Cumartesi

 

Orhan PAMUK, bankadaki hesabından 400 bin dolar çekmiş ve alelacele ülkeyi terk etmiş, yani kaçmış… Hrant Dink’in katlinden sonra sinirleri bozulmuş, kendini güvende hissetmemiş.

Şu satırları yazdığım sırada onun nereye gittiğini veya kaçtığını bilmiyorum. Nice Avrupa ve Amerika ülkesine gidip yerleşebilir. Ona Nobel verenler, ondan İsveç’te oturma iznini esirgemezler herhalde.

Ermenistan’a gitse kendisini baştacı ederler. İsrail’e gitse, şeref konuğu olur. Pamuk gibi büyük yazarların kaderinde böyle kaçışlar vardır.

Nazım Hikmet

de, Selânikli Ahmet Emin’in başlattığı af kampanyası ile hapisten çıktıktan sonra Boğaz’da bir Romanya vapuruna gizlice binmiş ve soluğu Moskova’da almıştı. Şu anda Türkiye’de, bazı İslâmcıların ve milliyetçilerin içinde bile Nazım hayranları var. Nazım’ı sevmek ne demektir? Dolaylı şekilde Atatürk’e karşı gelmektir.

Adam, Atatürk’ü devirmek için çalışıyor, yakalanıyor, ağır hapse mahkum ediliyor, on beş sene haps ediliyor ve sonra af ile çıkıyor, Moskova havaalanına inince kendisini karşılayan gazetecilere

“Beni Stalin yarattı, benim vatanım Sovyetler Birliği’dir…”

diyor. Böyle bir kimse sevilmez ve tutulmaz mı?

Hem koyu Atatürkçü, hem de Nazım’ın deli gibi hayranı… Nasıl oluyor bu iş?.. Bu sorunun cevabını onlara sormalı. Lafları evelemeden gevelemeden, açıkça, samimî bir şekilde cevap versinler.

Eski Vezirler, Paşalar, Müşirler, Nazırlar, Vekiller Nereye Gittiler?

Bir sohbetteyiz, kültürel konulardan söz ediyoruz. Bundan elli altmış yıl önceki Türkiye… Çocukluğumda kırsal kesimde her zaman kibrit bulunmazdı, insanlar kav, çakmak taşı, çelik parçası ile ateş yakarlardı… Halkın büyük kısmı çarıkla geziyordu, onu da bulamayan vardı. Bırakın köyleri, koskoca ilçelerde elektrik yoktu, gaz lambası ve lüksle ışıklanılırdı… Falan filan. Derken dostlardan biri gürledi:

“Bırakın bu konuları yahu biraz da siyasetten bahs edin!..”

Ah şu siyasî dedikodular. Halka ne kadar tatlı gelir. Yıl 1950. Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan… Mareşal Fevzi Çakmak… Daha önceleri: Sadrazam Said Paşa… Tevfik Paşa… Paris Sefir-i Kebir’i Münir Paşa… Hariciye Nazırı Sava Paşa… Midhat Paşa… Serasker Hüseyin Avni Paşa… Mütercim Rüşdi Paşa…

Mithat Paşa’nın Beyazıt Tavşantaşı’ndaki konağında, Meclis-i Vükelâ toplantısında Hüseyin Avni Paşa’yı vurup öldüren Çerkes Hasan…

Son yüzyılın ünlü gazetecileri… Baba Tahir… Yunus Nadi… Hüseyin Cahid… Ali Kemal…

Benim neslimin, fıkralarını ve makalelerini zevkle okuduğu nefretle okuduğu Refi’, Cevad Ulunay… Peyami Sefa… Nizamettin Nazif… Dindarların Sevmediği Ahmed Emin Yalman…

27 Mayıs 1960 darbesi…

Yassıada mahkemesi… Menderes’in kasasından çıktığı iddia edilen kadın donunu bir savcının yüce mahkemede teşhir etmesi… Nihat Erim… Deniz Gezmiş… Nazır… Vekil… Bakan… Bunca dedikodudan geriye ne kaldı? Tevfik Paşa ne oldu… Sadrazam Kâmil Paşa… Avlonyalı Ferid Paşa… Prens Sabahattin… Enver, Talat, Cemal Paşalar…

Artık onların dedikoduları yapılmıyor. Ha, acaba Türkistan’da şehid olan

Enver Paşa’

nın, Gürcistan’da vurulan

Cemal Paşa

‘nın mezarları belli mi? Mustafa Kemal’e muhalefet ettiği için

Ali Kemal’i

İzmit’e kaçırmışlar ve

Sakallı Nureddin Paşa’nın

direktifi ile ayak takımına linç ettirmişlerdi. Ali Kemal, yaralarından kan akarak ve inleyerek yerde yatıyor, henüz canını vermemiş, vücudu ra’seler (titremeler) içinde can çekişmekte. Ayak takımı katiller yüzüğünü, cüzdanını, ceplerindeki bozuk parayı, dolmakalemini yağma ediyor.

İskilipli Âtıf Efendi,

İstiklâl Mahkemesi kararıyla bir sabah, henüz güneş doğmadan Ankara’da Meclis civarında asılmıştı.

Suçu: Henüz Şapka Kanunu çıkmadan önce şapka aleyhinde bir risale yazıp bastırmış olmasıydı.

Ceza kanunları makable şâmil olmazmış… Zaten

savcı sadece hapis cezası istemişti. Lakin hey’et-i hâkime idamına karar verdi.

Bâlâdaki irade öyle istiyordu…

CHP Genel Sekreteri

Kasım Gülek…

Kemal Satır… Paşalar, müşirler, Yâveran-ı Hazret-i Şehriyariler, sefir-i kebirler, Hünkâr’ın Esvabçıbaşısı İsmet bey, Osmanlı devletinin Mısır Başkomiseri

Ahmed Muhtar Paşa…

Onlar kafileler halinde geldiler, halk bir müddet dedikodularını yaptı, sonra geçip gittiler. Kimi rahat döşeğinde öldü, kimisi gurbette can verdi, bazısı idam sehpasında sallandı… Dedikoducular da bu dünyaya kazık çakmadılar. Onlar da kafileler halinde başka bir âleme göç ettiler. Hepsi geldiler ve gittiler… 04 Şubat 2007