Peygamber ve Savaş
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazartesi
İslâm karşıtları Resûlullah Efendimizi (Salat ve selâm olsun O’na) en çok savaş konusunda tenkit ederler. Bu tenkitlerin bir kısmı anlayamamaktan, bir kısmı ise gerçekleri bildiği halde garezli ve kasıtlı düşmanlıktan ileri gelmektedir. Malûm olsun ki:
(1) Savaş insan topluluklarının tabiî ve temel bir özelliğidir. Bu dünya hayatında savaşın, cidalin, çarpışmanın büyük yeri vardır. Tarihe bakalım, insanlığın savaşlı yılları, savaşsız yıllarından fazladır. Savaşsız bir dünya bir ütopyadan ibarettir, savaşlar Kıyamet’e kadar sürecektir.
(2) Peygamber, savaşı kutsallaştırmış; acılarını azaltmış, meşru ve ulvî gayelere yöneltmiş, ahlâkî ve hakikî kurallarla kayıtlandırmıştır.
(3) İslâm, kelime mânâsı itibarıyla barış demektir. İslâm’ın savaşları barış için, PaxIslamice için yapılmıştır.
(4) Resûlullah’ın vefatından sonra O’nun büyük ve râşid (olgun) halifeleri, onlardan sonra gelen âdil emir ve sultanlar; savaşları, yeryüzünde İslâmî barışın hâkim olması için yapmışlardır.
(5) Hazret-i Ebû Bekir’in Suriye ordusuna verdiği tâlimata bakalım. Kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, gayr-i muhariplere (savaşmayanlara) dokunmayınız. Meyve ağaçlarını kesmeyiniz. İnzivaya çekilmiş, ibadetle meşgul olan keşişlere ilişmeyiniz… Böyle yüksek, insanî, ahlâkî kurallar kutsal olmayan savaşlarda var mıdır? Sırpların Bosna-Hersek Müslümanlarına, bilhassa zavallı kadınlara yaptıklarına bakınız, bir de Müslümanların kutsal ilkeler ve kayıtlar ile yaptıkları savaşlara.
(6) Dindar, faziletli, adaletli İslâm emîrlerinin ve sultanlarının listesinde mümtaz bir yer işgal eden Selahaddin Eyyubî (Allah ona rahmet eylesin)
Kudüs-i şerifi Haçlılardan aldığı vakit, Hıristiyanların, taşıyabilecekleri bütün mallarını ve servetlerini yanlarına alarak şehri, selamet içinde terk etmelerine izin vermişti. Yüz sene kadar önce, ilk Haçlı seferinde Salîb (Haç) ehli, kutsal şehri aldığı zaman Müslümanları ve Yahudileri kılıçtan geçirmiş, sokaklarda insan kanlarından dereler akmıştı.
(7) Hazret-i Muhammed’i ve Müslümanları tenkit eden Haçlılar atalarının Dördüncü Haçlı seferinde İstanbul’u zaptettikten sonra yaptığı zulümlere, şenaatlere bakmalıdır. Bizanslılar da Hıristiyandı. Haçlılar şehri korkunç bir yağmaya mâruz tuttular. Kutsal Ayasofya mâbedinin içine atlar, merkepler soktular kıymetli kilise eşyasını taşımak için. O hayvanlar mâbedi kirletti, pisletti. Ulu binanın vaaz kürsüsüne bir fahişe karı çıkarttılar, rezillik olsun diye. Hıristiyan Hıristiyana bunları yaptı. Dördüncü Haçlı seferinin ayıbını düşünmeyenler Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’ni tenkit ediyor. Neymiş, şehir alındıktan sonra üç gün yağma yapılmış. O zamanın hukukunda, savaşılarak alınan şehirlerin asker tarafından yağmalanması, ganimet alınması kuralı vardı. Fatih’in askerleri kellelerini koltuklarına koyarak savaşmışlar, kimisi şehid olmuş, kimisi yaralanmış, kimisi gazi olmuştu. Üç günün sonunda Fatih şehirde inzibatı tesis etti. Gennadius’u Rum Ortodoks Partiği seçti, ona patriklik beratı verdi. Ermenilere, Yahudilere de din ve kimlik hürriyeti tanıdı. Acaba, aradan beşyüz küsur yıl geçtikten sonra Sırplar Bosna-Hersek’te, Ruslar Çeçenistan’da, Yahudiler Filistin’de Müslümanlara böyle davranabiliyorlar mı? Halbuki zamanımızda savaş ile ilgili uluslararası bir hukuk vardır, Cenevre sözleşmeleri vardır.
(8) Müslümanlar İspanya’da, Kur’ân ve Şeriat prensipleri üzerine Endülüs devletini kurup asırlarca hüküm sürdükleri zaman Yahudiler orada bir altın çağ yaşadı. Endülüs’ün son parçası, Gırnata devleti yıkılınca korkunç bir zulme mâruz kaldılar. Nereye göç ettiler? O devrin en güçlü İslâm devleti olan Osmanlı ülkesine.
(9) Zamanımızda İslâm âleminde tarihî ârızalar vardır. Müslümanlar geri kalmışlar, câhil bırakılmışlar, hıyanete uğramışlardır.
Binaenaleyh bugünün nâkıs, yetersiz Müslümanlarının yaptığı bazı olumsuz işleri İslâm’a mal etmek yanlış olur, haksızlık olur. Bir din, bir nizam altın çağları ile değerlendirilir.
(10) Kur’ân Hazret-i Peygamber için
buyuruyor. Gerçekten, Peygamber inanç ve ibadet işlerinde âilevî ve özel hayatında, toplum ve devlet işlerinde insanlık tarihinin görmüş ve kaydetmiş olduğu en büyük ve en başarılı şahsiyettir. Hiçbir beşerî zaafı yoktur. Kendisi yirmi beş yaşında iken kırk yaşındaki dul bir hanım ile evlenmiş ve o sağ iken başka bir izdivaç yapmamıştır. Kendi isteği ile gönüllü olarak fakrı, kanaati, tevazuu seçmiştir. Ölümünden sonra,
her et ve ekmek yediğinde ağlar ve
dermiş.
(11) Peygamber devrinin, Asr-ı Saadet’in en küçük vak’ası şudur: Bir gün Resûlullah, ordusu ile Mekke ile Medine arasındaki bir yerden geçerken
Ordu kalabalık, atlar ve develer toz bulutları kaldırarak yürüyor. O hayvanın ve yavrularının yanına ashabtan birini nöbetçi olarak koymuş,
demiş. İşte Peygamberin insanlık âlemine getirdiği büyük ve kutsal barış budur, güvenlik ve selâmet budur.
(12) Zamanımızdaki intihar eylemcileri İslâm’ı temsil etmezler, onların yaptıkları İslâm’ı kötülemek için delil ve ölçü teşkil etmez.
Başta Amerika olmak üzere güçlü ve zengin devletler Ortadoğu’da âdil, kalıcı, gerçek bir barış kurulmasını istemiyor, böyle bir şeye karşı çıkıyorlar.
(13) Hıristiyan dünyası uzun asırlardan beri sömürgecilik, ticaret, başka ülkelerin zenginliklerine el koymak için kutsal olmayan çirkin ve kirli savaşlar yapıyor.
İslâm’ın
yapmak, yeryüzünde
mümkün değildir. 07 Mayıs 2002