Pakistan’ın Durumu
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Pazartesi
GEO dergisinin Fransızca edisyonunda (No: 237, Kasım 1998)Marie Muller adlı bir kadın gazetecinin Pakistan ile ilgili intibalarını okudum. İslâm’a aleyhtar olduğu besbelliydi ve çok ağır yazıyordu. Yazmış olduklarının onda birinin doğru olduğunu kabul etsek bile o kardeş ülkedeki durumun pek parlak olmadığı anlaşılıyordu. Zaten başka kaynak ve kıraatlerden de orası hakkında kötü şeyler öğrenmekteyiz.
Pakistan 1947’de bir İslâm Cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Dr. Muhammed İkbal’in, İslâmcıların, idealist Müslümanların hasret ve hayallerinin bir meyvasıdır.
Aradan yarım asırdan fazla zaman geçti ve Pakistan hiçbir zaman ideal, örnek, sağlıklı bir İslâm devleti, İslâm ülkesi, İslâm toplumu olamadı. Türkiye Müslümanları bunun sebeplerini aramakla mükelleftir.
Pakistan’da kokuşma vardır. Bu konuda Nijerya’dan sonra ikinci geliyormuş. Pakistan’da Sünnîler ile Şiîler arasında gerginlik ve çatışmalar vardır. Pakistan’da sosyal ve etnik kesimler arasında kutuplaşmalar ve mücadele vardır. Bu İslâm ülkesi bu hale nasıl gelmiştir?
Birincisi: Koyu Müslümanlar ve İslâmcılar o ülkede hiçbir zaman siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî bakımdan en güçlü, en üstün, en vasıflı kesimi oluşturamamıştır. Kurulan islâmî partiler tek başlarına yahut birleşerek hiçbir seçimi kazanamamışlardır. Mevdudî çok parlak sözler konuşmuş ve yazmış, çok yaldızlı bir İslâm edebiyatı yapmış, “Gelin kardeşler İslâm nizamını kuralım” diye beyan ve hitaplarda bulunmuştur ama tatbikatta, aksiyon planında fazla bir şey yapamamıştır. Pakistan’da islâmî hareket, İslâm dini bu çağda islâmî bir devlet, toplum, nizam kuracak güce, üstünlüğe, evsafa (vasıflara) sahip elemanlara ve kadrolara sahip olamamıştır.
İkincisi: Pakistan’ın kurucu babası sayılabilecek olan merhum Cinnah dindar, tatbikatlı bir Müslüman değildi. İslâm’a aykırı bir takım hareketleri vardı. Yapılması farz ve zarurî olan dinî emirleri yerine getirmez, yüksek tabakadan bir İngiliz asilzâdesi gibi yaşardı. Daha kuruluş öncesinde ve kurulduktan hemen sonra baş ile gövde arasında böyle bir uyuşmazlık vardı. Pakistan’ın yüksek tabakası içinde, zâhirde İslâm’ı bir din ve nizam gibi kabul etmiş olsalar bile, realitede (uygulamada, hayatta) “Made in England” standartlarına uygun, çoğu zaman materyalist ve hedonist, dünya nimetlerini toplamaya meraklı, İslâm ahlâk ve karakterlerinden uzak kişiler çoğunluktaydı. Müslümanlar bunların karşısında varlık gösterememişler, bir güç oluşturamamışlardır.
Lafla Müslümanlık olmuyor. İslâm devleti ve nizamı kurmak istemek başka, onu kurmak başka şeydir.
Nice İslâm ülkesi vardır ki, sömürgecilerden, istilâcı ordulardan islâmî bir cihad hareketi ile kurtulmayı başarmışlar; fakat bundan sonra eski sömürge idaresinden, eski işgalden daha beter bir auto-colonie, bir içten sömürge sistemi bataklığına düşmüşlerdir. Cezayir böyle olmuştur. Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Türkistan’daki İslâm ülkeleri sözde bağımsız olduktan sonra demokrasi, adalet, hürriyet, güvenlik, insan hakları gelmiş midir o ülkelere? Maalesef hayır. Bugün öyle Orta Asya ülkeleri vardır ki, oralarda açılan yeni camiler kapatılmış, Ezan-ı Muhammedî okumak yasaklanmış, kadınların başlarını örtmeleri suç olarak ilan edilmiştir.
Mevdudî’nin parlak ve yaldızlı islâmî edebiyatı Pakistan’da bile geçerli olmamıştır. Nerede kaldı ki, Türkiye’de olsun. Bizdeki bazı İslâmcı kesimler Mevdudî’nin, Arap dünyasındaki bazı aktivist ve radikal yazarların kitaplarını tercüme ettirdiler ve bunlar yekûn olarak milyonlarca adet yayınlandı, dağıtıldı. Lâkin bizde de islâmî hareket hedefine ulaşamadı.
İslâm’da metod çok önemlidir. Metod yanlış olursa amaca ulaşmak mümkün olmaz. Peki ne yapmak gereklidir? Evvelâ: İslâm’ı anlamak, hayata uygulamak, islâmî hizmet ve faaliyetler konusunda Kur’ân’a, Sünnet’e, Sâlih Seleflere uygun hareket edilmelidir. İslâm’ı bir ideoloji veya hümanizma olarak algılarsak asla başarılı olamayız.
İkinci olarak: Hem Şeriat, hem de tarikat ve tasavvuf kanatları gereklidir uçmak için. Tek kanatla uçulamaz. Çeçenistan Müslümanlarının dev Rusya’yı yenmelerindeki sır buradadır. Modern, reformcu, aktivist islâmî hareketler tasavvufu reddettikleri, dışladıkları için hezimete uğramıştır. Cezayir’de FIS hareketi selefî bir harekettir. FIS’çi Müslümanlar tasavvuf taraftarı Müslümanlara karşıydı. Hattâ bazı yerlerde marabut (evliya) türbelerini tahrip etmişlerdi. Sonunda münhezin oldular (hezimete uğradılar.)
Üçüncü olarak: İslâm dâvâsı ve hareketi cami hocalarıyla, hâfızlarla, müezzinlerle, medrese mollalarıyla, dindar halk tabanı ile başarıya ulaşamaz. Başarı için İslâm’ı ve çağı yakalamış çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün elemanlar ve kadrolar gerekir. Böyle medyacılar, böyle fikir adamları, böyle siyaset erbabı, böyle sanatkârlar, böyle aydınlar, böyle hukukçular bulunmadıkça islâmî hareket yerinde saymaya mahkûmdur.
Dördüncü olarak: Müslümanların büyük bir başa itaat etmeleri, onun etrafında toplanmaları gerekir. Baş olmazsa bütün gayretlerler boşa gitmeye mahkûmdur. Pakistan hiçbir zaman böyle bir islâmî başa sahip olamamıştır.
Biz Türkiye Müslümanları İslâm dünyasındaki durumu yakından incelemeli, ibret ve ders almalıyız. İslâmî cemaatler, gazeteler, dergiler Pakistan’a, Afganistan’a, Çeçenistan’a, Mısır’a, Tunus’a, Cezayir’e büyük gazeteciler göndermeli, ciddî röportajlar yayınlamalıdır. Öyle “Kahire çok sıcak, hurmalar çok lezzetli, minarelerden gürül gürül ezanlar okunuyor, Şeyh Fennakî Hazretleri bize büyük bir ziyafet verdi, sabaha kadar tatlı bir sohbet yapıldı…” gibi ucuz ve faydasız edebiyat ile röportaj da olmaz. İstenilen vasıflı röportajları büyük fikir adamları, büyük kalemler yapabilir.
Evet, yazımı bitiriyorum. Şu anda Pakistan’da mezhep kavgaları, korkunç bir kokuşma, yüz milyarlarca dolarlık bir kara para trafiği, kabileler ve etnik gruplar arasında kutuplaşma ve çatışmalar, âmme hizmetlerinde zaaf, rüşvet, demagoji hüküm sürmektedir. 140 milyonluk bir koca İslâm ülkesi bu hale nasıl gelmiştir? Orada İslâm dâvâsını kimler baltalamıştır? Hangi câhil ve yetersiz dindarlar, kaş yapayım derken göz çıkarmışlardır? 08 Haziran 1999