Hıristiyan bir kadın oruç tutuyormuş, bunun hükmü nedir?

İşin başı Allahü Teala katında sahih=doğru makbul bir imana sahip olmaktır. Allah o Hıristiyan kadına iman nasip etsin.

İmanı olmayan bir kimsenin namaz kılmasının, zekat vermesinin, oruç tutmasının, ebedî saadet ve Cennete konulmak bakımından ona faydası olmaz.

Hıristiyan kadına

(Allah ona hidayet nasip etsin),

bu gerçek en uygun şekilde anlatılmalıydı. Hıristiyanlığın temeli Teslis inancı üzerine kuruludur. Teslis ile Tevhid uyuşmaz.

Muhammed Mustafa aleyhissalatüvesselamın insanlığa peygamber olarak gönderilmesinden,Kur’anın ve İslamın tebliğinden sonra, bu tebliğ ve davet kendisineulaştığı ve anlatıldığı halde iman etmeyen kimseler için necat yoktur.

Oruç tutan kadıncağıza bunun mutlaka söylenmesi ve anlatılması

gerekirdi. Oruç tutan bir Hıristiyan kadına

“Aaa ne mutlu size… Allah orucunuzun ecrini verir…”

demek yanlıştır.

Kadının vebáli, böyle söyleyenin üzerine olur.

Allah katında İslamdan başka hak ve makbul din olmadığıinancı Kur’an, Sünnet ve icmâ ile sabittir.

Üç hak ibrahimî din vardır inancıKur’ana, Sünnete ve icmaya aykırı olup batıldır.

Hz. İbrahimin, Hz. Musanın, Hz. İsanın ve diğer bütün Peygamberlerin

(aleyhimüsselam)

inancı İslam inancıdır.

Usûlde, temelde, esasta ihtilaf yoktur.

Farklılık Şeriatta, füruattadır.

Zaten,İslam ve Tevhid inancına bağlı olan İsa aleyhisselam âhir zamanda nüzul ettikten sonra

Muhammed Mustafanın

(sallallahü aleyhi ve sellem)

Şeriatıyla amel edecektir.

Oruç tutan Hıristiyan hanıma bu gerçeklerin mutlaka söylenmesi gerekirken

söylenmemesi çok üzücüdür.

• (İkinci yazı) Sıcağı Görüp Yayılan Ekmek Hamuru Gibi

Çocukluğumda köylerde kırsal kesimde hattâ küçük şehirlerde ekmekler evde yapılırdı. O zaman plastik kaplar yoktu, ekmek hamuru ağaçtan teknelerde yoğrulur, mayalanır, dinlenmesi ve kabarması için üzerine örtü örtülüp bir müddet bekletilirdi. Sıcak günlerde fazla bekletilen hamur, kabarır kabarır tekneden taşardı.

Türkiye’nin Ehl-i Sünnet Müslümanları bazen böyle teknelerinden taşıp yayılıp bayılıyorlar.

14 Mayıs 1950 seçimlerinde CHP oligarşisi yıkıldıktan sonra Müslüman çoğunluk, gerekenleri yapmadı, yan gelip yattı, yayıldı ve sonunda 27 Mayıs 1960’da dehşetli bir darbe yedi.

1950’den sonra

Sünnî Müslüman çoğunluk

neler yapmalıydı:

(1) Yeterli sayıda çok zeki, çok kabiliyetli, çok istidatlı, yüksek ahlak ve karakterli, azimli, sabırlı, sebatlı

oğullarını askeri okullara verip subay yetiştirmeliydi.

O tarihte dindar Müslümanlar için bu yol açıktı. Engellemeler, kösteklemeler, dindarları ordudan atmalar sonradan çıkmıştır.

(2) Yine çok akıllı çok sağlam çok idealist çocuklarımızın yeterli kısmını

öğretmen yapmalıydık.

(3) O tarihlerde Suriye, Irak, Mısır gibi ülkelerde çok güçlü Ehl-i Sünnet medreseleri bulunuyordu.

Buralarda icazetli din hocası yetiştirmeliydik.

Bu dediklerim planlı programlı şuurlu, hesaplı kitaplı şekilde yapılamadı. 27 Mayıs 1960’dan bu yana

4 darbe geçirdik yine yeteri kadar uyanamadık.

Son Gezi hadiselerinde biraz tedirgin olduk,

fırtına geçti; yine yan geldik yatıyoruz.

İslam Medreseleri ve gerçek tasavvuf tekkeleri yıkıldıktan sonra Müslümanlar başıboş kaldı.

Dindar halkı uyanık tutacak, şuurlandıracak, faydasına ve zararına olacak şeyleri ona anlatıp bildirecek yeterli nasihatçi kadrolarımız yok.

İrili ufaklı, hepsi birbirinden kopuk bin kadar cemaat, hizip, fırka, grup, parçavar ama hizmet ve vazifelerimizi bir bütün halinde ele alıp ona göre ciddi planlar ve programlar yapamıyoruz.

1960’dan günümüze başımıza gelen felaketlerin, sıkıntıların, darbelerin, acıların başlıca sebeplerinden birinin darbeci subaylar olduğunu anlayamadık…

Anlamış olsak bile çare ve çözüm bulamıyoruz.

Bunun çaresi şuydu:

Yukarıda arz ettiğim gibi tahtası ve cevheri çok sağlam, çok idealist, inançlı oğullarımızın yeterli kısmını subay olarak yetiştirmek.

Bu konuda şu hususu da arz edeyim ki

ordunun bir cemaatin, bir tarikatin, bir grubun eline geçmesini istemem.

Bendeniz

dindar subaylar

isterim.

Bunların bir kısmı Hanefî bir kısmı Şafî olabilir. Bir kısmı Nakşî bir kısmı Mevlevî bir kısmı da Kadirî olabilir. Lakin asla tarikatçi olamazlar, tarikatçilik yapamazlar.

Ehl-i Sünnete aykırı,

batılılıların sekt dediği dinî cemaatlere mensup olanlar orduya alınmamalıdır.

Ordumuzun yapısı sekter düşüncelere tahammül etmez.

Bir subay Nakşî olabilir ama orduda tarikat propagandası, Nakşîcilik yapmamalıdır. Bugün, 1950’lerdekinden fazla din hürriyetine sahibiz.

Sünnî Müslümanların, bilhassa varlıklı kısmı, cevherli ve vasıflı çocuklarını subay, öğretmen ve din görevlisi yetiştiriyor mu?

Maalesef hayır. Biz çocuklarımızı öncelikle doktor, mühendis, hukukçu, işletmeci yetiştiriyoruz.

Çünkü bu mesleklerde çok para var.

Benim oğlum mühendis olsun, fakirin çocuğu öğretmen…

İşte bizi yıkan bencil ve dar zihniyet budur.

(Bazılarının bu yazımı kesip saklamalarını, önümüzdeki sonbaharda ikinci Gezi tayfunu patlak verdiğinde okumalarını tavsiye ederim. Belki o zaman bana hak verirler.)

18.08.2013