PKK ve APO Meşruiyet Kazandı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Aralık 2018
PKK terörünün iki ayrı çözüm ihtimali vardı. Biri İslamî çözüm, diğeri lâik çözüm. Son gelişmeler lâik çözümün tercih edildiği gösteriyor.
Abdullah Öcalan İmralı’da mahpus olmasına rağmen,
Son gelişmelerden sonra silahlar gerçekten susacak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya barış, huzur ve güvenlik gelecek midir?
Bendeniz kötü senaryolar tahayyül ediyorum. Bahane mi yok, bir müddet sonra çatışmalar yeniden başlayabilir.
Anadolu’yu tekrar bir Haçlı ülkesi yapmak isteyenler…
Dolaylı olarak, Samsun’dan Hopa’ya kadar yeni bir Pontus düşleyenler…
Şu anda kesin cevabı verilemeyecek bazı sorular var:
PKK konusundaki son gelişmeler
Türkiye ile İran’ın savaşması önlenebilir mi?
On yıllar boyunca planlı ve programlı olarak
Meydan
, gerçekte ise
bırakıldı.
Buna benzer bir tahribat Türk Sünnî kesimde de yapıldı. Sünnîler yüzlerce, birbirinden kopuk parçaya ayrıldı,
PKK satrancı gitgide
halini almış görünüyor.
1910’da Osmanlı Jöntürkleri gaflet içindeydiler, ordu gırtlağına kadar siyasete batmıştı, Balkan Harbi’ni önceden göremediler, tedbir alamadılar.
Sünnî İslâmî kesimin son çok önemli gelişmeler karşısında neler düşündüğü, ne gibi tedbirler aldığı doğru dürüst bilinmiyor. Binlerce fırkaya ve hizbe ayrılmış Sünnîler bir federasyon veya konfederasyon çatısı altında bile toplanmış değiller.
Şeamet dellallığı yapmak istemem ama
Keşke icazetli
Yeni bir ilkbahar… Bu kaçıncı bahar? Boğaziçi kıyıları, yeşillenmeden önce erguvanî bir renge boyanır. Vakit kaybetmeye gelmez, kısa sürer bu erguvan cümbüşü… Eminönü’nden bir vapura binersin ta Beykoz’a, Sarıyer’e kadar Boğaziçi’nde bir sefer yaparsın.
O çirkin yapılaşmaya baktıkça için kararır. Bu dillere destan güzelliği tahrip edenlere beddua edersin.
1950’li yıllarda merhum üstad
Beyefendi ile Sarıyer’e giderdik, meşhur börekçide karnımızı doyururduk; oradan, biraz ötedeki muhallebiciye uğrardık. İstanbullu olmanın bin şartından biri
yemektir. Bu muhallebiyi sevmeyenlere İstanbullu diyemiyorum.
Mahir Bey’in ablası hanımefendinin Kanlıca’da bahçe içinde konak yavrusu bir evi vardı. Hoca yaz aylarında bazen orada kalırdı. Hatırımda yanlış kalmadıysa salı günleri öğleden sonra Celal Hoca, Cevat Rıfat Atilhan, Kuleli Lisesi hocalarından muhterem bir edebiyat öğretmeni gelirlerdi. Fevkalade sohbetler yapılırdı.
Bir gün Hocayla Kanlıca’da bir eski zaman kahvesine gitmiş, yoğurdu yiyorduk. Sokaktan boylu poslu, Kürt tipli seyyar bir bıçak satıcısı geçmişti. Yayvan bir sepete bıçaklarını doldurmuş, Üsküdar’dan Beykoz’a bağıra bağıra, sata sata gidiyor. Mahir Hoca o zatı işaret ederek
demişti. Osmanlı kültürü bu, seyyar bıçak satıcısına Mesnevi’yi ezberletmiş.
1950’li yıllarda,
Çubuklu’da yazları geçirdiği harap konakta,
vermeye başlamıştı. Bina haraptı, içinde elektrik yoktu. Hocanın dersleri duyan geldi duyan geldi… Hoca dersleri kesmek zorunda kaldı.
Boğaziçi’nde leziz memba suları vardı. Sarıyer’deki
,
; karşı tarafta
denilen bir su vardı ki böbrek hastaları ilaç gibi içerlerdi.
Çocukluğumda Boğaz balık kaynardı. Beykoz önlerinde kalkan balıkları tutulurdu.
Bacalarından buram buram kömür dumanları savuran Şirket-i Hayriye vapurlarıyla yunuslar yarış yapardı.
Eski vapurların isimleri ne kadar güzeldi:
Kadıköy tarafına sefer yapan yandan çarklı
yetişmiştim.
Gençler şu hüküm cümlesini iyi anlayamazlar:
Bir Boğaziçi medeniyeti vardı, bir Boğaziçi kültürü vardı… Boğaziçi başlı başına bir sanattı.
Boğaziçi’nde çok kötü gelişmeler, yapılaşmalar, betonlaşmalar, tahribat oldu ama yine de bir şeyler kaldı. Tavsiye ederim, vaktiniz olursa orada bir vapur turu yapınız. Dilim alışmış vapur diyorum. Vapur, kazanları kömürle çalışan buharlı gemilere denir. Şimdi onların yerini dizelli gemiler aldı. Siz isterseniz nostaljik mostaljik deyin ama eski gemiler daha güzeldi. 26 Mart 2013