Cuma

 

Ahmet Altan’ın

“Üçüncü Dünya Savaşı Türkiye’den çıkabilir…”

yazısı gerçekten önemli ve cesur bir yazı idi. Altan, bir de

“Türkiye bir iç savaşa mı gidiyor?..”

başlığını taşıyan bir yazı daha kaleme aldı.

Bendeniz, Müslüman bir vatandaş olarak böyle yazılar yazamam. Benim, Ahmet Altan kadar fikir, görüş beyan etme hürriyetim ve hakkım yoktur. Bu iki yazıyı internetten indirip okumanızı tavsiye ederim.

Hâfızasız veya hâfızası yetersiz toplumlar bugünkü durumlarını anlayamaz, değerlendiremezler. 1960’lı yıllara gidelim. Suriye, büyük çoğunluğu sünnî Müslüman olan bir ülkeydi. Demokrasi vardı, çoğulculuk vardı, serbestlik vardı orada. Kabinede Müslüman Kardeşler teşkilâtının bile bakanları bulunuyordu. Sonra ansızın bir darbe oldu ve

yüzde 10 veya 12 nüfusa sahip Nusayrî azınlık ülkeyi ele geçirdi.

O tarihlerde Türkiye’de

“Suriye Bugünkü Hale Nasıl Düştü?”

başlığını taşıyan bir broşür yayınlanmıştı. Keşke o broşürün piyasada nüshaları olsa da, vatandaşlar okusalar.

Bundan 16 yıl önce Cezayir’de

“İslâmî Selâmet Cephesi”

seçimleri kazandı. Kazandı ama iktidar olamadı.

Cezayir korkunç bir kaos içine düştü ve 200 bin insan öldü.

Cezayir Müslümanları son genel seçimleri boykot etti. Oradaki iktidara göre katılım yüzde 35,5 olmuş; gerçekte ise bu rakam yüzde 12 ile yüzde 20 arasındaymış (Le Monde, 24 Mayıs 2007, Florenca Beaugé imzalı yazı…) Keşke 1992 seçimlerinde Cezayir’in Müslüman liderleri

kendi arzularıyla
“az kazanmış”

olsaydılar.

Önümüzdeki

Temmuz ayında Türkiye’de genel seçim yapılacak.

Acaba bu seçimler yapılabilecek midir? Buna birtakım derin güçler izin verecek midir? Seçimlere izin verilir, hile karıştırılmaz ve halkın seçtiği vekiller Meclis’te toplanırlarsa ne olacaktır?

Birtakım derin güçler

“Ne yapalım millî irade böyle tecelli etti…”

diyerek buna rıza gösterecekler midir? 1992’de Cezayir’de olduğu gibi bir müdahale olur mu?

ABD için Türkiye çok önemlidir, kendi haline bırakılamaz. İsrail için Türkiye’nin desteğine sahip olmak bir ölüm-kalım meselesidir.

Eski Dünya haritasına bakınız. Türkiye, yüksek ve ulu bir kubbenin kilit taşı durumundadır.

Bu taş yerinden oynarsa dünyanın, Ortadoğu’nun dengesi bozulur. Yahudiliğin istikbali Türkiye’ye bağlıdır. Türkiye’yi kayb ederlerse gelecekleri çok karanlıktır.

Türkiye’nin dahi, süper, üstad, mâhir siyasetçilere ihtiyacı vardır. Aktif siyaset sahnesinde şu anda böyle politikacılarımız var mıdır? Denizde korkunç bir fırtına var. Tehlikeli kayalıklar… Böyle bir durumda gemiyi idare edenlerin kaptanlık birikimleri, tecrübeleri, uzmanlıkları yeterli midir?

Buraya kadar yazdıklarım beşerî cüz’i irade planındadır. İşin bir de teolojik yönü var. Türkiye korkunç ve dehşetli kasırgayı atlatabilecek kadar temiz midir? “Dikey irade” yatay iradenin yardımına gelecek midir? Ahd ve misakına ihanet eden bir toplum ayakta durabilir mi?

İsyan ve tuğyan korkunç boyutlara ulaşmış… Türkiye’nin bir Selahaddin’i var mı? “Öyle bir belâ ve musibetten korkunuz ki, o içinizden sadece kötü olanlara isabet etmez…” uyarısını biliyor muyuz? Saçı bitmedik yetimlerin haklarını yiyenler aziz mi olur zelil mi? Bugüne nereden ve nasıl geldik?.. Nereye gidiyoruz?..

Hortlayan İttihadçılık

İttihad ve Terakki tarihe karıştı mı?

Karıştı ama ruhu yaşıyor. O dokuz canlıdır. Ölmüştür ama hortlar zaman zaman. Devletimizin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi, bunun sonunda büyük felaketler yaşanması onun eseridir. O, Cumhuriyet tarihinde de büyük roller oynamıştır.

İttihadçılık nedir?

Sultan Abdülhamid’i

“Hürriyet Hürriyet Hürriyet…”

diyerek yıkmışlar, sonra hürriyetin canına okumuşlardır.

Devr-i Hamidî’de Padişah’a karşı olan Filozof Rıza Tevfik, İttihadçıların yaptıklarını ve devletin ne hallere düştüğünü gördükten sonra “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat” adlı manzumeyi yazarak Koca Hakan’dan özür dilemiş, büyük pişmanlığını dile getirmiştir.

Onlar, Sultan Abdülhamid’e Ermeni komitacıları ile birlikte

“Kızıl Sultan”

iftira ve hakaretini savurmuşlar; kendileri iktidara gelince işlemedik cinayet bırakmamışlar, İstanbul sokaklarını darağaçları ile doldurmuşlardır.

Adalet demişler, zulm etmişler… Müsavat (eşitlik) demişler, kendilerini

daha eşit

kılmışlar. Uhuvvet (kardeşlik) demişler, kardeşi kardeşe düşman etmişlerdir.

Tarihçi Refik Halid

“İki Komite İki Kıtal”

adlı kitabında İttihadçıların kötülüklerini, zulümlerini, suçlarını, cinayetlerini birer birer sayar. Bugünkü ittihadçılar dedelerinin izinde ve yolundadır. Egemenlik ulusundur diyorlar ve şöyle devam ediyorlar:

“Cumhurbaşkanı’nı halk seçerse devlet halkın eline geçmiş olur…”

İkinci Meşrutiyet devrinde ülkenin rantlarını yemişler, az zamanda hayli İttihadçı zengin yetiştirmişlerdi. Bugün de rantların arslan payını onlar alıyor. Kimisi Müslüman görünür ama sinsice dinin temellerini dinamitler.

Vaktiyle İttihadçılar İstanbul’da üç gazeteciyi öldürmüşler ve bu cinayetlerin failleri bulunamamıştı.

Yeni İttihatçılar da hayli gazeteci, akademisyen, aydın öldürmüşlerdir.

İttihadçılık ruhu tepemizde kara bir bulut şeklinde bizi gölgelemekte ve geleceğimizi karartmaktadır. 26 Mayıs 2007