Pazar

Adam iki sene önce bir memuriyete girdi. Benim bildiğim ve öğrendiğim kadarıyla bu müddet içinde lüks bir araba satın aldı, iki ay sonra onu verdi, daha yenisini aldı. Onbeş milyara bir daire aldı. Edindiği öteki mallar, kenara koyduğu paralar ne kadardır bilmiyorum. İki senede bir memurun bu kadar mal ve servet edinmesi mümkün müdür?

Başka bir adam: Müdürdür. Her sene, benim duyduğum kadarıyla yirmibeş otuz milyar liralık bir daire satın alıyor. Müdür maaşı ile bunlar alınmaz ki. Değirmenin suyu nereden geliyor?

Bir başkasını makamından almak istemişler, adam, “Bu iş sandığınız kadar kolay olmaz!” demiş. “Ne yaparsın?” diye sormuşlar. “Hemen bir basın toplantısı yapar damı başınıza yıkarım” cevabını vermiş. Bunun üzerine “Sen arslansın, sen kaplansın, sen bize lazımsın” demişler ve herifi makamında bırakmışlar.

Her taraftan pis kokular geliyor. Sağcısı götürüyor, solcusu götürüyor. Sünnî götürüyor, Alevî götürüyor. Laik götürüyor, dinci götürüyor. Yollar, ideolojiler, görüşler değişik ama götürme konusunda ittifak var.

Nice çulsuz kısa zamanda mültimilyarder oluverdi. Talanın, soygunun, hortumlamanın, hırsızlığın, yolsuzluğun bini bir paraya.

İlgilileri ve sorumluları uyarıyorum. Dünyada hesabını vermeseniz bile bunca kötülüğün ve talanın hesabını âhirette kesinlikle vereceksiniz. Bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Allah’ın yüce mahkemesinde “Ben Müslümanım, ben milliyetçiyim, ben Atatürkçüyüm, ben şuyum, ben buyum…” gibi müdafaalar sökmez. Haram yiyenler cehennem ateşini boylayacaktır.

Normal olarak memurlar, aldıkları maaşla zar zor geçiniyor. Peki, şu solucan işe girdikten sonra kısa zamanda yerli kötü arabasını atıp da yerine pahalı ve lüks Japon otomobilini nasıl aldı?

Kimisi, metres tutuyor, dini bütün geçinenler ikinci, üçüncü hanımları imam nikâhı ile alıyor. Peki bu devirde iki evi nasıl geçindiriyor?

Şu zat, üniversitede okuyan üç çocuğuna da birer lüks arazi tipi araba almış. Nereden baksanız yüz milyarı geçer üçünün fiyatı. Nereden bulmuş bu kadar parayı?

Lüks köşkler, yalılar, üç yüz metre karelik dubleks daireler, saray mobilyası gibi lüks mefruşat, gardroplar dolusu pahalı elbise (lüks bir palto bir milyardan fazlaya satılıyormuş), çifti yüz küsur milyona alınan ayakkabılar… Söyleyin bana bunca lüks ve israflı mallar nasıl satın alınıyor? Helâl parayla mı, haramla mı?

Dini imanı para olanın dini yok demektir. Böyle herifler marksist veya kemalist ise, ideolojileri de yok demektir.

Bir yere bir çivi mi çakılacak, hemen solucanlar harekete geçiyor ve çiviyi bir yandaşa, partizana, yoldaşa, kardeşe çaktırıyorlar. Bir milyona çakılacak çivi tabiîki, bir milyara çaktırılıyor. Lüks daireler, villalar, yalılar, otomobiller, milyarlar, trilyonlar bu yolla elde ediliyor.

Zelzelede evlerini kaybedenler soğukta titriyormuş, bazılarının çadırı bile yokmuş. Hırsızların, talancıların, soyguncuların, namussuzların umurunda mı? Düzce’de bir bebek donarak ölmüş, vız gelir böyle şeyler onlara. Onların tek emeli daha fazla götürmek, daha fazla çalmak, daha fazla hortumlamaktır. Onlar da vicdan micdan yoktur. İşkembeleri, tenasül uzuvları ve iğrenç benlikleri için yaşarlar.

Allah topunun belasını versin!

İlle de Adalet

Batı kültür ve medeniyetinde hürriyet birinci maddedir, doğu ve İslâm kültüründe ise birinci madde adalettir. İnsan kısıtlı bir hürriyetle yaşayabilir, mutlu olabilir ama adaletsiz yaşamak da, mutlu olmak da mümkün değildir.

Sultan Abdülhamid zamanında hürriyet yoktu, lakin adalet vardı. Jön Türkler, emperyalist güçlerin kışkırtmalarıyla ülkeye sözde hürriyet getirdiler ve on sene içinde devletimiz battı. Keşke, Sultan’ın şefkatli istibdadı devam etseydi de koskoca Rumeli ve Arap âlemi elden gitmeseydi. Arap âlemi derken eski sistemi kasdetmiyorum, imparatorluk bir federasyon şekline dönüşebilirdi. Ortadoğu’da 10’dan fazla Arap devleti kuruldu da iyi mi oldu? Filistin elden gitti, yerine İsrail kuruldu da iyi mi oldu?

Şimdiki Türkiye’de Müslüman çoğunluğun hürriyeti çok sınırlı. Dindar vatandaşlar mürteci-gerici hakaretine uğruyor, halkın ezici çoğunluğu ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci, parya muamelesi görüyor.

Bizim rejimimizde adalet-yargı da bağımsız değil. Olağanüstü özel mahkemeler var; din, vicdan, inanç ile ilgili suçlar (!) oralarda ceza görüyor. Hakimler düzeni hakimleri; güvenlikleri, istiklalleri yeterli değil. Başörtülü kızlar lehine karar veren hakimler yıldırım hızıyla sürülüyor.

2000 yılına kırk gün kaldı. Dünya hızla değişiyor. İnsanlık daha fazla hürriyet, daha fazla adalet, daha fazla insan hakları istiyor. Bizim resmî ideolojili, kısıtlı hürriyetli, bağımlı yargı sistemimiz daha ne kadar devam edebilir?

Türkiye halkının ezici çoğunluğu tarihî arıza rejiminin bitmesini, tarihî devamlılığa dönülmesini istiyor. Türkiye halkı gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü sistemi, insan hak ve hürriyetlerine saygı ve riayet istiyor. Türkiye halkı derin devlet istemiyor. Devlet millet çekişmesi istemiyor. Millî kültüre, millî kişiliğe, millî kimliğe zıt sistem istemiyor.

Hukukun üstünlüğüne sahip medenî ve ileri ülkelerde, devlet başkanları bile adaletten kurtulamıyor, bir suçları görülürse hiçbir kuvvet onları koruyamıyor. Bizde öyle mi? Birtakım kodaman herifler bankaları soyuyor, katrilyonları hortumluyor, onlara kimse bir şey yapamıyor. Bazı büyüklerin kardeşleri, yeğenleri, yakınları, akrabaları, arkadaşları, canları ciğerleri milyonlarca dolarlık şaibeli, pis, kirli işlere bulaşıyor, onlara da ses çıkartılamıyor. Adaletli olursa bu sistem ayakta durabilir, yaşayabilir. Lakin adaletli olmazsa sistem yakılmaya mahkumdur. Göreceğiz… 29 Kasım 1999