Salı

 

Yargıtay aynı konuda (TCK 312’nci maddeyi ihlâl iddiası), birbirine tamamen zıt iki karar verdi. Birinci kararda beraat, ikinci kararda mahkumiyetin tasdiki… Süper ilerici bir İstanbul gazetesi bu münasebetle “Şeriat yakın tehlike” diye manşet attı. İki büyük gazete sanki bir spor müsabakası olmuş gibi “Rövanşlı” manşetlere taşıdı aynı haberi. İşlerine geldiği zaman bir bardak suda fırtına kopartan, küçücük bir hadise için mangalda kül bırakmamacasına gürültülü yayınlar yapan Pembe medyamız Yargıtay’ın bu iki çelişkili kararı üzerinde pek durmadı. Dünya basını hadiseyi hiç vermedi.

Maalesef hem yurtta, hem cihanda çifte standart karşısındayız. Ateist bir fikir adamı mahkum edilirse yer yerinden oynuyor. Avrupa’dan heyetler geliyor, “Düşünceler, inançlar, görüşler, tenkitler suç olamaz…” diye heyecanlı ve feryatlı konuşmalar yapılıyor, bildiriler yayınlanıyor.

Aynı şey bir Sünnî Müslümanın başına gelince pek ses soluk çıkmıyor. Hele, insan hakları konusunda şampiyonluk taslayan birtakım Avrupalılar taştan bir heykel gibi sessiz kalıyor.

Bugün Avrupalılar, dünyayı bir çiftlik gibi görüyorlar. Bu çiftlikteki mahlukat, teorik olarak eşittir ama pratikte “Bazıları” daha fazla eşittir. Kimlerdir bu bazıları? Önce Yahudiler ve Siyonistlerdir. “Bütün insanlar eşittir, ancak Yahudiler daha çok eşittir.” Sonra ateistler, yabancılaşmışlar, iki kimlikli Pembeler daha fazla eşittir. Marksistler, Farmasonlar “çok” eşittir.

İnsan hakları beyannamelerine göre yerli Müslümanlar da eşittir ama… Onlar potansiyel teröristtir. Onlar gericidir. Onlar “Yeni Dünya Nizamı” için tehlikelidir.

Geçenlerde yazdım: Birleşmiş Milletler Unesco Teşkilatı, Bangladeşli agresif dinsiz kadına “Tolerans Ödülü” vermiş. Tam 100 bin dolar. Bu kadın yıllardan beri seviyesiz bir şekilde İslâm’a, Kur’ân’a, Peygambere çatmaktadır. Sanki dinimize savaş ilan etmiştir. Batılıların gözünde tolerans, düşünce özgürlüğü işte budur. İslâm’a, Kur’ân’a, Peygamber’e mi sövüyorsun, aferin, al sana 100 bin dolar Tolerans Ödülü, âfiyetle ye…

Bizde, dönme bir yazar, Türkiye’nin aleyhinde konuştu. Yurt dahilinde büyük bir çoğunluk tarafından protesto edildi. Batı dünyası ise, ona sahip çıktı. Adam kendi devletinin, kendi ülkesinin, kendi halkının aleyhinde bulunuyor. Bundan büyük düşünürlük, özgürlük, tolerans olur mu?..

Kimdir bu adam? Sıradan bir yazar. Kitaplarını kaç defa merak edip okumaya kalktım. Birkaç sayfa okuduktan sonra elimden atmak zorunda kaldım. Okunacak bir üslubu ve değeri yok. Bu zat-ı muhterem de dünya çapında bir şöhrete kavuştu. Kitapları çeşitli dillere çevrildi. Oluk oluk telif ücreti akıtılıyor cebine. Bu kişinin en büyük fazileti nedir? Yahudi olmasıdır. Nasıl Yahudi? Gizli Yahudi a canım… Pembe… Pembe…

Yalçın Küçük bir kitabında Türkiyeli bir kadının nasıl dünya çapında meşhur edildiğini yazar. Kadın opera şarkıcısı geçiniyor ama sesi yoktur. Dünyanın bütün opera sanatçılarının plakları vardır, bizimkinin yoktur. Peki nasıl olmuş da bu kadar yükselmiş, bu kadar ünlü, anlı şanlı olmuştur? O da mı Yahudidir? Evet…İsmi Türk ismi gibidir ama aslen Yahudidir.

Bir Türk, bir Müslüman ağzıyla kuş tutsa, en yüksek derecede bilgiye, hünere, mârifete, sanata sahip bulunsa yine de birtakım sahte şöhretler gibi tanınmaz, tutulmaz, ödül almaz, desteklenmez. Niçin? Çünkü onun birtakım faziletleri yoktur. Bu yüzden, eşittir ama ötekiler kadar eşit değildir.

Hakkaniyet, adalet, eşitlik, insaf, ödül hep onlar içindir. Peki, bu memlekette ezici çoğunluğu teşkil eden Türkiye’nin bi’l-irs ve’l-istihkak sahibi bulunan Müslümanlar nedir bu adamların nazarında:

Onlar iç-düşmandır. Onlar gericidir. Onlar potansiyel tehlikedir.Onlar düzen ve ideoloji için tehdittir. Vah zavallı Türkiye Müslümanları!.. Kendi öz vatanlarında tehlike, tehdit, iç-düşman olarak görülüyorlar.

Fransa’nın bütün üniversitelerinde ve yüksek okullarında başörtüsü serbesttir. Fransa’daki Katolik okullarında başörtüsü serbesttir. Fransa’daki diğer özel okullarda başörtüsü serbesttir. Fransa’da Müslümanların özel “İslâm Lisesi” açma hakları vardır, nitekim böyle bir okulu açmışlardır. Bizim çok insaflı, çok vicdanlı, çok seviyeli Pembeler her fırsatta “Fransa’da başörtüsü yasaktır” diye bağırıp çağırırlar.

Geçenlerde İngiltere’de ne oldu? Orada, ilkokuldan üniversiteye kadar bütün okullarda başörtüsü serbesttir. Ancak, çok dindar bir ailenin kızı tam çarşafa girmiş, okula sadece yüzü ve elleri görünür şekilde, cilbablı bir kıyafetle gitmiş. Okul idaresi bu kıyafeti uygun görmemiş, kızı atmış… Kızın ailesi mahkemeye müracaat etmiş. Avukat olarak da kimi tutmuşlar? İngiliz başbakanının avukatlık yapan hanımını. Müslüman kız tarafı dâvâyı kazandı… Bizim Pembeler bu gibi olaylardan hiç mi hiç ibret almazlar.

Ellerindeki tek koz, Strasburg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden, Türkiye’deki başörtülü bir kız aleyhine çıkan karardır. AİHM’nin bu kararı muallellidir (illetlidir), yanlıştır, hatâlıdır, insan haklarına, adalete ve hukuka aykırıdır.

Türkiye Müslümanları o dâvâda Avrupa’nın, İngiltere’nin en güçlü iki-üç avukatını vekil olarak tutmuş olsalardı, belki de dâvâyı kayb etmeyeceklerdi. O dâvâ kayb edilmiş olsa bile, onunla ilgili kararın insan hakları, din ve inanç hürriyeti bakımından hiçbir kıymeti yoktur.Ölçü ve kıstas olarak kabul edilemez. Batı dünyasında adalet, savunma çok pahalıdır, çok karmaşıktır. Büyük ve önemli dâvâlarda, uygun avukatları tutamazsanız, dâvâyı kayb edebilirsiniz.

Biz Türkiye Müslümanları, bu ülkede çoğunluğu teşkil etmemize rağmen haklarımızı gereği gibi savunamıyoruz. Başbağlar Köyü katliâmında ne yaptık? Katillerin izini sürüp onları yakalatabildik mi? Maalesef o korkunç katliâmı mahkemeye bile götüremedik. Sadece, kuru kuruya İslâmcı olmakla, bağırıp çağırmakla, ağlayıp feryat etmekle iş bitmiyor.

Feryatlarımıza, gözyaşlarımıza birşeyler ilave etmemiz gerekiyor. Nelerdir onlar?


Karşıtlarımızdan daha fazla bilgili, kültürlü, ihtisaslı olmak. Uygun ve geçerli metod ve stratejilere sahip bulunmak.
Dünyayı yerinden oynatacak manivelalara ve dayanak noktalarına sahip bulunmak. İşleri, hizmetleri ehil ve layık olanlara vermek. Zamanımızın en büyük ve dehşetli gücü olan medya sahasında, düşmanlarımızdan daha güçlü olmak. 06 Nisan 2005