Politika ve Kalite
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Pazartesi
Politika sahasında birkaç çeşit insan vardır. Birinciler gerçekten temiz ve hizmet eden politikacılardır. Bunlara misal olarak merhum Adnan Kahveci’yi gösterebilirim. Yüksek bir zekaya sahip, Amerika’da tahsil görmüş, karakter sahibi bir zattı. Aldığı maaş ve yolluklarla üç bin köyü gezmiş, ülkenin ve halkın dertlerini, problemlerini tedkik etmişti. Vicdanının ve ahlâkının razı olmadığı, olumsuz oy kullandığı milletvekili zamları ve kıyak emeklilik konusunda da şöyle yapmıştı: Kanun çıktıktan sonra mahkemeden karar çıkartmış, Maliye Bakanlığı’na ve Meclis Başkanlığı’na müracaat ederek zamları ve yüksek emekliliği kabul etmemişti. Böyle bir işi başka kim yapmıştır?
Maalesef
gibi politikacılarımız çok azdır. Politika sahasında, sayıları hayli kalabalık olan canavarlar da cirit atmaktadır. Bir de hiç işe yaramaz, al maaşını salla başını tipli kokmaz bulaşmaz politikacılar vardır.
Türkiye ne büyük buhranlar geçirdi, demokrasi ne büyük yaralar aldı, millî irade ne büyük tehditler ve hakaretler altında kaldı da bütün bunlar olurken kaç milletvekili çıkıp hakkı, hukuku, Meclis’i, demokrasiyi, vekili olduğu milleti müdafaa etti?
Lafla demokrasi olmaz. Meclis’in duvarına “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazmakla da iş bitmez. Demokrasinin yaşaması için, hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar milletvekillerinin bütün Türkiye’nin, bütün halkın vekili olduklarının şuuruna sahip bulunmaları ve vazifelerini hakkıyla yapmaları gerekir.
Nice medenî, ileri, başarılı ülkelerde milletvekillerinin şâibeli işler yapmaları, hem milletvekilliğini hem de ticarî ve malî işleri birlikte yürütmeleri önlenmiştir. Bizde ise…
Bu ülkenin her sahada kaliteye ihtiyacı vardır. Politikaya da kalite getirilmelidir. Kalite demokrasiye aykırı değildir. Aksine, demokrasinin gereğidir. Doktor, cerrah ararken kalitesini tercih ediyoruz, politika işlerinde ise kaliteye hiç önem vermiyoruz. Bugünkü bozuklukların ana sebebi buradadır.
Yarın Kıyamet’in kopacağını öğrenseler onlar yine bildiklerini okurlar. Bildikleri ne midir? Daha fazla para kazanmak, daha fazla şöhret, riyaset, ün, alkış, pohpoh devşirmek. Daha lüks, daha konforlu, daha tantanalı bir hayat sürmek.
Hepsi için söylemem ama bu kafadakilerin büyük ekseriyeti helâl haram bilmez. Sözde dindarsa, uyduruk fetvalar ve ruhsatlar bularak gayr-i meşru kazançlar peşinde koşar ve memleketin bugünkü durumunda bunları kolaylıkla elde eder. Dindar değilse zaten fetvaya ve ruhsata ihtiyacı yoktur.
Böylelerinin her birinin bir ideolojisi vardır. Kimi sağcı, kimi solcu, kimi laik, kimi çağdaştır. İslâmcı geçinenler de Müslümanlığı bir ideoloji olarak kullanmaktadır. Bunlardan birisi çeşitli gayr-i meşru yollardan yüzlerce trilyonluk haram bir servet elde etmiştir. İleride bu parayı İslâm’a ve millete hizmet yolunda kullanacakmış!
Benim milliyetçi ve Türkçülerden hayli dostum, tanıdığım vardır. Şerefli, namuslu; ya dindar, yahut dine hürmetkâr efendi ve dengeli insanlardır. Lakin, bir de Türkçülüğü ve milliyetçiliği vasıta ve âlet olarak kullanan sahtekârlar görüyorum. Bunlar, dilleriyle zâhiren dine saygılı gibi görünürler ama arada bir, kendileri gibi şeytanlarla bir olunca islâmî sistemi Arap-Emevî icadı bir dünya görüşü olarak görürler. Osmanlıyı öğerler, islâmî sistemi dışlarlar. Peki Osmanlı neye hizmet etmişti? Onların anladığı mânada bir milliyetçiliğe ve Türkçülüğe mi, yoksa İslâm’a mı?
Şu anda Türkiye bence içi ateş dolu bir uçurumun kenarındadır. Siyaset kirlenmiş bitmiş, iktisat ve finans iflas derecesine gelmiş; eğitim, kültür, sanat can çekişiyor; genel bir çöküş, çürüyüş müşahede ediliyor. Peki bizdeki yiyiciler, hortumlayıcılar, emanetleri ehil olanlara değil kendi adamlarına verenler ne yapıyor? Kendi benliklerini tatmin ediyor, kendi hizip ve fırkalarının fanatizmini yapıyor, kendi çıkarları için çalışıyor.
Birileri, “Bizim elimizde otuz milletvekili olsa başörtüsü meselesini hemen hallederdik” demişlerdi. Halledebildiler mi? Söylemek kolaydır ama yapmak zordur. “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Görünür şahsın rütbe-i aklı eserinde” demişler.
Evet bu toplum içinde öyle zengin, öyle kodaman, öyle üst tabakadan adamlar var ki, cihan yıkılsa onların umurunda değildir. Onların derdi daha fazla zenginlik, daha fazla lüks, daha fazla konfor, daha fazla zevk ü safa, daha fazla dünya tantanasıdır.
Marksist, solcu, materyalist geçinen adamlara bakınız. Bunların çoğu hayli zengindir. Kimisi dolarla, markla maaş alır. Boğaz kenarında trilyonlarca liralık yalı edinenler bile vardır. Peki marksistlerde, materyalistlerde, çağdaşlarda ahlâk olmaz mı? Olur. Yakın tarihte ahlâk, ideal, prensip sahibi marksistler, solcular görülmüştür. Her dinde, her millet içinde ahlâkî prensiplere uyan, değer veren kimseler çıkmıştır. Bizdekiler ise marksist, laik, solcu değil, bunların karikatürleridir ancak.
Bazıları üzüntü içinde. Bankaları soymayı güçleştiren kanunlar hazırlanıyor, bütçe hayli açık veriyor. Bu herifler trilyonları nereden vuracaklar? Mutlaka bir çare bulacaklardır. Birinci dünya savaşında millet açlıktan ölürken, devlet bir ölüm kalım savaşı verirken İttihadçı eşkıya soymaya, suiistimale, götürmeye devam etmişti. Vagon ve bulgur ticaretiyle, karaborsacılıkla, ihtikâr ile nice kimseler zengin olmuştu. İstanbul’da, Cerrahpaşa semtinde, en üst katında kule gibi bir çıkıntı bulunan kocaman kârgir bir bina vardır. Denizden bütün ihtişamı ile görünür. Harb-i Umumî’de bulgur ticareti ile Karun gibi zengin olan biri yaptırmış. Adamın adını bile bilmiyorum. Kendi gitmiş, binası kalmış yâdigar. Hep böyledir. Haram, şüpheli, şâibeli, gayr-i meşru büyük servetler edinirler. Sonra geberir giderler. 06 Temmuz 1999