Salı

 

İki küçük beldede ikamet eden; kışları Söğüt’te, yazları Domaniç’te oturan, Anadolu’ya Türkistan’dan göç etmiş bir aşiretten ibaret bulunan Osmanoğulları nasıl olmuştur da altı yüz yirmi iki sene pâyidar olan büyük bir cihan imparatorluğu kurmuşlardır? Bu konuda büyük tarihçiler birtakım görüşler, yorumlar, izahlar yapmışlardır ama hiçbiri tarihin bu sırrını çözememiştir.

Kuruluş devrinde Osmanlının en göze çarpan sıfatları şunlardır:

Bir kere son derece samimî dindar kişilerdir. İslâm dinine tam mânasıyla inanmışlar, sarılmışlar, hizmet etmişlerdir. Ahlâk ve fazilet sahibidirler. Adaletle hükmetmişlerdir.

Osmanlı Oğuz Türklerinin en üstün tarafı, ellerine geçen bütün vasıflı, güçlü, üstün, yüksek beyinleri din ve devletin hizmetinde kullanmış olmalarıdır. Osmanlının yükseliş devrinde Rum, İtalyan, Alman, Slav, Hırvat, Polonyalı, Fransız… velhasıl yetmiş iki milletten kişi devlet idaresinde istihdam edilmiştir. Bunların bir kısmı devşirme metoduyla elde ediliyordu. Bir kısmı ise savaşlarda esir düşen Frenklerin ihtida etmeleri, kendi ehliyet ve kabiliyetlerine göre yükselmeleri suretiyle kazanılıyordu.

Osmanlı sisteminde önce köle olmak, sonra ihtida edip hürleşmek, daha sonra liyakati varsa sadrazamlığa kadar yükselmek mümkündü. Bu metodun zaman zaman sakıncalı tarafları da olabiliyordu. Lakin faydalı tarafları çok fazlaydı.

İşte Osmanlı dehası, hangi ırka ve kavme mensup olursa olsun, en zeki, en üstün, en kabiliyetli, en ehliyetli, en liyakatli, en fazla hizmet edebilecek beyinleri dinin, devletin, mülkün hizmetine koşabilmiş olmasındadır.

Osmanlının dünya görüşü İslâm’dı. Nizam-ı âleme hizmet etmeyi hiçbir kavmin, ırkın, sınıfın, zümrenin tekeline vermemişler; makam ve mevki yollarını herkese açık tutmuşlardır. Fransız Comte de Bonneval devlete iltica etmiş, hizmetinde bulunduğu Avusturya devletine iade edilmemek için Müslüman olmuş, Osmanlının hizmetine girmiş ve en yüksek makamlara kadar yükselmiştir.

Osmanlı Müslümanları “Her şeyi biz yapacağız, kefereden ihtida edenlere hizmet vermeyiz, onların yükselmelerine fırsat tanımayız” demiş olsalardı, devlet-i ebed-müddet altı yüz küsur yıl ayakta kalabilir miydi?

Bugünkü Türkiye’nin de beyine ihtiyacı vardır. Artık Osmanlının metodlarıyla beyin temin etmenin yolları kapalıdır. Başka yollar bulunmalı ve bu ülkeye hizmet edecek vasıflı, güçlü, üstün, becerikli, başarılı beyinler getirtilip istihdam edilmelidir.

Bugünkü mevcut kadrolar, insanlar, beyinler Türkiye’nin para, iktisat, eğitim, üniversite, medya, kültür işlerini başarıyla yürütemiyor. Henüz yüzde yüz millî ve yerli bir otomobil sanayii bile kuramamış durumdayız. Güney Kore bu sahada harikalar meydana getirir, kendi yerli otomobillerini en ileri ülkelere yılda yüzbinlerce satarken biz geri, gülünç, montaj işi, kalitesiz, ihraç imkanı olmayan yabancı patentli otomobilleri üretip duruyoruz.

Bir devletin, bir milletin, bir ülkenin en büyük serveti beyindir. 30’lu, 40’lı, 50’li yıllarda, Hitler rejiminden kaçmış olan Yahudi ve liberal zihniyetli profesörler sayesinde üniversitelerimizin seviyesi çok yükselmişti. Bir de bugünkü duruma bakınız.

Hizmet edecek, başarılı olacak zeki, güçlü, vasıflı, üstün beyinler nasıl bulunacak, nasıl istihdam edilecektir? Dışarıdan nasıl kaliteli beyin getirtilecektir?

Önce Kaliteli Eğitim

Türkiye’ye çok güzel bir anayasa yapılsın, gerçek demokrasiye geçmek için bütün yollar açılsın, iktisadın düzelmesi için bütün çareler ve çözümler bulunsun, her sahada islah (iyileştirme) gayretleri başlasın; işler yine de düzelmeyecektir. Çünkü eğitim sistemi bozuktur. Bu eğitim ülkeye, devlete gerekli vasıflı, güçlü, üstün elemanları ve kadroları yetiştiremez. Dolayısıyla bütün islah ve düzeltme hareketleri başarısız olacaktır. Bizdeki millî eğitim (kesinlikle millî değildir) sistemi niçin bozuktur?

1. Kalite üstünlüğüne değil, kemmiyet (sayı, kelle çokluğuna) yöneliktir.

2. Çağdışıdır. Uluslararası çağdaş eğitim standartlarının ve seviyesinin çok altındadır.

3. Seçici, ayıklayıcı değildir. Okullara giren herkesi mezun etmek istemektedirler.

4. Lise bitirme imtihanları, bakalorya sınavları kaldırılmış; tembel ve başarısız bütün öğrencilere diploma verilmesi esası kabul edilmiştir.

5. Eğitim hür ve sahih düşünceler üzerine değil, resmî ideolojinin ve derin devlet felsefesinin üzerine kurulmuştur. Rejimin çizdiği şablonlara uygun vatandaşlar üretmek misyonuna sahiptir.

6. Bizdeki lise ve kolejler fen ve meslek liseleri haline dönüşmüştür. Anadili, edebiyat, tarih, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik, sosyoloji, sanat kültürü ve tarihi, beşerî ve iktisadî coğrafya gibi sosyal kültür dersleri son derece yetersizdir.

7. Okullarımızda bilgi ve kültür yanında ahlâk ve karakter terbiyesi verilmemektedir.

8. Millî eğitim sistemi millî kimliğe ve geleneklere ters düşmektedir.

9. Bu milletin bin yıl kullanmış olduğu, 1928’e gelinceye kadar bütün yazma ve basma kitapların, mevkutelerin (süreli yayın), arşiv vesikalarının, mezar kitabelerinin ve kayda geçmiş her şeyin yazılmış olduğu yazıyı genç nesiller, lise mezunları okuyamamakta; lisan konusunda yapılmış olan baskılar yüzünden seksen yüz sene önceki edebî Türkçeyi anlayamamaktadır. Şu durum bile eğitimimizin ne kadar yetersiz olduğunu anlamaya yeter.

Türkiye’nin kurtulması, yücelmesi, güçlenmesi için yapılacak ilk iş eğitimi düzeltmektir. Ülkemizde bu işi gerçekleştirecek niyet, irade ve güce sahip kişiler ve kadrolar var mıdır? 07 Temmuz 1999