Öteki Tıplar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Cuma
Marsilya’da 1720-21 yıllarında veba salgını başgösterir. Bu korkunç hastalıktan ölenlerin haddi hesabı yoktur. Keder, dehşet, çaresizlik ve panik şehri kara bir bulut gibi sarmıştır. Sadece dört hırsız ve yağmacı vebadan korkmamakta ve döşeklerde ölümü bekleyen hastaları soyup soğana çevirmektedir. Bunlar yakalanırlar ve muhakeme edilerek idama mahkûm edilirler. Hastalığa karşı nasıl korunduğunuzun sırrını açıklarsanız cezadan kurtulacaksınız denilince formülü verirler ve canlarını kurtarırlar. Formül afişler şeklinde basılır, görünen yerlere asılarak halka duyurulur. Eski Marsilya müzesinde bunlardan biri teşhir edilmektedir. Beyaz şaraptan yapılmış keskin sirkenin içine absent, karanfil, biberiye, angélique, sauge, marjolaine, reine de prés ve başka şifalı bitkiler konup bekleterek yapılan bir sıvı. Bir vebalının yanına gelmeden önce ellerine, burunlarına ve şakaklarına bu sıvıdan sürüyorlarmış.
1413’te yine Fransa’nın bir bölgesinde veba zuhur etmiş. Orada da dört hırsız hastaların evlerini soyuyormuş, hattâ vebalıları gırtlaklıyorlarmış. Yakalandıkları zaman diri diri yakılma cezasına çarptırılmışlar. Cezalarının hafifletilmesini isterlerse “sırlarını” açıklamaları istenmiş, onlar da açıklamışlar ve diri diri yakılmak yerine ipte idam edilmişler…
19’uncu asırda Paris’te ve Londra’da kolera salgını çıkmış, iki şehirde de, parfüm işçileri hastalığa yakalanmamış.
Yukarıdaki bilgileri Jean Palaiseul’ün “Tous les Espoirs de Guérir” (Şifa bulmak konusunda bütün ümitler) adlı kitabından aldım (Cilt 2, 137-8. Laffont 1970 Paris).
Sirkenin İslâm tıbbında büyük yeri vardır. Çünkü Peygamberimiz sirkeyi öğmüşler, ona “Peygamberler katığıdır” demişlerdir. Bakınız içine şifalı bitkilerin özleri ve yağları karıştırılan keskin sirke veba gibi korkunç bir hastalığa karşı bile koruyabiliyor.
Bendeniz, bir ara çok yüksek olan kolestrolümün, günde bir kaşık elma sirkesi tüketerek normalin altına inmesini sağladım.
İnsanlar şu iki kuralı akıllarından hiç çıkartmamalıdır:
Ölümden başka her derdin, bütün hastalıkların ilacı, çaresi, devası, tedavisi vardır. Bugünkü tıp bazı hastalıkları tedavi edemiyormuş… Olabilir. Bu onun problemidir. Doğal tıpta çaresiz, ilaçsız, başarılı tedavisi olmayan hastalık yoktur.
Beslenmek, yaşamak için yediğimiz ve içtiğimiz her şey, hem gıdadır, hem de şifa ve devadır. Binaenaleyh dengeli, tabiî (doğal), insanın yaratılışına ve yapısına uygun bir beslenme hastalıklara karşı korur, hastalanılırsa tedavi eder.
Lüzum ve zaruret olmadıkça kimyevî, sun’î (yapay) ilaçlar kullanılmamalıdır. Hiç kullanılmasın demedim, lüzum ve zaruret olursa kullanılsın dedim.
Ülkemiz sağlıklı beslenme, tıbbî hizmetler, hastaların tedavisi, ilaçlar, tıp, hastahaneler konusunda son derece yanlış bir yoldadır. Böyle giderse, devlet bütçesinin tamamı bu sahaya aktarılsa yine de sağlık problemleri halledilemeyecektir.
Mevcut sistem yerinde dursun, lakin en kısa zamanda, çok sıkı kontrol edilmek şartıyla tabiî (doğal) ve yumuşak tıplara izin verilmelidir. Çin tıbbı, aromaterapi, homeopati, talassoterapi ve diğerleri. Başka ülkelerde bu tıpların herhangi birinde tahsil görmüş, ciddî bir diploma almış doktorlara çalışma izni verilmektedir.
Her sahada şarlatan, dolandırıcı, yalancı, üçkağıtçı olabilir. Doğal ve yumuşak tıp sahasında da vardır muhakkak. Bunlara açık kapı bırakılmamalıdır.
Çin’de bir milyar 300 milyon insan Çin tıbbı ve akupunktur ile tedavi oluyor. Bu tıbbın bizde de serbest olması gerekir. Bugün bizde geçerli olan konvansiyonel Tıp Ortodoks Kilisesi bir takım suiistimallere uğramıyor mu?
Tıb ve ecza sanayii büyük bir endüstri haline gelmiştir. Geçen sene, çok büyük, dünya çapında yabancı bir ilaç firması ile ilgili rezaletleri gazeteler ve televizyonlar anlata anlata bitirememişlerdi. Sonra skandal örtbas edildi.
Doktorluk; öğretmenlik, hakimlik, subaylık gibi bir meslek olmalıdır. Tıp aşırı kazanç ve büyük servet edinme kaynağı ve sebebi olmaktan çıkartılmalıdır. Yabancı ilaç sanayiinin menfaatine olarak Türkiye halkının ilaç bağımlısı olmasının, aşırı şekilde ilaç tüketmesinin önüne geçilmelidir.
Koruyucu tıp ve sağlık konusunda insanlar kendi doktorları, kendilerinin bekçisi olmalıdır.
Halkımıza şu kurallar mutlaka öğretilmelidir:
(1) Acıkmadan sofraya oturmayacaksın.
(2)Sofradan, doymadan önce kalkacaksın.
(3) Kimyalı, aromalı, boyalı, koruyucu maddeli, benzoatlı, nitratlı, bilmem neli gıdalar ve içecekler tüketmeyeceksin.
(4) Kesinlikle beyaz ekmek yemeyeceksin. Beyaz ekmek tüketenler uzun vâdeli intihar etmiş olurlar. Mutlaka kepeği alınmamış esmer ekmek yiyeceksin.
(5) Ölü su içmeyeceksin, canlı su içeceksin.
(6) Halis zeytinyağı, üzüm ve elma sirkesi, limon tüketeceksin.
(7) Biberiye, nane, tarçın, zencefil, fındık, ceviz, hakikî bal kullanacaksın.
(8) Hayvanî yağları, sun’î fabrika yağlarını kullanmayacaksın.
(9) Hormonlu ve sun’î-kimyevî gübreli gıda maddesi tüketmeyeceksin.
(10) Sigara kullanmayacaksın, sigara içenlerin yanında durmayacaksın.
Türkiye’miz dünyada en fazla ameliyat yapılan ülkeymiş. Gerekiyorsa tabiî ki, ameliyat yapılacaktır. Ancak, gerekmiyorsa yapılmamalıdır. Ameliyat tıbbî bir hâdisedir. Bunun, endüstri haline getirilmemesi gerekir.
Evimizdeki buzdolabı, klima, televizyon, bilgisayar, mikro dalga fırın gibi cihazlar bile insan sağlığına zararlıdır. Nerede kaldı ki, röntgen, ültrasonografi, tomografi gibi şeylerin yan tesiri, zararlı tarafı olmasın. Lüzum ve zaruret olmadıkça bunların ticaret maksadıyla rastgele ve aşırı şekilde kullanılması önlenmelidir.
A. Hastanın eceli gelmişse, ölümü bu hastalıktan olacağı kaza-yı mübrem şeklinde yazılmışsa o ölecektir. Zaten her canlı ölümü tadacak değil midir?
B. Eceli gelmemişse ne kadar ağır olursa olsun o hastanın tedavisi mümkündür.
Paralel, doğal, yumuşak, gayr-i konvansiyonel tıblarla nice ağır ve vahim hastalık tedavi edilmektedir. Bu gerçeği inkâr etmemek, gözardı etmemek gerekir. Kimyevî ilaç sanayii mi üstündür, daha faydalıdır, yoksa tabiî ilaçlar ve tabiî tıp mı? Elbette ki, ikinciler.
Yukarıda beyan ettiğim gibi bugünkü sistem devam etsin, bugünkü tababet sürsün. Lâkin diğer tıplara da, (şarlatanlıklar ve sahtekârlıklar önlenmek şartıyla) izin verilsin. 19 Ağustos 2006