Alay müftüsü Hacı Salih Muhlis bin Muhammed Erzurumî’nin, bir kısmı telif, bir kısmı tercüme olan Hallü’r-rüyûb fî Şifâi’-Kulûb adlı eserininin (İstanbul, Matbaa-i Osmaniye 1332, büyük boy 344 sayfa) 176’ncı sayfasında Osmanlı devleti hakkında şu satırları okudum:

Bazı evliyanın işaret ettiği üzere Osmanlı sülalesine mensup sultanlar ekmelüsselatîn olup Kıyamet’e kadar daim olacaklardır. Seyyid-i Kâinat olan Peygamberimizin emanetlerini Hazret-i Mehdi’ye teslim edeceklerin sülâle-i Âl-i Osman olduğuna ittifak edilmiş bulunduğu muteber kitaplarda ve Şeyh İsmail Hakkı Bursevî’nin Şuab-ı İman risalesinde açıklanmıştır. Allah onların iclâlini devamlı kılsın!

Bilindiği gibi Osmanlı devleti, son padişah Sultan Mehmed Vahidüddin’in 1922’de İstanbul’u terketmesi ve Ankara Meclis’inin saltanatı kaldırması ile nihayete ermiştir. Osmanlı hânedanından veliahd Abdülmecid efendi, Meclis tarafından Halife seçilmiş, bilahare o da, 1924’te halifeliğin kaldırılmasından sonra hudut harici edilmiştir. Osmanlı ailesine mensup şehzadeler, sultanlar (padişah kızları) ve damatlar da koğulmuştur. Büyük Millet Meclisi’nde halifelik ile ilgili müzakereler esnasında Trabzon meb’usu (milletvekili) Ali Şükrü bey Halifeliği müdafaa etmiş, birkaç gün sonra Atatürk’ün koruma başı olan Topal Osman tarafından öldürülmüş, Topal Osman da Çankaya köşkünde sıkıştırılmış, çarpışma esnasında hayatını kaybetmiştir. Böylece yakın tarihimizin esrarlı bir sayfası karanlıkta kalmıştır.

1938’de Atatürk vefat ettikten sonra saltanat taraftarları Mısır’da yaşayan şehzade Ömer Faruk efendiyi yeniden tahta çıkartmak için teşebbüse geçmişlerdir. Celal Bayar hatıralarında bundan bahsetmektedir.

Osmanlı hanedanıyla ilgili garip gelişmelerden biri de, son zamanlarda ortaya çok şüpheli bir şehzadenin çıkartılmış olmasıdır. Güyâ Sultan Abdülhamid Selanik’e sürüldükten sonra bir oğlu olmuş, lakin bu şehzadenin varlığı gizli tutulmuş.

Konuyu iyi bilen bir kimse olmadığım için bu hususta şahsî bir görüş beyan edemeyeceğim. Ancak bu bilinmeyen şehzade işini bir grup Ermeninin tezgahladığı ve günün birinde Türkiye’nin başına bir Ermeniyi Osmanlı hanedanına mensupmuş gibi getirmek istedikleri şeklinde bir şüphe vardır.

Türkiye’nin başına yeniden bir Osmanlı gelebilir mi? Bir şey söyleyemem, gaybı ancak Allah bilir. Osmanlı hanedanına mensup bir kimse politikaya atılabilir ve günün birinde cumhurbaşkanı seçilebilir. Akıl, mantık ve hukuk açısından böyle bir şey imkân dışı değildir Halen böyle bir kimse mevcut mudur? Bilmiyorum.

Muhyiddin ibn Arabî hazretlerinin, Şecere-i Numaniyye adlı ve Osmanlı devletinden bahseden Arapça bir eseri bulunmaktadır. İslâm tasavvufunun bu büyük siması, Osmanlı devletinin zuhurundan önce yaşamıştır. Şecere-i Numaniyye’nin Topkapı sarayı kütüphanesinde, padişahlar için yazılmış, hattı, süslemesi ve cildi çok sanatlı nüshaları bulunmaktadır. Sadreddin Konevî hazretleri bu esere bir şerh yazmıştır. Bu da Topkapı sarayı kütüphanesinde bulunmaktadır.

Türkiye cumhuriyeti Osmanlı devletinin devamıdır. Rejimler değişebilir, devletler ise devam eder. Osmanlının yükseliş ve kemal devrindeki teşkilatından, idare şeklinden, sisteminden alınacak çok dersler ve ibretler vardır.

Birtakım İslâm ve Türk düşmanı kimseler son yetmiş beş yıl içinde çirkin bir ecdat ve tarih düşmanlığı yapmışlardır. Hiçbir millet atalarına ve kendi tarihine söğüp sayarak yükselemez, ilerleyemez.

Osmanlı sisteminde din ve devlet birliği, uyumu, ahengi vardır. Tarihçi Wittek’in, Osmanlı devletinin kuruluş devrini anlatan kitabında, bu devleti kuran Oğuz Türklerinin dindarlığının yücelmeye, büyümeye ve güçlenmeye sebep olduğunu beyan etmektedir.

Toynbee’nin, Eflatun’un ideal Cumhuriyet’ine, realitede (uygulamada) en fazla yaklaşabilmiş sistem, Osmanlı devletidir dediği bir devletin kuruluş ve yükseliş devirlerindeki büyüklük sebeplerini araştırmamız gerekmez mi?

Osmanlı devleti niçin duraklamış, gerilemiş, yıkılmıştır? Bunu da büyük fikir adamlarının, büyük tarihçilerin, büyük zekaların araştırması gerekir.

Ülkemizde, bütün sosyal ve kültürel branşlarda olduğu gibi tarih tedkikleri konusunda da büyük bir gerilik ve yetersizlik müşahede edilmektedir. Dünya çapında birkaç büyük tarihçimiz, akademisyenimiz vardır ama, sayıları yeterli değildir. Şu anda elimizde Osmanlı devletine layık büyük bir tarih kitabı bile yoktur. Başta Tarih Kurumu’nun çıkarttığı birkaç ciltlik eser olmak üzere mevcut bütün Osmanlı tarihleri yetersizdir, eksiktir. Böyle bir tarihi yazabilmek için Türkçe-Osmanlıca, Arapça, Farsça, Latince, Grekçe, İtalyanca, Fransızca, Almanca, Sırpça, Bulgarca, Macarca, Rusça, Romence ve diğer ana lisanlardaki kaynakları inceleyebilecek seviyede heyetlere ihtiyaç vardır. Osmanlı tarihi sadece Türkçe kaynaklarla yazılamaz. Almanlarla iki yüz yıl boyunca savaşmışızdır. Onların arşivlerini titizlikle taramadan imparatorluğumuzun tarihini yazmak mümkün olur mu? Bizans’ı, Doğu Roma imparatorluğunu ortadan kaldırmış bir cihan devletinin tarihi yazılırken elbette ki, Grekçe kaynaklardan da istifade edimesi gerekir.

Biz bugünkü geriliğimizle, bugünkü resmî ideoloji ile kendi tarihimizi doğru dürüst yazamayız.

Osmanlıyı üstün kılan sebeplerin başında din ve devlet beraberliği ve uyumu gelir. Şu anda ise siyasî rejim ve resmî ideoloji ile İslâm dini arasında bir çatışma vardır. Ülkemizin, devletimizin, milletimizin belini büken, Türkiye’yi geri bırakan en büyük zaaf unsuru budur. Bu kavga bitmedikçe Türkiye iflah olmayacaktır. Bitmesi mümkün müdür? Elbette mümkündür. Cumhuriyet, demokrasi, medeniyet olması için ille de İslâm ile savaşmak, İslâm’a karşı olmak gerekmez.

Cumhuriyet’e en büyük zararı militan dinsizler, fanatik İslâm düşmanları veriyor. Cumhuriyet teoride fazilet rejimidir, İslâm dini ise faziletin kaynağıdır. 1 Eylül 2000