Öğle ezanı okunuyor… Bulunduğum yere en yakın cami, Mısırçarşısı’nın arka tarafındaki Marpuççular Camii.Oraya gittim, kapıda ayakkabılarımı çıkarttım, tam içeriye gireceğim sırada arkamdan bir ses,

“Ayakkabılarını naylon torbaya koy!”

diye bağırdı. “Böyle bir mecburiyet yok..?” cevabını verdim. Adamcağız işi uzattı. Pabuçlarımı torbaya koymazsam camiye toz dökülürmüş…Baktım iş uzayacak. Geriye döndüm, ayakkabılarımı giydim, beş dakika uzaklıktaki Eminönü Yeni Camii’ne gittim.İlk sünnet kılınmıştı, farza yetiştim…

Evvel yoğ idi, camilere girerken ayakkabıları naylon torbalara koymak bid’atı yeni çıktı.

Birçok caminin giriş kapısında çirkin, zevksiz, kaba iki fıçı ve varil; içlerinde naylon torbalar, cemaat bunları alıyor, ayakkabıları içine koyuyor. Herkes bu kurala riayet etmiyor. Kimisi de eskiden olduğu gibi ayakkabılarını elinde götürüyor.

Kutsal ibadet yerlerinin kapılarına böyle çirkin, zevksiz, iğrenç, pis fıçı veya variller konulması doğru mudur?

Siz evinizde misafirinizi ağırladığınız salonun kapısına böyle iki korkunç bidon koyar mısınız?

Birtakım Müslümanlar iyice şaşırdılar.

Din iman elden gidiyor…Yığın yığın vatandaş dinden çıkıyor, irtidat ediyor. Şehir bin türlü isyan, günah, rezalet, fısk, fücur, fuhşiyyat, azgınlık, isyan, tuğyan ile dolu. Bazı dindarlar da cami kapısına pabuç torbaları koymakla dinî hizmet yaptıklarını sanıyorlar.

Çok vahim olan husus şudur: Marpuççular Camii’nde bana yapıldığı gibi, ayakkabıları naylon torbaya koymak konusunda saldırganca tutumlar sergilenmektedir. Farz değil, vâcib değil, sünnet değil… Efendi sen bana niçin karışıyorsun?

Bir daha böyle lüzumsuz, yersiz bir müdahale karşısında kalırsam kapısında pis variller içinde naylon torbalar bulunan camilerde namaz kılmayacağım. Bunun vebali de Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve müftülüklere ait olacaktır.

Yıllardan beri belki yüzlerce defa yazdım, camilerin kapılarının, içlerinin, dekorasyonunun tanzim edilmesini istedim. Maalesef sorumlu makamlar ilgilenmediler.

Düzeltilmesi gereken birinci aksaklık cami hoparlörlerinin sonuna kadar açılıp açılmamasıdır. Sesi çok güzel, ezan okumasını bilen gerçek bir müezzin bile hoparlörü sonuna kadar açmamalıdır.

Halbuki, sesi berbat, musiki ve makam bilmez birtakım cahiller ses cihazlarını sonuna kadar açarak Ezan-ı Muhammedî’ye ve dinleyenlere eza veriyorlar. Akustik denilen bir ilim ve teknik vardır. Türkçesi sesbilim… 120 desibellik bir ses zevk ve haz vermez, eza ve cefa sebebi olur.

Hoparlörleri sonuna kadar açanlar, bir kısım vatandaşların küfre kadar düşmesine yol açıyorlar. Adam Müslüman ama namaz mamaz kıldığı yok. Bilhassa yaz aylarında sabahın erken vaktinde hoparlör en son kertesine kadar açılıyor ve nefretî makamından berbat bir sesle ezan okunuyor. Bînamaz vatandaş bittabi rahatsız oluyor ve uyku sersemliğiyle küfr ediyor. Gece yatağına fâsık ve fâcir de olsa mü’min olarak yatmıştı, sabahleyin yatağından ezana küfr ettiği için kâfir olarak kalkıyor.

Vaktiyle, 1950’li yıllarda Ankara’da bir resepsiyonda İran Büyükelçiliğinde askerî ataşelik yapan bir Azerî ile tanışmıştım. Ayaküstü sohbet esnasında söz ezanlara intikal ettiğinde şöyle demişti:

-Bizde sabah ezanları çok güzel okunur. Öyle ki, namaz kılmayanlar yataklarından doğrulurlar, huşu içinde, büyük bir zevk ve haz alarak ezanı dinlerler ve sonra namaz kılmadan tekrar yatarlar. Sizde ise, hepsi olmasa bile, öyle ezanlar okunuyor ki, namaz kılanlar bile yorganı başlarına çekmek zorunda kalıyorlar… Maalesef varoş kültürü bizde cami hizmetlerini son derece yozlaştırmıştır.

Ecdadımız camilere mermer kitabe veya duvara asılan levhalar şeklinde nefis, sanatlı hüsn-i hatlar koymuşlardır.Mermer kitabeleri söküp götüremediler ama asılı levhalar yok oldu. Çalanların, gaflet ve ihmal yüzünden çaldıranların veballeri ne kadar büyüktür.

Zamanımızda cami kapılarına ve içlerine Latin yazısıyla iğrenç, rezil, kepaze, gülünç yaftalar asılıyor.

-Vatandaş pabucunu öyle değil, böyle tut…

-Cep telefonlarını kapatınız…

-Üst raflara ayakkabı koymayınız…

-Ayakkabılarınızı naylon torbalara koyunuz…

-(Cami avlusunda) WC… Kadın… Erkek…

-Burası müezzine aittir, başkası oturamaz…

-Klima cihazını kurcalamayınız…

-Saatlerin ayarlarıyla oynamayınız… (Şaka etmiyorum, inanmayanlara gösterebilirim…)

-Hırsıza dikkat, ayakkabı ve çantalarınıza sahip olunuz…

Böyle saçma sapan edebiyatın kutsal camilerde ne işi vardır?

Müslümanların her işi bitti de, ayakkabıları naylon torbalara koyarak camiye girme meselesi mi kaldı? İstanbul’da öyle büyük camiler var ki, yardım dernekleri darphane gibi para basıyor. Mübarek Ramazan geldi gidiyor. Hangi zengin cami derneği, ipe sapa gelir, doğru dürüst, faydalı ve değerli bir dinî-ahlakî broşür hazırlattı, bastırdı ve kutsal ayda cemaate dağıttı?

Camiler klima cihazıyla, kalorifer tesisatıyla, hoparlörlerle donatıldı ama halkı irşad edecek, uyaracak hiçbir basın-yayın faaliyeti yapılmıyor. İslâm dini nasihat üzerine kurulmuştur. Allah bize öğüt veriyor, Peygamber bize öğüt veriyor, Kur’ân en büyük öğüttür. Yakın zamana kadar ulema ve meşâyih Ümmet-i Muhammed’e öğüt vermişler. Peki şimdiki din hizmetlileri, tarikat büyükleri, dindar ve sofu Müslümanlar niçin yazılı öğüt faaliyetleri yapmıyor.

Onaltı sayfalık dinî bir broşür hazırlamak ve bastırıp halka dağıtmak o kadar zor mudur? Elbette zordur. Çünkü:

-O broşürdeki metin edebî olmalıdır.

-Gramer, imlâ, noktalama kurallarına riayet edilmelidir. İçinde hiçbir fikir ve lisan hatâsı bulunmamalıdır.

-Temiz bir kağıda sanatlı ve zevkli bir şekilde basılmış olmalıdır.

-Sayfa adedi, hacim bakımından küçük; değer ve fayda bakımından büyük olmalıdır.

-Kalıcı olmalıdır.

Cami kapısına fıçı içinde naylon torba koymak, hoparlörleri sonuna kadar avaz avaz bağırtmak, klima cihazı, kalorifer tesisatı yaptırmak kolaydır ama değerli ve faydalı broşür çıkartmak o kadar kolay değildir.

* Şifahî kültür ve zihniyet,

* Gecekondu ve varoş kafası,

* Bedevîlik ve ilkellik,

* Emanetlerin ehline verilmemesi,

* Şehir ve medeniyet kültüründen uzak kalınması…

biz Müslümanları mahv etti. Budan nicemizin haberi bile yok. 08 Kasım 2004