Özlenen Değişim
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Perşembe
Devleti, ülkeyi, milleti kurtarmak için gerekenler yapılmıyor. Çünkü küçük hesaplar, şahsî çıkarlar ve ikballer ön planda tutuluyor. Ortada çatırdayan müesseseler var ama milletvekilleri hâlâ gelecek seçimlerde de kazanma emel ve hayalleri içinde. Herkes, her grup önce kendi menfaatlerini düşünüyor. Vatan, millet, devlet edebiyattan ibaret. Yıkılmadan önce Bizans’ta da durum böyleymiş. Türkler kapıya dayanmış, içeride bir sürü entrika, çekişme, tepişme, fitne ve fesat hüküm sürüyormuş.
Bazı kişiler ve kesimler uyandılar, değişim gereklidir diye feryat etmeye başladılar. Lakin, korkarım ki, değişimden sonra da işler düzelmeyecektir, başka bir kaos meydana gelecektir. Sovyetler Birliği yıkıldı, Rusya Federasyonu oldu da ne oldu? Orada korkunç bir kokuşma, çözülme, talan, soygun hüküm sürüyor. Baştaki büyüklerden biri, aile fertleriyle birlikte yirmi milyar dolar soygun yapmış.
Özlenen değişimin bir işe yaraması için ülkenin bilgi, aksiyon ve estetik boyutlar itibarıyla vasıflı, güçlü, üstün aydınlara, bürokratlara, seçkinlere sahip olması gerekir. Moloz insanlarla hayırlı değişimler yapılamaz.
Rüşvet, talan, soygun, haramilik, hortumlama, yalan, emanete hıyanet, yiyicilik, makyavelizm, arivizm her yeri sarmış. Bu pis ortamın adamları hayra mâtuf bir değişimi de kısa zamanda dejenere edeceklerdir.
Herkes keyfine bakacak, yan gelip yatacak, gel keyfim gel, kekah; sonra anayasa değiştirilecek, birkaç kanun yapılacak ve her şey düzelecek. Böyle ümid edenlere ben ahmak, ebleh, salak derim.
Bugün islâmî kesimde öyle kimseler var ki, kendi tercihleri iktidar olsun da, yakınlarına resmî dairelerde, belediyelerde iş bulunsun istiyorlar. Böyle bir zihniyetten ne hayır gelir?
Türkiye’de adalet olsun istiyoruz. Yüksek tabakanın, aydınların, seçkinlerin, sözü geçenlerin içinde, vicdanında adalet yoksa, ülkeye adalet gelir mi, gelse bile devam eder mi, hâkim olur mu?
70’li yılların sonlarında bir camide geçen acıklı ve üzücü bir vak’ayı size anlatmak istiyorum. Yetmiş yaşlarında sakallı bir zata, yaşları daha genç üç dört kişi ver yansın ediyor. “Sen hacı değil, acısın!” diyor birisi. Bir ötekisi, “Niçin namaz kılıyorsun? Kılma, çünkü boşa gidiyor…” diye haykırıyor. Üçüncüsü, “Gelme camiye, senin Müslümanların içinde yerin yoktur…” diye ter ter tepiniyor. Yaşlı hacı, bunca hakaret ve saldırı karşısında mosmor olmuş, hangisine cevap vereceğini şaşırmıştır. Bu şamatanın, cami içindeki çirkin saldırının sebebi mi? Cemaat ve tercih farklılığıdır.
Yâdigâr-ı Şemsî kitabında yazılı olan üzücü bir vak’ayı daha önce bu sütunlarda yazmıştım. Eski devirlerde, Bursa’da, mübarek bir Ramazan ayında ve bir Kadir gecesinde, evet bir Kadir gecesinde, Ulucami’de tasavvuf ehli çok muhterem bir zat şehid edilmiştir. Kimler tarafından? Bazı fanatik ve azgın kişiler tarafından. Sebebi de şudur. Muhterem sûfînin de içinde bulunduğu bir grup Kadir gecesinde cemaatle tesbih namazı kılmak istemişler, öteki grup “Cemaatle tesbih namazı kılmak bid’attir” diyerek mâni olmak istemiş, sonunda arbede çıkmış ve muhterem zat şehid edilmiştir. Düşünebiliyor musunuz, yer Ulucami, vakit Kadir gecesi, çekişme konusu namaz ve sonunda kan dökülüyor, mâsum ve muhterem bir Müslüman öldürülüyor. Bu devirde de böyle Müslümanlar var mıdır? Cevabı siz veriniz.
Biz yine asıl konumuza gelelim. Yakın tarihte bu memlekette çok kötü işler yapılmış, nice neslin beyni yıkanmış, on milyonlarca vatandaş saçmasapan hurafeler, mitolojiler, hikmete aykırı martavallarla sersemletilmiştir. Sağcı solcu, Sünnî Alevî, Laik Şeriatçı, şucu bucu her kesim bu yozlaşmadan, bu bozulmadan nasibini almıştır. Zaten ülkemiz sosyal ve kültürel yapı olarak bir Akdeniz–Latin–Bizans karakteri taşımaktadır. Bizde Meksika, güney İtalya, Latin Amerika havasına benzer bir hava vardır. Böyle bir ülkede, anayasayı ve kanunları değiştirerek İngiltere, İsveç veya Kanada’daki demokrasiye, hukuk rejimine, temel insan haklarına riayet ve saygıya geçmek mümkün olmaz.
Peki biz gerçek demokrasiyi, hukuku, insan haklarını istemeyelim mi? Elbette isteyeceğiz, bunların hayata geçirilmesi için çalışacağız. Lakin bu işin ücretini, faturasını ödemeye hazır olacağız. Değişimi önce beyinlerimizde, vicdanlarımızda, hayatımızda yapacağız.
Her şeyin başı insandır. İnsanlar değişmeden devletler ve sistemleri değiştirmek mümkün ve kabil olmaz.
Büyük değişim için herkesin değişmesi gerekli değildir. Vasıflı, güçlü, iradeli, azimli, sabırlı, ilimli, irfanlı, cesur, gözükara bir öncü grup harekete geçer, yeterli miktarda halk onların peşine düşer ve özlenen değişim gerçekleşir.
En kötü kölelik insanın kendi nefsine esir olmasıdır. Böyleleri kendilerini hür sansalar da, birer köleden başka bir şey değildirler.
Paranın, maddî menfaatin, mide hazlarının, şehvetin köleleri nasıl hür ve şerefli insanlar olabilir?
İçkinin, uyuşturucunun, kumarın, atyarışının, futbolun da köleleri vardır. Bunlar kendilerini hür zanneden kölelerdir. Hür olmak o kadar kolay değildir.
Dindarlık kölelikten kurtuluş demektir. Hem dindar, hem de nefsinin kölesi ise, o adam gerçek bir dindar değildir. Şu büyük geçinen küçük adamlara bakınız. Tûl-i emel, riyaset hırsı, şöhret talebi, beşerî ihtiraslar ile yanıp tutuşan bu adamlar nasıl büyük olabilir. Onlar nefs-i emmarelerinin kölesidir. Servetiyle, otomobiliyle, elbiseleriyle öğünen adamlara siz hür mü diyorsunuz? Pahalı ve lüks otomobili ile gururlanan, kibirlenen, böbürlenen şu solucan ne süflî bir köledir.
Bâtıl inançların, küfrün, şirkin köleleri, iman edenlere köle gözüyle bakıyor. Bunların hangileri gerçekten köledir? Eskiden para ile satın alınan köleler varmış. Şimdi, çok şükür köleliğin bu cinsi sona erdi. Şimdi hür köleler devrindeyiz. Medyanın, televizyonların, tüketim toplumunun, işretin, seksin, aşırı tüketimin, hedonizmin köleleri. 15 Ekim 1999