Salı

Ondokuzuncu yüzyılda Osmanlı ülkesindeyiz. Devlet, Tanzimat ve garplılaşma cereyanına rağmen hâlâ bir İslâm devletidir. Halkın “Gâvur Padişah” dediği Sultan İkinci Mahmud, bir İrade çıkartmış, ülkenin her yerine göndermiş ve Müslüman erkeklerin beş vakit namazı camilerde cemaatle kılmasını emr etmiştir. Hiçbir Müslüman kadın başı açık, tesettürsüz gezmemektedir. Mahkemelerde Şeriat hükümleri uygulanmaktadır.

Ülkedeki birtakım “iki kimlikliler” bu durumdan rahatsızdırlar. Onlar zahiren Müslüman ve Türk görünüyorlar ama asıl kimlikleri Yahudiliktir. Müslümanlara “Acı Soğan” diyorlar.

Bu iki kimlikli Gizli Yahudiler, inanmadıkları İslâm dininin sınırlarıyla sınırlı olmaktan, dinin emir ve yasaklarından kurtulmak istiyorlar.

Kadınları açılmalıdır.

Erkekleri Müslüman kıyafetiyle dolaşmak, namaz kılmak, oruç tutmak gibi bağlardan âzad olmalıdır.

Onlar, artık bir İslâm ortamının balıkları olarak yaşamak istemiyorlar.

İki kimlikli oluşları yine devam edecektir ama içinde yaşadıkları İslâm denizindeki tuzun daha az, çok az olmasını diliyorlar.

Bu gaye ve emellerine ulaşmak için de bütün ihtilâl, inkılap, yenileşme, Batılılaşma, İslâm’dan uzaklaşma hareketlerini ve akımlarını can u gönülden destekliyorlar. Destekliyorlar mı? Hayır hayır, yanlış ifade ettim. Bütün bu hareketleri onlar planlıyor, programlıyor, uygulamaya koyuyor.

Bu maksatla hem kendileri çalışıyor, hem de beyin yıkayarak birtakım Osmanlıları ve Müslümanları “Benzetiyorlar.” Kimlere benzetiyorlar? Kendilerine…

Osmanlılar da artık medenîleşmelidir.

Karılar açılıp saçılmalı… Orkestralar çalmalı… Çiftler birbirlerine sarılıp çılgınca dans etmelidir… İçkiler içilmeli, kadın erkek karışık gece hayatı bizde de olmalı… Uygarlık nurları her yeri aydınlatmalıdır.

Bunların dış kimlikleri Müslümanlıktır ama İslâm’dan nefret etmektedirler.

Din, mutlak olarak kötü değildir. Meselâ kendi dinleri, kendi kurtarıcı Mesihleri, kendi âyin ve ibadetleri kutsaldır. Lâkin İslâm geridir.

Kader onları Müslüman görünmeye zorlamıştır. Bir ayakları İshakîlik dininde ise diğer ayakları İsmailîliktedir. Ama İslâm’ı sevmiyorlar, Müslümanları sevmiyorlar. Müslümanları sevseydiler onlara “Acı Soğan” derler miydi?

Bir gün Mesih geri gelecek ve onlar büyük mutluluğa ereceklerdir. O gün gelip çatıncaya kadar Şeriat bağlarından kurtulmalı, İslâmî kayıtlardan sıyrılmalı, hür olmalıdırlar.

Nitekim, iki isimli bir Yahudi, gerçek ismi olan Moiz Kohen’i gizleyerek, buram buram Oğuz Türklüğü kokan Tekin Alp takma adıyla milliyetçilik ve Türkçülük kitapları yazmış ve bunlardan birine “Kahr Olsun Şeriat!” başlıklı bir bölüm koymuştur.

Onların kendi şeriatları kutsaldır. Müslümanların Şeriatları ise geridir…

Bu iki kimlikliler, gayelerine ulaşmak için sinemadan, medyadan, eğitim kurumlarından faydalanmışlardır.

Tevfik Fikret, oğlu Haluk’u, okumak için Amerika’ya gönderirken “Bize kucak kucak nur getir…” diye haykırmıştı. Haluk okumaya gitti, orada Hıristiyan oldu. Ama ne nurlandı, ne nurlandı…

Müslümanları bölmek gerekti. İki kimlikliler, Türkler arasında Türkçülük, Araplar arasında Arapçılık, Arnavutlar arasında Arnavutçuluk cereyanlarını ve ideolojilerini çıkarttılar. İslâmî birlik ve vahdet bozuldu. Kardeşler birbirine düşman oldu. Sonunda İslâm dünyası, ipliği kopmuş bir tesbih gibi darmadağın oldu.

İki kimlikliler yaptıklarından çok memnunlar. İslâm dünyasında en ileri, en kalkınmış, en uygar ülke Türkiye’dir diyorlar.

– Türkiye niçin Ortadoğu’nun Japonya’sı olamadı?.. diye sorarsanız çok kızıyorlar ve cevap vermiyorlar. Zaten veremezler.

– Türkiye niçin Güney Kore kadar ilerleyemedi, zenginleşemedi?.. diye sorarsanız size alçak gerici diyorlar.

– Türkiye niçin bu kadar borca battı, niçin yerinden oynamadık çivisi kalmadı, niçin genel bir kokuşma ve çürüme içindedir?.. diye sorarsanız cinler başlarına çıkıyor.

Onlar Müslümanlara dogmatik kafalı diyorlar ama kendilerinin de dogmaları var. Dogmalarına, tabularına dil uzatanları çarpıyorlar.

Onlar Müslüman Türklerin tarihine karşıdırlar. Tarihî büyüklerimizi sevmezler, millî mefâhirimizi hafife alırlar.

Onlar üstün ırktır, seçilmiş kavimdir. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülke gelirlerinin yüzde altmışını, balını kaymağını onlar yer. Geriye kalan miktar halkın büyük çoğunluğuna yetmez. Yetmezse yetmesin!..

Onların bu dünyada yalancı ve sahte cennetleri vardır. Muhaliflerini içine attıkları Cehennemleri vardır.

Kendilerine karşı gelenleri hiç affetmezler.

Onlar ilericidir, Müslümanlar gerici…

Onların kurtuluş, aydınlanma mitolojileri ve efsaneleri vardır.

Onların putları, put-kavramları vardır.

Onlar, Müslümanların bellerini kırmak için arada bir düzmece vak’alar sahneye koyarlar ve Ehl-i İslâm’ı ezerler.

Ne gariptir ki, kendi aralarında da birlik, vahdet, ittihad, vifak yoktur. Birkaç kabileye, lobiye ayrılmışlardır; bazen birbirlerine büyük darbeler, dehşetli kazıklar atarlar.

Kazandıkları büyük rantlarla iyi yaşadıklarını sanırlar. İçkinin en pahalısını içerler, restoranların en lüksünde tıkınırlar, meskenlerin en güzelinde ve süslüsünde otururlar.

Çocuklarına ülkenin ve dünyanın en iyi okul ve üniversitelerinde tahsil yaptırırlar. Onlar bu ülkenin patrisyenleridir. Müslümanlar ise pleb takımıdır.

Onlar, bu ülkenin çoğunluğu için uyduruk, yapay, düzmece bir tarih yazmışlardır.

Onlar, Türkiyelileri hâfızasız bırakmışlardır.

Onlar, medeniyetin, kültürün, ilmin, irfanın ana vasıtası olan lisanı kuşa çevirmişlerdir.

Onlar millî mimarîye karşıdır. Ülkeyi beton yığınları ile doldurup çirkinleştirmişlerdir.

Onlar Müslüman Türklerle zaruret olmadıkça evlenmezler.

Onların bazısı cuma günü camiye, cumartesi günü kendi gizli tapınaklarına gider.

Onlar yakın tarihimizde, on binden fazla Selçuklu, Beylikler, Osmanlı mimarî eserini yok etmişlerdir.

Onlar ülkemizdeki bütün tarihî İslâm kabristanlarını tahrip etmişlerdir. Bir tek kabristana dokunmamışlardır. Kendi kabristanlarına.

Onlar birtakım beyinsizleri, kendi atalarına, kendi tarihlerine, kendi kimliklerine, kendi mukaddesatlarına söğüp sayacak derecede vicdansız hale getirmişlerdir.

Onlar bu ülkenin halkını Türk Kürt, Sünnî Alevî, Sağcı Solcu, İlerici Gerici, Dinci Laik diye, birbirine muhalif kamplara, kesimlere ayırarak millî ve toplumsal barışı ve uzlaşmayı berhava etmişlerdir.

Onlar bu ülkede gizli bir saltanat, hegemonya, hakimiyet kurmuşlardır.

Ah onlar, ah onlar!…

Onların hürriyeti birilerine esaret getirdi. 02 Mart 2005