Bir Müslüman için en büyük beş felâketten biri, parayı putlaştırması, taparcasına sevmesidir. Bunda gizli şirk vardır. Zamanımızda bu felâket yaygın hale gelmiştir. Eskiden, aşağıda sayacağım kurumlar toplumu bu konuda, dizginliyor, frenliyor, uyarıyordu:

1. İslâm medreseleri. Bunlardan yetişen icazetli âlimler, fakihler, müftüler, vaizler Müslüman halka devamlı nasihat ediyorlar, onları para, mal, zenginlik konusunda orta yolda bulunmaya çağırıyorlardı.

2. Tasavvuf tarikatları da bu yönde terbiye veriyordu. Kâmil mürşidler, hakikî şeyhler hem nasihat ediyor, hem de örnek oluyorlardı.

3. Fütüvvet teşkilâtı ve loncalar. Bunlar da, iş ve ticaret hayatının, esnafın İslâm ahlâkı dairesinin dışına çıkmamasına dikkat ediyorlardı.

4. Âile. Eskiden İslâm âileleri vardı. Anneler ve babalar genellikle haram yemezlerdi. İslâm’ın kanaat ahlâkına riayet edilirdi. Çocuklarını da böyle yetiştirirlerdi. Paraları ve gelirleri fazla değilse tarhana çorbasına ekmek doğrarlar, bazen bulgur pilavı yerler, lakin kesinlikle haram yemezlerdi. Haram yemektense ölmeyi tercih ederlerdi.

Tanzimattan önce Padişahlar da oldukça ölçülü yaşardı. Topkapı sarayı, Batı’daki ihtişamlı sarayların yanında çadırlı ordugâh gibi kalır. Versailles sarayı ile Topkapı sarayını mukayese ediniz…

Avrupalılar Kanunî için “Muhteşem Süleyman” derler. Onun ihtişamı sarayında, yaşam tarzında değil, devletinin ve idaresinin büyüklüğündedir. Eskiden, Padişahlarımız parasını kendi ceplerinden vererek adam tutarlar, Cuma selamlığına giderken

“Padişahım mağrur olma, senden büyük Allah var!..”

diye bağırtırlardı.

Eski Frenk sefirlerinin, gezginlerinin hatıralarını okuyunuz, Osmanlı sarayındaki ziyafetlerin ne kadar mütevazı olduğunu anlarsınız.

Nerede

“Devlet benim”

diyen Fransa Kralı 14’ncü Louis’nin akıllara durgunluk verecek yemek sofrası, nerede padişahların mütevazı yemekleri.

Tanzimat’tan bu günlere Türkiye İslâm toplumu bozula bozula geldi. Hele son otuz kırk yıl içinde bozukluk, bid’atler, para sevgisi, israflar, ihtişam düşkünlüğü, çeşit çeşit sefahat (beyinsizlik), fuhşiyyat korkunç boyutlara ulaştı.

Maalesef para en büyük değer olmuştur. Para bir tür put olmuştur. İslâm’ın kanaat, iktisat, orta hallilik, tevazu ilkelerinin pabucu dama atılmıştır. Helâle harama dikkat edilmez olmuştur. İnsî şeytanlardan acayip fetvalar alınarak haram kazançlar ve servetler edinilmiştir. Lüks ve israf bataklarına batılmıştır.

Çocuklar ve gençler

“İyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş olmaları”

için değil, hayata atıldıkları zaman bol para kazanmaları, lüks ve sefih bir hayat sürmeleri, israf yapmaları için yetiştirilmektedir.

Dindar ve faziletli atalarımız şu pisliklere bulaşmazlardı:

  • Faiz ve riba alıp vermezlerdi.
  • Şeriatın bâtıl ve geçersiz kabul ettiği ticareti, alış verişleri yapmazlardı.
  • Rüşvet almaktan ve vermekten kaçınırlardı.
  • Paranın ve servetin kendilerini, çoluk çocuklarını azdırmasına izin ve fırsat vermezlerdi.

Eskiden bozukluk, kötülük hiç mi yoktu? Olmaz olur mu? Asr-ı Saadet’te bile içki içilmiş, hırsızlık yapılmış, zina edilmiş, adam öldürülmüştür. Osmanlı zamanında da suç vardı, kabahat vardı, kötülük ve bozukluk vardı ama bunlar nüfusa nispetle çok azdı. Zamanımızda riba yaygın hale gelmiştir… Zina (bilhassa göz zinası) yaygın hale gelmiştir… İsraf yaygın… Lüks yaygın… Sefahat yaygın… Haram yeme yaygın…

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki,

devlet, üzerinde TC yazılı resmî vesikalarla fahişe çalıştırılmasına izin veriyor,

bunlardan

KDV ve gelir vergisi alınıyor

ve bütçeye konuluyor. Peygamberimizin

“Bütün kötülüklerin anası”

dediği içki teşvik ediliyor, helâl gıdalardan alınan bazı vergiler rakıdan şaraptan, biradan alınmıyor.

Birtakım İslâmcılar haram rantlar, haram ve şaibeli ihaleler, haram avantalar, haram komisyonlar peşinde koşuyor ve haram milyonlarına haram milyonlar katıyor.

Bir yerde çok büyük bir arsa var. Yüzde otuzuna oniki katlı bina yapılmasına izin verilmiş. Allem ediyorlar, kallem ediyorlar, kulislerde fıs fıs fısk yapıyorlar ve inşaat oranı yüzde altmışa, kat sayısı yirmi ikiye çıkıyor ve bir milyar dolarlık bir rant doğuyor. Haram rant, ateş rant, uğursuz rant, cehennemlik rant, ahlâksız rant…

Kimler yapıyor bu işleri. Herkes yapıyor,

İslâmcısı da yapıyor, Kemalisti de, Masonu ve Sabataisti de.

Dinsizlerin ve çağdaşların yapmasına akıl erer de Müslümanlar nasıl yapar, akıl ermez. Kişinin dini imanı para, zenginlik, madde olursa her şey yapılır, her … yenilir.

Evet Müslüman kesim çok bozuldu.

Yanlış anlaşılmasın herkes bozuldu demiyorum. Bozulan bozuldu, bozulmayan bozulmadı. Zemzemle yıkanmış gibi temiz olanların, haram yemeyenlerin, ribaya bulaşmayanların, azıp kudurmayanların, lüks ve sefahat sergilemeyenlerin, Nemrud ve Firavun hayatı yaşamayanların, ölçülü ve mütevâzı olanların ellerinden ve eteklerinden öperim. Benim sözlerim ve oklarım onlara değildir. Sakın üzerlerine alınmasınlar.

Şu haram parayla süper zengin olmuş türedilere bakınız. Ayda kitaba, sanata, kültüre beş lira vermezler; lükse, israfa, tıkınmaya, gösterişe beş bin lira harcarlar.

Onbir ay her haltı yerler, her günahı işlerler, sonra bir umreye giderler, Kâbe’ye bakan lüks otel süitinde kalırlar ve böylece bilcümle günahlarından arındıklarını, pîr ü pâk olarak döndüklerini sanırlar: Beyinsizler!

Sayın Diyanet İşleri Başkanımız!.. Lütfen ve merhameten, parayı put edinmiş olan, zengin olmak için her haltı yiyen, ellerine servet geçince azıp kuduran, dinin ve şeriatın yasakladığı her günahı ve suçu işleyen azgınları, anlayacakları dille uyarınız, uyartınız.

Haram yiyen bir İslâm toplumu iflâh olmaz. Parayı ana ve temel değer haline getiren bir İslâm toplumu Kur’ân’dan, Sünnetten, Hikmetten uzaklaşmış, sapmış ve sapıtmıştır. Bir İslâm toplumunun seçkinleri, sorumluları, ilim sahipleri

emr-i mâruf ve nehy-i münker

farzını terk ederlerse azap iner başlarına.

Ülkedeki milyonlarca Müslüman sıkıntı ve sefalet içinde yaşarken, mutlu ve putlu bir azınlığın israf ve sefahat içinde yaşaması büyük bir belâdır.

Peygamberimiz

“Komşusu aç gecelerken, kendisi tok yatan bizden değildir”

buyurmuşken, zevkü sefa içinde hayat süren Müslümanlar iyi Müslüman mıdır, kötü Müslüman mı?

Şüyuu vukuundan beterdir sözünü bilirsiniz. İnşaallah doğru değildir ama

kurban kesimi ile ilgili dedikoduları, rivayetleri, emniyet ve adliye takibatını ve tahkikatını

duymuşsunuzdur.

Bu hallere de mi düşecektik?

Öncelikle fakirlerin ve miskinlerin hakkı olan zekât konusunda dönen dolapları bendeniz bir nebze biliyorum. İçinde vahim yanlışlar olan Kur’ân tercümelerini, meallerini, tefsirlerini, sözde din kitaplarını hazırlamak, tercüme etmek, yayınlamak da günahtır. Bunlardan kazanılan servetler helâl değil, haramdır.

Bid’atçi fırkalardan para alarak bid’atleri yaymak, bid’at propagandası yapmak, ya bu nedir? İslâmî kesimde öyle adamlar ve firmalar vardır ki, ihaleye girmemek için bile muazzam paralar almaktadır.

Türkiye’de haram yenmiyormuş, abartıyormuşum… Ya öyle mi? Peki, Birleşmiş Milletler’in her yıl yaptırdığı temizlik ve şeffaflık anketinde Türkiye niçin 5’in altında not alıyor?

Ya İslâm’a, Kur’ân’a, Sünnete, şeriata, ahlâka, fazilete, hikmete uyarak haram yemekten ve azgınlıklardan vaz geçeceğiz. Haram servetlerimizi elden çıkartacağız. Nasuh tövbesi edeceğiz. Yahut azabın tepemize inmesini bekleyeceğiz. 07 Ocak 2010 Perşembe