Papalıkla Gizli Anlaşma
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cuma
İnanmak istemediğim rivayetler kulağıma geliyor. İslâmî kesimden bir grup, Papa ile, Vatican ile gizli anlaşmalar yapmış deniliyor. Elimde müsbit (isbat eden) belgeler ve bilgiler yok. Araştırıyorum.
Ortodoks kilisesiyle de bazı gizli anlaşmalar yapılmış. Heybeliada’daki ruhban mektebi (Ortodoks İlahiyat Üniversitesi) yeniden açılacakmış. İç ve dış şartlar müsait olunca İstanbul’a bir miktar Rum getirtilecekmiş…
Papalıkla, Ortodokslarla bu gizli anlaşmaları kimler yapıyor? Kimin adına yapıyor?
Türkiye Osmanlılar zamanında multi-cofessinnel (farklı dinî cemaatlerden meydana gelen) bir yapıya sahipti. O zaman, millet demek din veya dinî cemaat demekti. Müslümanlar İslâm milletini, teşkil ediyordu. Ortodoks Rumlar ayrı bir milletti. Gregoryen Ermeniler, Katolik Ermeniler, Museviler farklı milletlerdi.
1924’te Lozan andlaşması gereğince Yunanistan’daki Türkler Türkiye’ye, Türkiye’deki Rumlar Yunanistan’a gönderildi. Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları yerlerinden edilmedi. Benim çocukluğumda İstanbul’un en az beşte biri Rumdu. 6–7 Eylül terörü falan derken onlar kaçırıldı. Şu anda bir iki bin Rum kaldı.
Bizdeki laik rejim, bir yandan Müslümanlara baskı yaparken, öbür yandan gayr-i müslim azınlıkları da ezdi, kimisini kaçırdı, kimisini sindirdi.
Hıristiyanlar Türkiye toprakları üzerindeki emellerinden kesinlikle vaz geçmemişlerdir.
Ermenilerin başına gelenlerin sorumluları emperyalist devletlere ve emellere hizmet eden misyonerlerdir.
Osmanlı imparatorluğunu, Amerikalı misyonerlerin Rumeli Hisarında kurdukları Robert College çökertmiştir.
İstanbul’u Osmanlılar değil de, Latinler veya Slavlar ele geçirmiş olsalardı, Bizans’tan sonra Ortodoks kilisesi ayakta kalabilir, Rumlar kimliklerini koruyabilirler miydi? Dördüncü Haçlı seferinde Katolikler İstanbul’u ele geçirmiş ve korkunç tahribat, zulüm ve yıkım yapmışlardı. Ayasofya kilisesine girmişler, vaaz kürsüsüne bir fahişe çıkartmışlar, karıya çirkin laflar ettirmişler, yağmaladıkları kıymetli eşyayı yüklemek için mabedin içine hayvanlar sokmuşlar, bu hayvanlar kutsal binanın içini pisletmişlerdi.
Müslümanlar tolerans göstermek, başka dinden olanlara hakk-ı hayat tanımak hususunda Hıristiyanlardan bin kere üstündür.
Hıristiyanlardan cizye ve haraç alınıyordu… Buna mukabil onlar askere alınmıyordu. Müslümanlar ise icabında onbeş sene süren uzun askerlik hizmeti yapıyordu. Tarihî konteksti nazar-ı itibara almadan konuşmak insanı yanıltır.
Ortodoks Rum ruhanileriyle pek samimi, içli dışlı olan meşhur bir kişimiz cami olarak kullanılan bazı eski Bizans kiliselerini restore ettirme planları yapıyor. Restorasyonlar uzun yıllar sürecek. Bu esnada camiler ibadete kapatılacak. Sonunda müze veya kültür merkezi gibi yerler haline getirilecek. Kariye camii öyle olmadı mı? Adı cami, lakin ne ezan okunuyor, ne namaz kılınıyor. Müze olarak kullanılıyor. İslâmcıların umurunda mı? Onlar için din bir vasıta ve âlettir. Para toplarlar, riyaset elde ederler, ün ve itibar kazanırlar, şahsî ihtiraslarını tatmin ederler…
Peki Papalıkla temasa girip de gizli anlaşmalar yapan zat ve cemaat hangisidir? Onlarda, Türkiye Müslümanlarının temsilciliği var mıdır? Hangi hak ve selahiyetle bu anlaşmayı yapmışlardır?
Bizdeki derin devlet de bir cemaat başkanı ile anlaşmış diye rivayetler, dedikodular duyuyorum. Normal olarak dedikodulara itibar edilmez. İstihbaratçılıkta ise dedikoduların da kıymeti vardır. Üzerinde durulur, incelenir, doğru tarafı var mı, yok mu araştırılır.
Dinsizler, İslâm’ı ve Müslümanları tamamen kaldıramayacaklarını bildiklerinden, kendi işlerine gelen sulandırılmış, ucuzlaştırılmış, Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslâm hümanizmasını gerçek İslâm’ın yerine koymak istiyorlar. Bu konuda bazı ilahiyat profesörleriyle anlaşmaya varılmıştır.
Peki bunca gizli anlaşmaya, mekr ü hileye, düzene tertibe karşı Müslüman kesim ne yapıyor?
Okumamış halk yığınlarının bir kısmı futbol klübü tutar gibi hizipçilik, tarikatçilik, cemaatçilik yapıyor.
Birtakım geri zekalılar İslâmî hizmet denilince betonarme binalar yaptırmak, cami halıları, hoparlörler, yeşil boyalar, meşrutalar (imamevi) düşünüyorlar.
Okumuş, yüksek tahsil yapmış bir kısım İslâmcılar ise para, ikbal, nüfuz, riyaset, ün, alkış, halkın itibarı peşinde koşuyor.
Müslümanların hâlâ ciddî stratejik araştırma merkezleri, bilgi bankaları, plan ve program daireleri, üstün ve güçlü medyaları yok. Böyle giderse olacağı da yok.
Din sömürücüsü haşarat hem mukaddesat rantı yiyor, hem de bozuk düzenin yağlı kemiklerini kemiriyor.
ABD’de çıkan bir Yahudi gazetesinde bundan beş altı yıl önce akıllara durgunluk verecek, gayet ilginç bir yazı yayınlandı. Türkiye Müslümanlarının bundan da haberi yok.
Hıristiyan dünyasını araştırmak maksadıyla ilmî tadkikat yapan bir enstitümüz yok. Eski Grekçe, Latince, İbranice, Aramice, Süryanice bilen uzmanlarımız yok.
Yahudileri ve Sabataycıları inceleyen merkezlerimiz, uzmanlarımız yok.
Bırakın bunları, kendi halimizi, ne durumda olduğumuzu gerçekçi bir şekilde inceleyen kurumlarımız da yok.
Hiç bir şey yapılmıyor demiyorum. Lakin yapılanlar planlı programlı mı? Bir strateji var mı? Çalışma ve hizmetler verimli mi? Yapılması gerekenleri yapıyor muyuz? Yanlış yatırımlar yapılıyor mu? Zaman, enerji, fırsat israfı var mı?
Hıristiyan ve Yahudi dünyasında kültür, güç üstünlüğü var. Onların bizim hakkımızda ciddî araştırma kurumları, enstitüleri, güçlü uzmanları var. Biz ise köylü, gecekondu, kırsal kesim, varoş kültürü ve zihniyeti bataklığında çırpınıp duruyoruz. Geçen gün küçük bir caminin tek şerefeli mütevazı minaresinde elli çeşit ampul ve bir sürü hoparlör saydım. Minare gülünç durumdaydı. Bizim kafa yapımızın bir simgesidir bu.
Üzerinde gaflet, cehalet ve hıyanetle yaşadığımız toprağın altı kazılıyor, bizim haberimiz yok. Papalıkla anlaşan din baronu bari mertçe hareket edip durumu Müslümanlara açıklasa. 27 Mayıs 2000