Paylaşılamayan Ülke
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Cuma
Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya gibi ülkelerin bir bölünme, paylaşılma, hegemonya altına alınma problemi yoktur. Gerçi Sovyetler Birliği batıncaya kadar Finlandiya Rusya’nın nüfuzu altındaydı ama yine de hür ve bağımsızdı, demokratik bir rejime sahipti. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra üzerindeki kâbus kalktı.
Bizim Türkiye’miz onlar gibi değil. Hem dışarıdan, hem içeriden ülkemiz tahakküm altına alınmak, nüfuz sahası haline getirilmek, uydulaştırılmak, hattâ paylaşılmak isteniyor.
Paylaşılma dediğim vakit öyle şaşırıp hayret etmeyin sakın. Biz zaten bölüne bölüne, paylaşıla paylaşıla bugünkü sınırlarımız içine çekilmişiz. 1912’ye kadar Türkiye Adriyatik denizine kadar uzanıyordu. Üsküp, Priştine, Yanya, Selanik hep bizimdi. 1918’e kadar Ortadoğu ve Arabistan yarımadasının büyük kısmı bizim idaremiz altındaydı. Sonra küçüldük ve artık ülkemiz Edirne’de sonra eriyor.
Türkiye toprakları üzerinde gözü olan dış güçler hangileridir?
Bunların birincisi Yunanistan’dır. Megali İdea mucibince İyonya’yı (Batı Anadolu), Pontus’u (Samsun’dan Hopa’ya kadar Doğu Karadeniz bölgesi) istiyorlar. Zaten Yunanistan Türkiye’den toprak koparta koparta bugünkü haline gelmemiş midir? Yunanistan’ın Türkiye toprakları üzerinde gözü olmadığını iddia edene ancak gülünür.
İkincisi: Ermenilerin ve Ermenistan’ın topraklarımızın bir kısmı üzerinde gözleri ve istekleri vardır. Meselâ Van’da gözleri vardır. Sınırlarımızın doğusunda Erivan diye bir şehir mevcuttur. Bu şehrin ismi bizim tarihlerimizde Revan olarak geçer. Bir asır öncesine kadar o şehir bir Türk ve İslâm şehriydi. Şimdi orada bir tek Türk ve Müslüman kalmamıştır. İran’da, Azerbaycan’da Erivan’ın Türk ve İslâm mazisi hakkında müstakil kitaplar basılmıştır. Bunlardan haberimiz var mı? Ermeniler Van’ı istiyor, peki Türkler niçin Revan üzerinde hak iddia etmiyor? Ermenilerin iddiası şu: Eskiden Van’da Ermeniler vardı. Eyvallah, vardı ama Revan’da da Türkler ve Müslümanlar vardı.
Kardeş ve komşu Suriye’nin her şehrinde İskenderun caddeleri bulunuyor. O ülkede basılan resmî haritalarda bizim Hatay vilayetimiz Suriye sınırları içinde gösteriliyor.
Türkiye üzerinde en fazla gözü olan devlet İsrail’dir. O bizden bir parça istemiyor, ülkemizin tamamını istiyor. Bu emellerinde hayli yol almışlardır.
Dünyanın tek süper devleti Amerika’nın da Türkiye üzerinde gözü, emelleri bulunuyor. Amerika Türkiye’nin bir tür sömürge olmasını istiyor.
Avrupa’nın ve bilhassa Almanya’nın da gözü, hırsları, emelleri var vatanımız üzerinde. İçimizde, bu iş için vazifeli elemanları, ajanları, kiralık askerleri de az değil.
Gelelim içteki güçlere:
1. Gizli, esrarlı, iki kimlikli bir azınlık ülkemiz üzerinde görünmez bir saltanat ve hakimiyet kurmak için çabalıyor.
2. Bu memleketi babalarının çiftliği, mandıraları gibi gören birtakım egemen azınlıklar hegemonya kurmak savaşı ve çekişmesi içindedir.
3. Farmasonlar ülkemizi bir Farmason dikensiz gül bahçesi haline getirmek istiyor.
4. Muayyen bir ideolojiye bağlı teşkilâtlı, güçlü, gözükara bir komita “Türkiye benimdir; bu devlet ve cumhuriyet benimdir; onları kimseye kaptırmam” zihniyetine sahiptir ve köşebaşlarını tutmuştur.
Bu konularda fazla yazamıyorum.Çünkü gerçeklerin ortaya çıkmasından rahatsız ve tedirgin olan bazı şahıslar, çevreler, azınlıklar beni susturmak isteyeceklerdir. Şu satırlar bile onları öfkelendirmeye, “Bu adam artık çok ileriye gitmeye başladı” dedirtmeye yeterlidir.
Peki bu paylaşılamayan ülke kimindir?
Elbetteki, bu ülkede yaşayan ve bu devletin vermiş olduğu TürkiyeCumhuriyeti nüfus hüviyet kartını taşıyan halkındır. Bu halkın ana kimliği Türkiyeliliktir.
Türkiye halkı bütün çeşitliliklerine ve alt kimliklerine rağmen sarsılmaz bir bütün teşkil etmektedir. Ülkemizi paylaşmak, hegemonyaları altına almak isteyen iç ve dış güçler halkımızı birbirine düşman kamplara ve kutuplara ayırmak için çalışıyor. Malum: “Parçala, böl ve hükmet” makyavelist ilkesi… Türk Kürt, Sünnî Alevî, sağcı, solcu, dinci lâik, şucu bucu kamplaşmaları, kutuplaşmaları, çekişmeleri hep onların kışkırtmasıyla meydana gelmiştir. Türkiye halkı kamplara ayrılacak, birbiriyle çekişecek ve bizim gizli, esrarlı, perde arkası, derin güçler de Türkiye’yi güzelce idare edecek, ülke gelirlerini paylaşacak…
Türkiye halkı büyük sabotajlar, suikastlar, hile ve hud’alar ile karşı karşıyadır. Yazık ki, büyük medya bunları haber vermiyor, kütleleri uyarmıyor. Derviş ne yaptı?.. Şarkıcı Tarkan nasıl kıvırttı?.. Futbolcu İlhan niçin seksî?.. İsmail Cem hangi konuda yanlış yaptı?.. Manken (…) bir gecede ne alıyor?.. Bir balığın karnından dürbün çıktı!.. Büyük gazetelerimiz ve televizyonlarımız bu gibi önemli ve enteresan haberler peşindedir.
Türkiye’nin millî barışa, sosyal mutabakata ihtiyacı var. Her kesime mensup namuslu, şerefli, vatansever aydınların, seçkinlerin, okur-yazarların fikir adamlarının, akademisyenlerin toplanması, millî bir kongre oluşturması ve iç ve dış emperyalistlerin, bölücülerin, paylaşıcıların oyunlarını bozması gerekir. Bu ülke, bu devlet, bu Cumhuriyet şu veya bu zümrenin ve azınlığın malı değildir; hepimizindir. Onları birlikte korumalı, yüceltmeliyiz.
Devlet lâiktir, devletin dini olamaz diyorlar. Devletin dini olmadığına göre, din gibi bir ideolojisi de olmamalıdır. Zamanımızda dünyanın hangi demokrat, medenî, ileri, hukukun üstünlüğü prensibine ve evrensel insan haklarına bağlı ülkesinde hâkim bir ideoloji vardır?
İdeolojinin yerini hukukun üstünlüğü almalıdır. Nasıl bir hukuk? Âdil ve millî kimliğe hürmetkâr bir hukuk.
Azınlıkların elbette hakları vardır; onlar da birinci sınıf vatandaştır. Ama bir şartla: Çoğunluğu tahakküm altına almak için çalışmayacaklar; ülkeyi mandıraları ve çiftlikleri haline getirmek istemeyecekler. 26 Ekim 2002