SalıHam hayvan derilerinin işlenip terbiye edildiği iş yerlerine tabakhane (debbağhâne) denir. Bu yerler pek pis kokar. Burnu bu kokuya alışmamış bir insan, içeriye ilk girdiğinde son derece rahatsız olur, oradan hemen kaçmak ister. İçeride uzun zamandan beri çalışmakta olanlar ise alışmışlardır, koku kendilerini rahatsız ve tedirgin etmez.

Maalesef bizim siyaset, idare, toplum hayatımız bir müddetten beri bir debbağhâne gibi kötü kokular çıkartmaya başlamış ve pek yazık ki, biz, bu ortamda yaşadığımız için buna alışmışızdır.

Eskiden bu ülkede görülmeyen, olması tahmin ve tahayyül bile edilemeyen bir sürü kötülük, sefahat, ahlâksızlık, fısk u fücur, günah ve isyan, namussuzluk, bin türlü şakavet yaygın bir şekilde ve alenen işlenmektedir.

Kanun ve nizamlar, “Anacaddelerde, okul ve ibadethanelerin yakınlarında genelev açılamaz” diye yazıyor. Yazıyor ama İstanbul genelevleri Karaköy’de Fransız Saint Benoît lisesinin, o lisenin kilisesinin çok yakınında anacaddededir. Peki, kanun ve nizamların gereği niçin yerine getirilmemektedir? Çünkü bu genelevlerin büyük kısmının sahibesi veya imparatoriçesi birkaç yıl öncesine kadar büyük törenlerle kendisine vergi rekortmenliği şeref beratı verilen bir Madam’dı.

Devletimiz, kadınların fuhuş maksadıyla satılıp çalıştırılamayacağına dair uluslararası bir sözleşme imzalamıştır. Bu sözleşmeye niçin riayet edilmemektedir?

1960’lı yıllarda suriçindeki koltuk meyhanelerinin çoğu gayr-i müslim vatandaşlarımıza aitti. Onlar mübarek Ramazan ayı gelince bu içkili yerleri kapatırlardı. Vaktiyle, Çemberlitaş’taki Vezir Han’ın altındaki böyle bir meyhanenin vitrinindeki “Mübarek Ramazan münasebetiyle kapalıyız” levhasının fotoğrafını çektirtip sahibi bulunduğum Yeni İstiklal gazetesinde yayınlamıştım. Artık, değil gayr-i müslimler, Müslümanlar bile böyle incelikler, nezaketler sergilemiyor. Yirmi sene kadar önce, Aksaray’daki tramvayların beklediği yerde bir yığın salaş dükkan ve bunların içinde birkaç meyhane vardı. Bir Kadir gecesinde Murat Paşa camiinden çıkarken o meyhanelerin ışıl ışıl aydınlık ve içleri müşteri dolu olarak çalıştığına üzüntü ve öfke ile şahit olmuştum.

Birkaç ay önce Ortaköy’de, sahildeki Mecidiye camiine çok yakın bir yerde iki Yahudi vatandaşımız çalgılı (daha doğrusu gürültülü) lüks bir içkili eğlence yeri açmışlardı. İbadet yerinde yatsı namazı kılınırken gürültüden imamın ne okuduğu anlaşılamamış. Namazdan sonra cemaat içkili yere gitmiş, durumu anlatmışlar. İki Yahudi patron kapıya çıkmamış, görevliler “Bir daha olmaz” demişler. İnşaallah olmaz.

Atalarımız ne güzel söylemiş: Nafile ibadet de gizli, kabahat da gizlidir. .. Şimdi, korkudan, bırakınız nafile ibadetleri, bazı vatandaşlar farzları bile gizlice yapıyor. Kabahatlar, günahlar, şakilikler, isyanlar ve tuğyanlar ise cehren (açıkça), alenen, mütecâsiren (cesursa ve küstahça) işleniyor.

Bazen toplu taşıma vasıtalarında birbirlerine sarılmış gençler görülüyor. Etraflarındaki vatandaşlardan, çocuklardan, yaşlılardan hiç mi hiç utanmıyorlar. Böyleleri maalesef köpek tıynetli kimselerdir. Aile, vatandaş terbiyesi görmemişler. Terbiyeli ve efendi kişiler, şehvetten azsalar ve kudursalar da herkesin arasında birbirine sarılmaz, sevişmez. Edepsizliğin, günah işlemenin de bir raconu vardır.

Bizdeki en pis kokulu yerlerden biri politika arenasıdır.

Bankacılık sektöründen burun direklerini kıracak iğrenç kokular geliyor.

Ya bazı üniversitelerimiz. .. Adamlar ilmi, irfanı, kültürü, eğitimi, hizmeti bir yana koymuşlar, vaktiyle Sovyetler Birliği’ndeki Bezbojnik (Allahsızlar) hareketi militanları gibi hareket ediyor.

İstanbul’da oturan bazı beylere tavsiye ederim. Bir Cumartesi gecesi saat 1’de, 2’de üç dört arkadaş otomobile binsinler ve Taksim’den, Elmadağı’ndan geçsinler. Arabadan hiç inmeden o kalabalığa baksınlar. Mahşerî bir kalabalık. O saatler travestilerin iş zamanıdır. Gençlik alay alay yollarda, caddelerdedir. Beyoğlu’nun ara sokakları hınca hınç insan doludur. Yenilmekte, içilmekte, bin çeşit günah işlenmektedir. Geceleri oraları tam bir Sodom Gomore, aynen bir Pompei ve Herculanum’dur.

Bir akşam namazını Kumkapı tren istasyonunun yanındaki camide kılınız. İçkili lokantalar sokaklara taşmıştır. Izgara balık kokusu, rakı kokusu, şarap kokusu havayı sarmıştır. Camiye varıncaya kadar bu kokulardan siz de sarhoş olabilirsinz.

Bir grup Müslüman, içinde zikrullah yapılan, evrad ve ezkâr okunan, “Hû” denilen, namaz kılınan, devran edilen bir yer açsalar onlara izin verilir mi? Damı başlarına yıkarlar.

Şimdi öyle mi bilmiyorum, bir ara banliyö trenlerine binmek bayağı tehlikeli bir işti. Sokaklarda, nakil vasıtalarında hırsızlık, yankesicilik aldı yürüdü. Bazı vilayetlerden bu işler için yetiştirilmiş hazır şer kuvvetleri getiriliyormuş, burada kendilerine destek verecek kimseler bulunuyormuş. Ortak olunuyormuş ve ortalığa dehşet saçılıyormuş. Allah şerlerinden muhafaza buyursun.

Bundan yirmi küsur yıl önce çok önemli bir kişi İstanbul’u meyhane, kumarhane, fuhuş evi ile doldurtmuş ve hepsinden haraç alıyordu. Genellikle akşama doğru bu meyhanelerin, bilmem ne hanelerin kapılarına sessizce bir araba yanaşıyor, haracı alıyor ve tahsilata devam için başka bir yere gidiyordu.

Bizim kendini çok sofu, çok dindar, çok mübarek zanneden Hacı beyimiz bu anlattıklarıma kızacaktır. O abdestini alıp namazını kılıyor ya, işleri berkemâl sanıyor. Efendi, sen Peygamberler gibi ibadet etsen bile, şayet dinimizin emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasını doğrudan doğruya veya bilvasıta eda etmezsen, yarın, Sodom ve Gomore’de olduğu gibi bu belde üzerine de gazab-ı ilahî ve azab geldiği zaman kendini kurtaramayacaksın. Hem bilmiş ol ki, emr-i mârufu ve nehy-i münkeri terk etmek içki içmek, kumar oynamak, tefecilik yapmak, karı satmak, adam öldürmek gibi bir isyan ve büyük günahtır. 11 Eylül 2002