Bilindiği gibi Milli Mücadele İslâmî bir hareketti. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Hacı Bayram Camii’nde topluca kılınan namazdan sonra dualar okunarak, kurbanlar kesilerek açılmıştır. Ankara Valiliği Meclis’in açılmasından önce Kur’ân-ı Kerim ve Buharî-i Şerif hatimleri yaptırmıştır. İlk celsede başkanlık eden en yaşlı milletvekili Sinop mebusu Şerif Bey

“Bu meclis, sevgili Halife ve Padişahımızı, aziz vatanımızı kurtarmak için toplandı”

meâlinde konuşmuş, bilahare kürsüye çıkan

M. Kemal Paşa

aynı sözü söylemiştir.

Meclis’te yetmiş kadar sarıklı ulema ve şeyh bulunuyordu. Kendilerine ev tutamamış veya otel bulamamış milletvekilleri yatılı bir okulun yatakhanesinde geceliyor ve

Ankara vali muavininin emriyle her sabah orada ezan okunup namaz kılınıyordu.

Cumhuriyet’in ilk yılında ordumuzda üniformalı müftüler ve imamlar vardı. Alay müftüleri, tabur imamları. 1960’tan sonra ordudaki dindar subayların sayısı azalmaya başladı; hele 28 Şubat sonrasında Müslüman subay, astsubay kıyımı doruk noktasına çıktı.

Bendeniz

1950’li yıllarda Ankara İlahiyat Fakültesi’nde üniformalı askerî öğrencilerin moral subayı olarak yetiştirildikleri günleri hatırlıyorum,

onlardan bazı arkadaşlarım da olmuştur.

Ordumuzun tüzel kişiliğine büyük saygım vardır. Ordunun resmî ideolojiye, dinsizliğe alet edilmesini bir ârıza olarak görürüm, bundan dolayı ordunun manevî şahsiyetini suçlamam.

Ordumuz devletimizi

(ideolojik rejimi değil!),

ülkemizi, halkımızı dış tehlikelere ve düşmanlara karşı korumakla vazifelidir. Gerekirse içteki isyanları da bastırmak vazifesi kendisine sivil iktidar tarafından verilebilir. Son yıllarda çok önemli ve hayırlı gelişmeler oldu…

Ordunun yapısı halkın yapısına, ülkedeki çoğulculuğa uygun ve orantılı olmalıdır. Türkiye’de

yüzde yetmiş beş veya seksen Sünnî

mi vardır, ordudaki Sünnî kökenli subay ve astsubay sayısı da bu oranda olmalıdır.

Ordumuz İslâm ile barışmalı, İslâm’a hürmetkâr olmalıdır.

İsteyen kılar, istemeyen kılmaz ama

bütün askerî okullarda, birliklerde, garnizonlarda mescitler bulunmalı, kimse korkmadan, çekinmeden

(vazifesini hiç aksatmamak şartıyla)

namazını kılabilmelidir.

Hatta namaz kıldırmaya ehil rütbeli veya rütbesiz askerlerden biri imam olabilmeli, cemaat yapılmalıdır. Dünyanın bütün medenî ülkelerinin ordularında resmî görevli Katolik rahipleri, Protestan pastörleri, Yahudi hahamları ve Müslüman imamlar vardır. Laik Fransa’da uygulama böyledir. Bir Amerikan savaş gemisinde Müslüman personel varsa onların namaz kılabileceği bir mescit bulunur ve kendilerine asla domuz eti yedirilmez.

Ordumuzda bazı

İslâmcılık ve cemaatçilik holiganlıklarına, militanlıklarına, fanatizmine elbette izin verilmemelidir.

Müslümanlık, dindarlık serbest olmalı, sekt holiganlığı ve militanlığı yasaklanmalıdır. Askerî bir öğrenci, bir subay, bir astsubay şu veya bu tarikate mensup olabilir ama ordu içinde asla tarikatçilik yapamaz.

Şehir ve medeniyet kültürüne sahip Müslüman ailelere düşen vazife şudur:

Zeki, ahlâklı, faziletli, yüksek karakterli, mürüvvetli, efendi çocuklarının bir kısmını askerî okullara göndersinler.

Onlara Türkçe, İngilizce, genel kültür konularında paralel ve alternatif bir eğitim verdirsinler…

Zerre kadar şımarıklığa, kendini beğenmişliğe, hoppalığa züppeliğe izin vermesinler.

Türkiye milli kültürünün ve milli kimliğinin temel faktörü İslâmdır. Hangi İslâmdır?

Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığıdır.

Ordu bu İslâm’la mutlaka barışmalıdır. Ordunun İslâm’la kavgalı olması son derece vahim bir haldir.

Sadece faşist diktatörlük rejimlerinde ordular resmî ideolojinin bekçiliğini ve savunuculuğunu yapar.

İnsan haklarına saygılı, âdil hukukun üstünlüğünü kabul etmiş,

millî kimlik ve kültür temellerine dayanan sağlıklı rejimlerde

dominant dine saygısızlık edilmez, öteki dinî azınlıklara da hoşgörüyle bakılır.

Din karşıtı darbeler devlete, ülkeye, halka büyük zarar vermiştir. Şu hususu da samimiyetle açıklamam gerekiyor:

Bazı militan ve holiganlar orduda kadrolaşmak, orduyu ele geçirmek isteyebilir. Bunlara karşı hukuk ve insaf sınırları içinde tedbir alınabilir. Şu veya bu cemaatin, tarikatin orduyu ele geçirmesi iyi bir şey olmaz.

Ne din karşıtlığı ve düşmanlığı, ne de ordunun cemaat militanları tarafından ele geçirilmesi..

Dindar bir subay, şayet gerçek dindarsa vatanseverlikte, çalışkanlıkta, doğrulukta, dürüstlükte hizmetini kusursuz bir şekilde ifa etmekte; ahlâkta, karakterde, fazilette, feragatte en başta, birinci safta olur.

Ordumuz İslâm’la barıştığı ve gerçek dindarlara kapısı açtığı takdirde ordu olmanın yanında bir okul olacak, vatanî hizmetini yapan genç nesilleri iyi müslümanlar ve insanlar olarak yetiştirecektir.

Tatlısu İslâmcıları

Bu tatlısu İslâmcıları ile köy olmaz kasaba olmaz… İslâmcılık edebiyatı yaparlar ama günün birinde bir İslâm devleti ve nizamı kurulsa bunların çoğu İslâmî uygulamaya intibak edemez.

İslâm nizamında namaz mecburîdir. Hür ve mukim erkeklerin

(Şer’î bir özürleri yoksa)

farz namazları cemaatle kılmaları da mecburîdir. Bizim İslâmcıların bir kısmı namaz kılar, bir kısmı kılmaz veya bazen kılar bazen kılmaz. Bunlar şer’î bir düzenin kurallarına nasıl uyacaklar?

İslâm devleti kurulursa, Kur’ân-ı Kerimi re’y ve heva ile tefsir edip işkembeden ictihadlar yumurtlayamayacaklardır.

Sünnet konusundaki aykırılıklarına ve ayıklamalarına da izin verilmeyecektir.

Muhalefetün lil havadis

sıfatıyla sıfatlı olan Allahü Teala hazretlerini,

iki çehreli bir Roma putuna benzeten kişiyi

baş tacı edip gençliğe İslâm önderi olarak yutturamayacaklardır.

Ehl-i Sünneti darbelemelerine izin verilmeyecektir.

Peki,

İslâm devleti kurulursa cemaat, hizip, fırka, grup, parça holiganları, militanları, fanatikleri ne yapacaklar?

Oh ne iyi oldu da hak ve âdil bir düzen kuruldu diye sevinecekler midir? Hiç sanmam…

İslâm düzeni kurulursa öyle keyfe mâ yeşa zekat toplanmasına izin verilmeyecektir.

Saf, temiz Müslüman halktan İslâmî hizmet ve faaliyet yapıyoruz diye her yıl milyarlarca dolar toplanması da denetime, hesaba kitaba tâbi olacaktır.

İslâm devleti kurulursa Kur’ân tercümesi, meâli, tefsiri, din kitapları

“Tedkik-i Mesâhif ve Kütüb-i Diniye Encümeni”

tarafından kontrol edilecek ve içlerinde bozukluklar olanların yayımına izin verilmeyecektir.

Velhasıl bizim

tatlısu İslâmcıları, reformcular, dinde yenilik ve değişim isteyenler, Efendimizin

(Salat ve selam olsun ona)

hadîslerini AB normlarına ve Feminizm ilkelerine göre ayıklayanlar, Kemalist ilahiyatçılar

(İlahiyatçıların hepsi Kemalist değildir),

light ve ılımlı İslâmcılar, üç ibrahimî dinciler, Fazlurrahmancılar, neo-Haricîler, İslâmcı Feministler

pek ziyade zorlanıp sıkılacaklardır.

Bugünkü lâdinî düzen onlara çok hürriyet ve fırsat veriyor.

Hak ve âdil bir düzende Ehl-i Sünneti darbelemek ve bin çeşit bid’at tohumu ekmek, Ümmeti parçalayıp Protestanlaştırmak, Kur’ânı re’y ve heva ile tefsir etmek, Müslüman halkın ve gençliğin kafasını karıştırmak şeytanî hürriyeti olmayacaktır.

08 Ocak 2013