PKK’nın para kaynakları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Pazartesi
Devletimiz PKK’yı bitirmeye kesin karar vermiş… Bu kararı verenleri alkışlamak ve tebrik etmek gerekir… Nasıl bitirecekler? Askeri güçle… Sadece ordu ile asker ile silâh ile PKK biter mi? Bitmez… Onun mali gücü, gelir kaynakları, bütçesi, parası vardır. Bir yandan ordu ile üzerine gidilecek, öbür yandan bu kaynaklar kurutulacak… PKK’nın belli başlı beş mali kaynağı vardır. Bunları sıralayalım:
1) Büyük çapta uyuşturucu ticareti. Bu işi PKK tek başına yapmıyor. “Ortaklar”ı var, “birileri” ona yardım ediyor, göz yumuyor.
2) PKK terörünün tozu dumanı içinde dehşetli silâh, cephane, askerî araç ve gereç kaçakçılığı, ticareti yapılmaktadır. “Birileri” bu işten iyi para vuruyor, bunun da mutlaka önlenmesi lazımdır.
3) Güneydoğu sınır bölgemizde muazzam miktarda akaryakıt kaçakçılığı yapılmaktadır. Bunun da önlenmesi gerekir.
4) Başta İstanbul olmak üzere, bazı büyük şehirlerimizin yer altı mafyatik yapısı PKK’ya hizmet vermektedir. Bu yapının da yıkılması gerekir.
5) Yılda 400 bin koyunluk bir hayvan kaçakçılığı vardır. “Birileri” buna göz yummaktadır. Tabii komisyonlarını alarak… Bu hayvanlar Van’da kesilip tüketime arz edilmektedir. Bu yolla PKK’ya büyük gelir temin edilmektedir.
Bendeniz PKK uzmanı değilim. Ben biliyorsam, istihbaratçılarımız, “büyüklerimiz, ağabeylerimiz” haydi haydi biliyorlardır.
Bu saydığım beş büyük pislik temizlenmezse, PKK bitirilebilir, yerine başka bir terör teşkilatı kurulur.
Van’daki, Batman’daki, Urfa’daki son hadiseler son derece vahimdir. Üç beş bin kişi de olsa, Kürt bayrakları yükseltilmiş, Öcalan posterleri ile Ankara rejimine baş kaldırılmıştır. Sayıları ne kadardır bilemem, halkımızın bir kısmının “Türkiye’ye aidiyet” duygusu ve bilinci kaybolmuştur.
Yirmi küsur yıldan beri PKK terörü Türkiye’yi sarsıyor. Bu terörle ilgili birkaç temel gerçeğe de parmak basmak istiyorum.
(A) PKK terörü, çoktan bitirilebilirdi. Kasıtlı olarak bitirilmemiştir.
(B) PKK isyanı başlangıçta “kontrollü” idi. Sonra boynuzlar kulakları geçmiş ve kontrolden çıkmıştır.
(C) Gazeteci Uğur Mumcu‘nun “gerçek katilleri” bulunup cezalandırılmadıkça PKK terörü bitmeyecektir. Devletimizin şu anda uçan sinekleri bile tespit eden dehşetli bir istihbaratı (hatta birkaç istihbaratı) bulunmaktadır. Uğur Mumcu’nun kimler tarafından, nasıl, niçin, kimlere öldürtüldüğünün hâlâ bilinmemesi aklın kabul edebileceği bir şey değildir.
Bugünkü resmî ideoloji ile Türkiye’nin bütünlüğünü korumak gittikçe zorlaşacaktır, Bir devlet, bir rejim, bir düzen, bir sistem, bir ülke resmî bir ideoloji ile özdeşleştirilemez. İdeolojiler, gelip geçici, dar kalıplardır. İdeolojiler tarihî arıza ve kazaların neticesinde hâkim olmuşlardır. Tarihe bakarsak resmî ideolojilerin bir başlangıç, bir de bitiş tarihleri vardır. Bir devletin ebed-müddet olması isteniyorsa, onu resmî ideolojiye mahkûm etmemek gerekir.
PKK bitirilebilir mi? Böyle bir şey mümkün ve muhtemeldir. Lakin, PKK’nın bitmesi ile “Kürt meselesi” bitmez. Ülkemizde tahminen onbeş milyon Kürt vatandaşımız yaşamaktadır. Onların doğurganlıkları veya nüfus artışları diğer kesimlerden daha fazladır. Hattâ bazı yazar, düşünür ve araştırıcılara göre yirmibeş sene sonra Türkiye’de çoğunluğu onlar teşkil edecektir. Aslında Kürtlerin devlete düşmanlığı yoktur. Onlar bir ideolojiye, bir sisteme, bir takım güçlere düşmandır. Türkiye’deki bir takım derin güçler Kürt vatandaşlarımızın Devletimizden soğumaları, hatta ona düşman olmaları için ellerinden geleni yapıyorlar.
Lucas Notaras Bizansın son devrindeki asilzâdelerden biriydi. Onun şöyle bir sözü vardır: “Ayasofya’da Katolik Kardinallerinin şapkalarını görmektense, Türklerin kavuklarını görmeyi tercih ederim.” Şimdi bizde öyle bir zihniyet var ki “Resmî ideolojiden vazgeçmektense, Türkiye’nin parçalanmasını, bölünmesini, batmasını yeğ görürüm…” demektedir.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu‘nun, büyük harflerle levhası yapılıp her yere asılması gereken çok önemli bir sözü var: “Biz bu kafa ile gidersek Türkiye’yi ayakta tutamayız!”
Maalesef güçlü ve derin birileri Nuh diyor Peygamber demiyor…
Kuzey Irak’a bitişik Güneydoğu Anadolu’yu Ortadoğu’nun İsviçre’si yaparsın, fabrikalar, atölyeler, işletmeler… Canlı ve verimli bir ticaret, işsiz kimse kalmaz, herkes refah içinde, hürriyet, adalet, güvenlik… Türkiye’nin öteki bölgelerinden oralara çalışmak ve yerleşmek için insanlar gelir. Kuzey Irak’taki halk, “ah ben de orada yaşayabilsem” der… Meselenin asıl çözümü budur.
DTP’nin kapatılması, Kürtçülük hareketini yasadışı sahalara yönlendirir. DTP milletvekilleri çok yanlış hareketler ve söylemler sergiliyor ama yine de bunları yasal alan içinde, Meclis çatısı altında, dokunulmazlık zırhı içinde yapabilmelidirler. Zamanla daha siyasi, daha akıllı, daha şuurlu, daha sağduyulu olacakları ümit edilir.
Kürt vatandaşlarımıza ve kardeşlerimize bir takım temel haklarını ve hürriyetlerini vermekte cimrilik etmemeliyiz. Bu işler yasaklarla, baskıyla, tabularla, devlet terörü ile halledilemez. Kürtçe gazete, dergi, kitap çıkartmak, radyo ve televizyonlarda yayın yapmak serbest bırakıldı da kıyamet mi koptu?.. Şehit Saddam Hüseyin’in (evet şehit edilmiştir…) zalim diktatörlüğü sırasında Irak’da Kürtçe yayın yapılabiliyordu. Demokratik Türkiye’de niçin yapılamasın?.. Ülkemizdeki Ermeniler Ermenice, ikibin kişiye düşmüş olan Rumlar Rumca gazete yayınlayabiliyor da, onbeş milyon Kürt vatandaşımız anadilleri ile niçin yayın yapamasın?..
Kürt meselesini kangren haline getirmiş olanlar, iflâh olmaz İslâm düşmanlarıdır. “Aman gericilik, aman lâiklik elden gidiyor, din ve dindarlar Cumhuriyet için en büyük tehdit ve tehlikedir” deyip dururken, bir yandan da Kürtlerin bir kısmını Devlete düşman edecek kadar zulüm ve baskı yaptılar, nihayet bugünlere geldik.
Sokaklara, gazetelere, meydanlara bakınız… Başörtülü hanımlarla açık hanımlar, başörtülü kızlarla açık kızlar çok rahat, çok uyumlu bir şekilde, gerçek bir samimiyetle konuşarak birlikle yürüyorlar… Bir takım malum “Beyaz Türkler” dışında kimse kimseyi dışlamıyor… Türklerle Kürtler bu vatanda birlik içinde yaşamaktadır… Bizim huzurumuzu, kardeşliğimizi, uyumumuzu bozanlar ABD, İsrail, başka yabancı güçler ve onlara hizmet eden “Beşinci Kol”dur.
Bu yaşa geldim. Diyarbakır’a hiç gitmedim. Kaç senedir niyetim var. Durum söylendiği ve anlatıldığı gibi gerçekten vahim mi, yoksa mübalağa mı ediliyor?.. Şehrin içinde, çarşıya pazara yakın temiz bir otele inerim (beş yıldız kompleksim yoktur, sadece yeterli konforu olsun…) yöresel yemeklerden yerim, iki mihraplı tarihî camide namaz kılarım, el sanatı birkaç hatıra eşyası alırım, acaba orada sahaf dükkanı var mıdır? Yoksa büyük eksiklik… Antikacı dükkânı varsa ve fiyatlar makul ise bir de antika veya antikamsı eşya alırım ve tekrar İstanbul’a dönerim. 20 Kasım 2007