Ordumuzu Çok Severim Ama…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 22 Aralık 2018
1. Halkın bir kısmı beş vakit namaz kılıyor, yüzde altmışı cumaya gidiyorsa, ordu mensubu
çok normal, çok tabiî değil midir?
2. Halkın büyük bir kısmı Ramazan orucunu tutuyorsa,
makul değil midir?
3. Türkiye kadınlarının yüzde altmışı başını örtüyorsa,
pek olağan bir şey olmaz mı?
4.
Asıl anormallik, halkın Müslüman, ordusunun…..
5. Ülke sathında 80 bin cami bulunduğuna göre
doğru değil midir? Nitekim 1950’li yıllarda birliklerimizde camiler vardı, ezan okunurdu, cemaatle namaz kılınırdı.
6. Din büyük bir sosyal ve kültürel güç olduğuna göre,
7. Hiç kimse kendi ismini kendisi koymaz, anası babası koyar.
8.
9.
10. Siyasete karışmamak,
11. Lâik bir düzende isteyen içki içebilir, istemeyen içmez.
Dünyanın hiçbir demokrat, medenî, ileri, çoğulcu, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş devletinde ve rejiminde, ordu personelinin dinine, imanına, ibadetine karışılmaz. Batı ülkelerinin ordularında papaz, Protestan pastörü, Yahudi hahamı bulunur. Laik Fransa’da böyledir.
Müslüman bir subayın karısının başının örtülü olması orduyu ilgilendirmez. Böyle bir subayı cezalandırmak, fişlemek, hele ordudan atmak zulümdür.
Önemli olan faktörler şunlardır:
1. İyi bir asker olmak.
2. Vasıflı bir asker olmak.
3. Ahlâklı ve karakterli bir asker olmak.
4. Vatansever bir asker olmak.
5. Vazifesini çok iyi yapan bir asker olmak.
6. Başarılı, becerikli bir asker olmak.
Ordu devleti, ülkeyi, milleti dış düşmanlara ve tehlikelere karşı korur, gözetir.
Ordu dine karşı olmamalı, din ve ibadet hürriyetinden yana olmalıdır. Müslüman bir memlekette İslâmı ve dindar Müslümanları tehdit ve tehlike olarak görmek büyük şaşkınlıktır. Ordu devletin, ülkenin, milletin ordusudur. Resmî veya gayr-i resmî bir ideolojinin ordusu değildir.
Ordunun Müslümanlara karşı olmamasını isterim.
1959’da Erzurum Karskapısı Muhabere taburunda yedek subaylık yapmıştım. Birlikten ayrılacağım günün arefesinde herkesle vedalaştım, helallik diledim, sonra odama çekilip çok ağladımdı.
Orduyu çok sevdiğim için ağlamıştım.
Benim
Artık önümüzde konuşan, sorgulayan, tartışan bir Türkiye vardır. Çok şükür bu günleri de gördük. Tabuların, yasakların yüzde doksanı yürürlükten kalktı. İnşaallah hepsi kalkacaktır. Nasıl sorguluyoruz, nasıl konuşuyoruz, nasıl tartışıyoruz? Bu konuda bazı olumsuzluklar var. Niyetin önde gelmesi gerekir.
1. Gerçekler ortaya çıksın diye sorgulanıp tartışılacaktır.
2. Bütün tartışmalar, sorgulamalar müspet (olumlu) olacaktır; ülkenin, milletin, devletin yararına olacaktır, zararına olmayacaktır.
3. Türkiye’nin yani devletin, halkın, ülkenin hayrına, iyiliğine yönelik olacaktır.
Onların bu tartışma ve sorgulama sürecini kirletmelerinin önüne nasıl geçilecektir?
Bugünkü ortamda bir
ne kadar büyüktür. Keşke Prof. Osman Turan’lar, Prof. Mümtaz Turhan’lar, Nurettin Topçu’lar, İsmail Hami Danişmend’ler ve benzerleri, denkleri hayatta olsalardı. Maalesef sorgulama ve tartışma alanında gaza getirme üslûp ve metodu ağır basmaktadır. Bu hiç de iyi ve doğru değildir.
Sorgulama ve tartışma üslubu:
1.
olmalıdır.
2. Elden geldiği kadar
olmalıdır.
3. Sert de olsa
olmalıdır.
Ülkemizde maalesef haddinden fazla, büyük miktarda, sürü sepet
türemiştir. Bunların ayak bastığı yerde ot bitmez.
Müslüman kesim gazetecileri, yazarları, fikir adamları, çok az sayıdaki aydınları, tv’cileri, kanaat önderleri böyle fırtınalı zamanlarda itidalin, hikmetin (bilgeliğin), vatanseverliğin, mantığın, adalet ve insafın bayraktarları olmalıdır.
Gazete veya dergi satmak, şahsî ün ve prestij elde etmek, köşe kapmak, yağlı kemik elde etmek, aferin almak için sorgulama yapmak bir Müslümana yakışmaz. Ciddî yazarlar gaza getirme edebiyatı ve yayını yapmaz. Türkiye yeni bir çağa girmiştir: Konuşma, sorgulama, tartışma çağı… Hayırlara vesile olur inşaallah… Sorgulama süreci rantçıların, arivistlerin, aktivistlerin, içten pazarlıklıların, reytingçilerin gaza getiricilerin kurbanı olmaz inşaallah…
BU yıl doğru dürüst kış olmadı derken, bir geldi pîr geldi. Dehşetli soğuklar oldu. Doğalgazla ısınanlar ısınmadı, yandı. Parası pulu olmayanlar fakirler titredi. Takasında yatan bir balıkçı soğuktan donarak öldü. Yollar kapandı, çığ oldu, buzlu yolda kayan araçlar şarampole yuvarlandı.
Geçen gün bir internet sitesinde okudum: Resmî bir kuruma mensup bir zat, “Pencere kenarlarına bir avuç buğday, bulgur vs. koyun da aç kalan kuşlar yesin…” demiş. Ne güzel bir teklif. Şehirdeki, dağdaki, ovadaki hayvancağızlar şu kışta kıyamette çok çileler çekiyor, aç kalıp ölüyor.
Müslümanlara hitap ediyorum: Sevap kazanmak, âhirette yüz mislini, hattâ yedi yüz mislini mükafat olarak almak istemez misiniz? Üşenmeyin, mutfağa gidin bir miktar bulgur alın, birkaç pencerenin kenarına koyun. Aç kuşlar gelsin yesinler. Amel defterinize sevap yazılsın. Kuşların taneye, sizin sevap kazanmaya çok ihtiyacınız var.
Sokaktaki aç ve perişan kedilere yiyecek verin. Sokak köpeklerini doyurun. Bir iyilik yapın, yüz sevap kazanın. Merhametli olun ki, size de merhamet edilsin.
Herkesin amel defterleri var. Her kişinin başında iki vazifeli var. Biri iyiliklerini yazar, biri kötülüklerini. Kötülükleri yazan melek, küçük günahlar için bir müddet bekler, kul o esnada bir iyilik yaparsa küçük kötülüğü yazmaz.
Lokantaya gidiyorsun, 20 liralık bir yemek yiyeceksin… Yanına fakir birini al, daha ucuz bir lokantaya git, iki kişi onar liralık yemek yiyin. Yekun yine 20 eder ama siz çok karlı çıkarsınız.
Ey dünya ticaretine düşkün olanlar!.. Ey dolar ve euro heapları yapanlar!.. Asıl ticaretin Allah ile yapılan olduğunu bilmiyor musunuz?
Otomobille şehirler arası bir yolculuk yapıyorsunuz… Issız bir yerde durunuz, yoldan birkaç metre öteye yarım ekmek atınız. Aç bir kurt, aç bir tilki gelir yer ve size sevap yazılır. Bilseniz bu sevaplara ne kadar muhtaçsınız.
Bu yazımı bitirdikten sonra mutfağa gideceğim. Dün beş kilo buğday aldırtmıştım. Pencere kenarına birkaç avuç dökeceğim. Kuşlar bekliyor… İmkanınız varsa siz de böyle yapın. Ticaret yapın ticaret yapın… Hayırlı ticaret… 30 Ocak 2010 Cumartesi