Özeleştiri ve Tesettür
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cuma
Özeleştiri mahiyetindeki bazı yazılarım birtakım Müslümanları rahatsız ve tedirgin etmektedir. Tenkitler, doğru ve haklı da olsa, hoşa giden şeyler değildir. İnsan tabiatı yalan da olsa övgülerden hoşlanır, gerekli de doğru da olsa tenkitleri ve uyarıları sevmez.
Tenkit, uyarı, görüş, fikir ve tekliflerimde hatâ görüldüğü takdirde, bunların gazete ve dergilerde yayınlanacak yazılarla ortaya konulması isabetli olur. Telefon açıp, “Sen yanılıyorsun” demenin fazla faydası olmaz, yararsız bir tartışma zemini açılır.
Geçen gün bir Müslüman, bir telefon konuşmasında, beni tesettürlü kadınlara hakaret etmekle suçladı. Tabiî yersiz ve haksız bir suçlamaydı. Tesettür Kur’an’la, Sünnet’le, icma ile sâbit bir farzdır. Hâlis niyetle tesettür kıyafetine bürünen bir Müslüman hanım övgüye layıktır. Ben şahsen bu devirde, Allah’ın rızasını kazanmak, Şeriat kurallarına uymak, Peygamber buyruğunu yerine getirmek niyet ve maksadıyla örtünen İslam kadınlarının inşaallah şehid sevabı kazanacaklarını zannetmekteyim.
Ancak tesettürün şer’î tarafının yanında bir de sanatla, medeniyetle, kültürle ilgili tarafı vardır. Tahsilli, yüksek tabaka mensubu, hayata atılmış İslam hanımlarının bu ikinci hususta kaliteli, güçlü, üstün, sanatlı bir tesettüre sahip olmaları gerekir. Dinimiz elbette seksî bir kıyafete, kadınların kendilerini teşhir etmelerine izin vermemektedir. Seksî olmamak, teşhire ve nümayişe yönelik bulunmamak şartıyla zengin, tahsilli, yüksek tabaka mensubu hanım ve kızların tesettürlerinin kaliteli olması gerekir.
Evinde oturan, sosyal ve kültürel hayat içinde rol oynamayan, kendi halinde yaşayan kadınlara ve kızlara bir şey dediğimiz yoktur. Lakin zamanımızda sekreterlik, tezgahtarlık, doktorluk, mühendislik, gazetecilik, televizyonculuk yapan Müslüman hanımlar vardır. Üniversite öğrencisi tesettürlü kızların sayısı da az değildir. İşte bu kesimin tesettür kıyafetinin mutlaka kaliteli, sanatlı, zevkli olması gerekir.
İslam’da moda yoktur diyorlar. Âmennâ. Lakin hayatta moda vardır. Dinde moda olamaz diye ter ter tepinen kimselere bakınız. Her birinin kıyafeti bir türlü. Renkler, çizgiler, üsluplar, desenler çeşit çeşit. Eşarplar, mantolar, tayyörler, elbiseler, pantolonlar ayrı ayrı. Bu çeşitlilik moda değil de nedir. O mâhiler ki derya içredir deryayı bilmezler…
Benim çarşaf aleyhinde olduğumu iddia edenler de iftiracıdır. Bedir yayınevinin çıkartmış olduğu Hicab adlı derleme kitaba çarşaf hakkında bir bölüm eklemiş ve burada çarşafı öğmüştüm. Kaliteli olmak şartıyla çarşaf bir zarafet âbidesidir. Nitekim Yakub Kadri Karaosmanoğlu 1920’de yazmış olduğu bir makalenin başlığını “Çarşafa ve Peçeye dair” koymuş ve orada bir sanatkâr, bir estet, bir edib gözüyle çarşafın ve peçenin ne kadar güzel ve ulvî olduğunu dile getirmiştir.
Yüksek tabakaya mensup, parası olan, hayata atılmış bulunan, otomobil kullanan, resepsiyonlara katılan, mücadele eden imkânlı İslam hanımlarının ve kızlarının mutlaka ve mutlaka vasıflı, üstün, sanatlı, karşıtlarımızın kıyafetlerinden daha yüksek bir tesettüre sahip olmaları gerekir. Ceplerine milyarlar koyup Vakkolara, Beymenlere, öteki pahalı mağazalara gidip zevksiz kıyafetler satın alanları tenkit etmek gerekir.
Temsilci durumunda olan, varlıklı, imkânlı İslam hanım ve kızları besleme ve hizmetçi kıyafetiyle arz-ı endam ederlerse, savaşı başından kaybetmiş olurlar. Kendilerini çok sâliha sanan, zamanın Rabiatü’l-Adeviyyesi olarak gören hanım ve kızlar evlerinde otursunlar. Onlara bu takdirde kimse bir şey demez. Lakin ortaya çıkıyorlarsa şekilleri İslam medeniyetine, İslam kültürüne, İslam sanatına, İslam kimliğine ve islamî geleneklere uygun olmalıdır.
Özeleştirilerimi, tenkit ve uyarılarımı beğenmeyenlerin faydasız tartışmalar yerine, gazete ve dergilerde yazacakları yazılarla beni tashih etmelerini, yanlış ve aşırı taraflarım varsa düzeltmelerini istirham ederim.
Susurluk’ta olan kazayla meydana çıkan gerçeklerle ilgilenmek, bu konuda bazı önemli bilgilere sahip olmak, mevzu ile ilgili araştırmalar yapmak kimseye uğur getirmiyor. Netameli konu bu Susurluk. Burnunu fazla sokan bir kazaya kurban gidiveriyor. Ya otomobilini koca bir kamyon eziyor, yahut esrarlı güçler arabasının hayatî bir parçasını bozuyor, bir civatasını gevşetiyor, bir tarafını eğeleyip inceltiyor ve arkasından bir trafik kazası…
Esrarengiz cinayetleri aydınlatmak için bütün devlet güçleri seferber oluyor; binlerce polis, hafiye, istihbaratçı, savcı, hakim, memur işin peşine düşüyor; az gidiyorlar uz gidiyorlar, sonra dönüp arkalarına bakıyorlar ki, bir arpa boyu yol alamamışlar.
Faili meçhul cinayetlerin dosyalarında bir yığın kağıt, bir sürü tutanak, tahlil raporu, sorgulama zaptı, mütalaa var ama sadra şifa olacak bir şey yok.
Faili meçhul cinayetler, acayip trafik kazaları niçin hep karanlıkta kalıyor? Hangi güçler suçluların bulunmasını önlüyor? Şimdiye kadar öldürülen, kazaya uğratılan profesörleri, yazarları, politikacıları kimler kimlere temizlettirdi?
Esrar içinde esrar, karanlık içinde karanlık, muamma içinde muamma… 27 Kasım 1999