Paralel-Alternatif Eğitim -3-
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Çarşamba
12. Görgü (Adab-ı muaşeret), şehirlilik dersleri. Ülkemizde büyük kültür değişiklikleri, hercümercler, yıkımlar yaşanıyor. Eskiden halkımızın görgüsü, edebi vardı. Bazı güçler ve mihraklar bunu yıkmak için açıkça ve sinsice uğraştılar; korkunç bir görgü erozyonuna sebep oldular. Görgüsüzlük o hale geldi ki, İstanbul tramvaylarında “Sayın yolcularımız. Yaşlı, hamile ve kadınlara yer verdiğiniz için teşekkür ederiz” anonslarının yapılmasına ihtiyaç hasıl oldu. Kabalık ve nezaketsizlik bütün yurdu kara bir bulut gibi sardı. Nice insanımız telefonla konuşmasını bile doğru dürüst bilmiyor. Eski ahlâkımızda sokakta yemek yemek ayıptı; şimdi herkesin elinde yiyecek bir şey, bir dondurma külahı veya kaynamış mısır ve insanların içinde hiç sıkılmadan ısıra ısıra, yalaya yalaya yiyorlar. Osmanlılar zamanında, kalabalık içinde yemek yiyenin şahitliği altı ay müddetince Şeriat mahkemesinde kabul edilmezmiş. Çöpünü sokağa, gelip geçenleri rahatsız edecek şekilde bırakan bir kimse iyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman olamaz. İşte bu konuları bilen görgülü büyükler tarafından gençlere özel dersler verilmelidir. Mektup nasıl yazılır? Misafirliğe nasıl gidilir, nasıl oturulur? Bir toplulukta nasıl konuşulur? Ben kelimesini çokça kullanmak hiç durmadan ben ben ben… demek niçin ayıptır?.. Daha bunlar gibi yüzlerce mesele anlatılmalı, öğretilmeli, gençlere görgü ve nezaket nedir talim edilmelidir.
13. İstihbarat, dilini tutmak, sır saklamak konularıyla ilgili dersler. Anadolu’muzun yetiştirdiği büyük din alimi İmam-ı Birgivî hazretleri “Tarikat-i Muhammediye” adlı çok meşhur ve çok değerli eserinin büyük bölümünü lisan âfetlerine ayırmıştır. Peygamberimiz “Müslüman o kimsedir ki, insanlar onun dilinden ve elinden emîn (güvende) olurlar” buyurmaktadır. Bugünün insanları dil gevşekliği hastalığına tutulmuşlardır. Sesleri kısılıncaya kadar lüzumsuz, faydasız, malayani, zararlı, kafa şişirici konuşmalar yapılıyor. Bazılarında tartışma hastalığı vardır. Bir şeye ak derseniz, o hemen atılır “Hayır karadır” der; şayet siz kara demiş olsaydınız, o ak diyecekti. Gevezelik almış yürümüştür. İnsanlar sır tutamıyor. İnsanlar dilleriyle hem kendilerine, hem mensubu bulundukları cemaate zarar veriyor. Müslümanların içindeki casuslar, ajanlar, istihbaratçılar gevezeler yüzünden yalan yanlış bir sürü bilgi elde ediyor… Müslüman gençlere istihbarat, istihbaratçılık konusunda da az, öz, ciddî bilgiler verilmesi gerekir. Sır tutmak ne demektir, insan sırlarını ve sırları nasıl tutabilir, bunlar da öğretilmelidir.
14. Hikmet (bilgelik)dersleri. Hikmetsiz bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar sırf aklın ışığıyla ve rehberliğiyle problemlerini çözebilecekleri vehmine (kuruntusuna) kapılmışlardır. Okulda, üniversitede, aile ocağında, toplum hayatında, medyada, çalışma yerlerinde hikmet eğitimi verilmiyor. Eski çağlarda hikmetin, hayatta büyük bir yeri ve rolü vardı. Mesnevi-i Şerif, Gülistan, Bostan, Baharistan gibi kitaplar birer hikmet hazinesidir.Şimdi herkes aklını paraya, menfaate, dünya zenginliklerine ve nimetlerine takmıştır. Hikmet para sağlıyor mu? Hayır, öyleyse kalsın… Yetiştirilmek istenen gençlere hikmet öğretecek hocalar bulunması gerekir. Gerekir de, böyle hocalar var mı?
15. Her Müslüman gence geleneksel sanatlarımızdan biri öğretilmelidir. Geleneksel sanat denilince hat, tezbih ebru hatıra geliyor. Bu üç sanatın dışında da çok sanatlarımız bulunmaktadır. Tahta oymacılığı (nahhatlık), tesbih ve takı yapmak, el tezgahında kâğıt üretmek (Evet bu da bir sanattır), elvan kağıtçılık yani tabiî boyalarla renkli kağıt yapmak, aherli kağıt sanatı, kumaş boyama, vitray, fırında pişirilmiş toprak eşya sanatı, cam sanatı, eski usul cilt sanatı ve daha neler neler. Bu gibi sanatlardan biriyle uğraşan kişi hem ruh sağlığına kavuşur, bu işleri yaparken mutlu olur, hem de eserlerini satarak aile bütçesine katkıda bulunur. Bu sanatların bir kısmının kursları bulunmaktadır. Bir kısmı ise can çekişiyor. İslâmî kesimdeki para babaları bu konuda kurslar açtırmalı, genç nesillere el sanatları öğretmelidir. Bu işler pek kolay değildir. Hemen bir kurs açılsın, hocalar ve öğrenciler bulunsun ve sanat olsun! O kadar kolay değil… Bin türlü çilesi, zahmeti vardır bu hizmetlerin.
16. Diğergâmlık, sosyal yardım dersleri. Peygamberimiz “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır” buyuruyor. İyi bir insan, iyi bir Müslüman her hususta yardımı seven, yardım yapan, muhtaçların hizmetine koşan kimsedir. Müslümanın iyiliği sadece insanlara değildir, o; hayvanları, bitkileri, yeşilliği, hatta taşı ve toprağı bile sever, korur, onlara yardımcı olur. Tezatlar içinde çırpınan bir dünyada yaşıyoruz. Bir tarafta çok zengin insanlar bolluk, lüks, refah, aşırı tüketim, konfor içinde yaşıyorlar; öbür tarafta ucuz belediye ekmeği alabilmek için saatlerce kuyrukta bekleşen fakir, ezilmiş, çileli kalbalıklar. Vicdanlı insan; ezilenlere, sürünenlere karşı lakayt kalamaz. Elinden ne kadar geliyorsa onlara yardım eder. Zamanımızda Batı ülkelerinde “Sınır tanımaz doktorlar” gibi insanî yardım dernekleri dünyanın her yerindeki ezilen, eza ve cefa çeken insanların hizmetine koşuyor. Bir Rahibe Tereza çıkmış, hayatını Hindistan’daki sefil insanlara vakfetmiş, bu yüzden Nobel ödülü kazanmış, kazandığı paranın tamamını (kendisi için bir dolar ayırmadan) yine hizmete vermiştir. İslâm dini bir hayır ve insanlık dinidir. İmkânı olanların imkânsızlara yardım etmesi gereklidir. Gençlerimize insan sevgisi, yardımlaşma şuuru, hizmet idraki aşılanmalıdır. Bu hem insanın içinde olan bir şeydir, hem de eğitim ile geliştirilmesi gerekli bir haslettir. Eğitmezseniz kişinin içinde kalır. Bu konuda verilecek derslerde, Avrupalıların insanlık hizmetleri konusunda neler yaptıkları, ne gibi teşkilâtlar kurdukları, nasıl yardım ettikleri belgelerle, resimlerle gösterilmelidir. Sen dünyalık elde edeceksin, keyf süreceksin; ezilenlere, sürünenlere, sömürülenlere yardımcı olmayacaksın… Böyle Müslümanlık olmaz:
17. Tesettür dersleri. Müslüman kızlara, bilhassa dindar öğrencilere tesettürün hem dinî tarafı, hem de kültürel tarafı anlatılmalıdır. Bugün İslâm kızları üniversitelere gidiyor, geçim yüzünden çalışmak zorunda kalıyor. Artık toplumda kadın erkek birbirine karışmıştır. Bugünün Türkiyesi, Sultan Abdülhamid’in Türkiyesi değildir. O eski Türkiye’de şehirli kadınlar çarşaf ve peçe giyiyor, erkeklerle ihtilat etmiyordu. Binaenaleyh zamanımızın şartlarına göre tesettür konusunda eğitim verilmesi gerekir. Bilhassa dindar kız öğrencilere, çalışan dindar kadın ve kızlara seksî olmamak şartıyla daha sanatlı, daha zarif, daha güzel tesettür kıyafetleri hususunda yardımcı olunmalıdır. Hayatta moda denilen bir olgu vardır. Kadın kıyafetlerinin şekilleri, renkleri, çizgileri, üslupları… İşte bunlar modadır. Başa örülen cilbabların, eşarpların, örtülerin de bin çeşidi var. Müslüman öğrenciler, Müslüman doktor hanımlar, Müslüman tezgahtarlar Şeriat’ın temel prensiplerine aykırı düşmemek şartıyla sanatlı giyinmelidir. Hizmetçi ve besleme kıyafetiyle tesettür savaşı kazanılamaz. Evinde oturan, fazla sokağa çıkmayan dindar, saliha, takvalı kadınlara bir şey demiyorum. Burada bahis konusu üniversiteye giden, çalışan, sokaklarda meydanlarda arz-ı endam eden kadınlar ve kızlardır. Müslümanlar tesettür kalitesi konusunda maalesef geridir. Bu gerilik ve zevksizlik en fazla başörtülerinden anlaşılıyor. Rengarenk eşarplar, Sultanhamam’dan da alınsa, Vakko’dan da alınsa kurtarmıyor. Bizim çok büyük bir kültür ve sanat mâzimiz vardır. Osmanlı devleti aynı zamanda bir medeniyetti ve bu medeniyetin giyim kuşamla, tesettürle, erkeklerin serpuşlarıyla ilgili zenginlikleri, özellikleri, sanatları bulunuyordu. Bu memlekette bunları bilen on kişi varsa (ki vardır), onlar Müslüman yığınlara önder olabilir, yol gösterebilir. Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) 1920’de yayınladığı “Çarşafa ve peçeye dair” başlıklı nefis yazısı bu konuda bize ışık tutmalıdır. 28 Şubat 2002