bir hapishanenin kapanmasına yol açacaktır deyip dururlar, lâkin okullarda ağzı süt kokan çocukların birbirlerini bıçak ve kamayla öldürmelerinin, öğrencilerin uyuşturucu kullanma yaşının 11’e kadar düştüğünün, okulların cadı kazanına döndüğünün sebeplerini açıklayamazlar.
Kadın hakları, kadın hürriyetleri, kadın haysiyeti deyip dururlar ama üzerinde TC resmî anteti bulunan vesikalarla bazı bahtsız kadınların yasal seks köleliği yapmasına izin verilmesini bu haklar, bu hürriyetler, bu haysiyet ile nasıl bağdaştırdıklarını izah edemezler.
Hem din hürriyeti vardır derler, hem de rejimi ve resmî ideolojiyi ayakta tutmak için vatandaşların ibadet hürriyeti kısıtlanabilir derler. İşçilerin, çalışanların haklarından bahs ederler ama işsizlerin, çalışıp geçinme imkânı bulamayanların da çalışanlar kadar hakları olduğunu düşünmezler.
Okumak, tahsil yapmak, üniversiteye gitmek herkesin en yasal ve en kutsal hakkıdır derler ve sonra sudan bahanelerle, hiçbir medenî ülkede geçerli olmayan sebep ve gerekçelerle yüzbinlerce vatan çocuğunun okuma hürriyetini kısıtlarlar, hattâ yasaklarlar.
Dindarların da en az ateistler kadar vatandaşlık hakkı olduğunu bir türlü idrak edemezler. İflâs etmiş, ilmîliği asla isbat edilememiş Evrim teorisini din gibi benimserler, yaratılış inancını ise gericilik olarak görürler. Hür ve açık bir ortamda, hiçbir tehdit ve baskı olmaksızın fikir ve görüşlerinin doğruluğunu tartışmaktan kaçınırlar; yasaklar, tabular, baskılar, tehditler, yıldırmalar ve sindirmeler ile hâkim olmaya çalışırlar.
Fransa’da birkaç yıl önce resmî liselerde başörtüsünün yasak edilişini genel bir yasak olarak gösterirler, o ülkenin bütün üniversite ve yüksek okullarında, Katolik liselerinde, özel kolejlerinde başörtüsünün serbest olduğu gerçeğini gizlemeye, örtmeye, saklamaya özen gösterirler, böylece halkı aldatmaya çalışırlar.
Ramazan ayında, çoğunluğu oruç tutan dindar vatandaşlarına hürmeten açıkça oruç yememenin baskı ve tehdit eseri olduğunu sanırlar.
Bir Mason, bir Beyaz Türk, bir Sabataycı holding kurar, fabrika çalıştırırsa bunun hiçbir sakıncası yoktur ama bu işleri bir Müslüman yaparsa onlara göre Yeşil Sermaye tehdit ve tehlikesi oluşur…
Cahil ve hafifmeşreb bir kızcağız birkaç kişi tarafından iğfal edilir, hamile kalır ve çocuğun babasının kim olduğu bilinmezse bu meraklı ve ilginç bir gazete haberi olur ama başka bir kız başına zarif bir eşarp örterek okula gitmeye kalkışırsa kıyamet kopar.
Nikahsız bir çift birlikte yaşar, bir çocukları olursa bundan tabiî bir şey olamaz ama dindar bir kişi imam nikahı ile evlilik kurarsa adamın damını başına yıkarlar. İlerici bir zat karısının üzerine metres tutarsa, bunu tabiî ve normal görürler ama başka bir vatandaş birden fazla evlilik yaparsa onun bu davranışı büyük suç ve cinayet olur.
Dindarları dogmatik zihniyetli görürler ama kendi dogmalarının çok daha katı, çok daha tartışmasız olduğunu görmezler ve bilmezler. Tolerans diye diye toleransın ırzına geçerler. Kanun diye diye kanunu tepelerler. Zilleti izzet sanırlar. Hürriyet şarkıları söyletmekle esirlerin hür ve azad olacağını zannederler. Ak’a kara, karaya ak derler. 12 Haziran 2006