Pembe Ufuklara mı, Kara Ufuklara mı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Pazar
Bazıları sevinç içinde,
edebiyatını yapıyor. Bu edebiyata kapılan ve inananların içinde kendilerini dindar ve uyanık zanneden bazı Müslümanlar da bulunuyor. Acaba gerçekten nurlu ve pembe ufuklara mı koşuyoruz, yoksa karanlıklara, felâketlere, kıyametlere mi gidiyoruz? Dinî kıstaslara göre, durumumuz nedir?
(1) Müslümanların büyük çoğunluğu beş vakit namazı terk etmiş, bînamaz olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de böyleleri için
mealinde ayet bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz
buyurmuştur. Bu direği yıkmış olan, dinini yıkmış olur.
(2) Müslümanlar, nâdir insanlar dışında emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını terk etmişlerdir. Peygamberimiz bu farzı terk eden Müslüman bir toplumun üzerine, ilâhi azap ineceğini haber veriyor.
(3) Müslümanları ayakta tutan iki kutsal müessese, medreseler ve tarikatlar yıkılmıştır. Ucu nuranî bir silsile ile Peygambere ulaşan bu iki yolun tıkanmış olması, Müslümanlar için son derece büyük bir âfet ve felâkettir. İlim, irfan, tasavvuf olmazsa, Müslümanlar haysiyetlerini, hürriyetlerini, istiklâllerini, izzetlerini yitirirler.
(4) Allah, Peygamber ve din büyükleri bize, bir ümmet çatısı altında bir ve beraber olmayı, biatlı bulunmayı emrediyor. Müslümanlar bu birliği ve biatı da yitirmişlerdir. Peygamberimiz
buyuruyor.
(5) Din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı korkunç boyutlara ulaşmıştır. Dini-imanı para, servet, menfaat, ikbal, benlik, şöhret olan birtakım haşarat, dindar kesimde dehşetli tahribat yapmıştır ve yapmaktadır. Birtakım cahil, akılsız, firasetsiz, şuursuz, iz’ansız, irfansız sözde dindarlar, bazı din sömürücülerini kurtarıcı gibi görüyorlar ve onlara bağlanıyorlar.
(6) Çağımızın en birinci gücü olan medya sahasında Müslümanlar ikinci ligde oynamakta, maalesef nal toplamaktadırlar.
(7) Agresif ve yıkıcı misyonerler gece gündüz çalışırken, İslâmî kesim onlarla mücadele etmek, İslâm’ı ve Müslümanları onlara karşı savunmak, onların yanlış ve batıl inanç ve reçetelerini red, cerh ve iptal etmek için bir broşür bile çıkartamamaktadır.
(8) İslâm ilim, kültür, medeniyet ve sanat dini olduğu halde, Müslümanlar kitap okumuyorlar, ehliyetli hoca ve üstadlardan ders almıyorlar; ilmî araştırmalara, edebiyata, sanata, yüksek tefekküre önem vermiyorlar. 1960’larda Türkiye’nin nüfusu otuz milyon iken, dinî kitaplar onar bin basılırken, şu anda yetmiş milyonluk Türkiye’de sadece bin adet basılmaktadır.
(9) İslâm’ın günah saydığı israf, sefahat, aşırı tüketim, gösteriş, lüks hayat Müslümanlar arasında yaygın hale gelmiştir. İlimsiz, irfansız, kültürsüz, sanatsız, faziletsiz birtakım beyinsizler, lüks meskenlerin, lüks yazlıkların, lüks binitlerin, lüks giyim kuşamın, lüks yeme içmenin, lüks elektronik eşyanın kendilerine üstünlük ve itibar kazandıracağını sanıyorlar. Bunlar “şeytanın kardeşleri” sefihlerdir.
(10) Allah’ın Müslümanlara emirlerinden biri de, istikamet yani doğruluktur. Müslüman yalan söylemez, Müslüman emanete hıyanet etmez, Müslüman söz verip de sözünden dönmez, Müslüman haram yemez… Maalesef zamanımızda rantçılık, haram yiyicilik, emanete hıyanet, yalancılık, palavracılık, vaadinden dönmek İslâmî kesimde yaygınlaşmıştır. Ticarî hayatta bonolar vadesinde ödenmemekte, çekler karşılıksız çıkmaktadır. Bu hallere düşen bir toplumun geleceğinin pembe olduğunu iddia etmek beyinsizliğin daniskası değildir de nedir?
(11) İslâm, bağlılarına, zengin de olsalar kanaat ile yaşamalarını emrediyor. Türkiye Müslümanları İslâm’ın kanaat prensibine ve ahlâkına uygun bir hayat sürseler, bu ülkenin nimetleri yetmiş milyon kişiye yeter de artar. Lakin birtakım imkânlı, zengin fakat beyinsiz Müslümanlar Nemrudca, Firavunca lüks bir hayat sürüyorlar, saçıp savuruyorlar; sıkıntı çeken, inleyen din kardeşlerinin yardımına koşmuyorlar.
Bence sadece Türkiye değil, bütün Ortadoğu, hattâ bütün dünya karanlık ufuklara doğru koşuyor. İspanya’da olanları gördük, terör vuruyor. Allah-u Teâlâ zâlim ve azgın toplumları, başka zâlimlerle cezalandırıyor. Nitekim 11 Eylül’de New York’ta İkiz Kuleler yıkılınca Amerika’nın ileri gelen şahsiyetlerinden biri, bir televizyonda,
demişti.
Müslüman bir toplumun doğru, dengeli, sağlıklı olup olmadığı, Kur’ân ayetlerine, Hadîs-i şeriflere, şer’î hükümlere, fıkıh kaidelerine, ahlâk ve tasavvuf ilkelerine dayanılarak hükümlendirilir.
Bunlar ucuz, basit, temelsiz gerekçelerdir.
Müslümanlar Allah’a, Peygambere, Kur’ân’a, fıkha, ahlâka, tasavvufa, fazilete, hikmete yönelmedikçe kurtulamazlar, gelecekleri pembe olamaz. Allah’a yönelmek demek, Kur’ân’daki emir, yasak ve tavsiyelere uymak demektir. Peygambere uymak, O’nun Sünnetine, emirlerine, yasaklarına, öğütlerine kulak vermek ve uymak demektir. Fıkıhsız ve Şeriatsız İslâm olmaz. Ahlâksız, tasavvufsuz, faziletsiz kurtuluş olmaz.
Sapıklar bu dünyayı kendileri için yalancı ve şeytanî bir cennet haline getirmek istiyorlar. Bu dünya cennet değildir, bir sınav meydanıdır. Burada ne ekilirse, âhirette onun semeresi biçilecektir. Vaktiyle Hasan Sabbah adında bir Batinî, ölüme göndereceği fedaileri için yalancı bir cennet kurmuştu. Gerçek İslâm’da böyle sapıklıkların, safsataların yeri yoktur.
Rant, menfaat, haram kazanç peşinde koşan aç köpeklerin İslâmî hizmetlerle hiçbir ilgisi olamaz. Hem dinî hizmet, hem de dünya ticareti içiçe birlikte yürümez. Din ulvîdir, ona hizmet etmek için süflî ve kirli vasıtalar kullanılamaz.
Bazıları banka hortumlayıcıları aleyhinde konuşuyor, milletin ve ülkenin haklarını onlardan son kuruşuna kadar alacağız diyorlar. Güzel konuşuyorlar. Ancak bu memleketteki hortumlama işleri sadece bankacılık sektöründe olmamıştır. Her safhada hortumlama yapılmıştır. Namuslu, şerefli, dürüst, haysiyetli, alnı açık belediyecileri tenzih ederiz ama, yakın tarihimizde bazı belediye bütçelerini milyarlarca dolar hortumlayanları da bilmiyor değiliz. O hortumcuların üzerine de gidilmelidir. Milletin, ülkenin hakkı onlardan da alınmalıdır. 15 Mart 2004