Politikada zelzele oluyor. Yakında seyreyleyin gümbürtüyü. Memurlara sendika kurup grev hakkı verilecekmiş. Profesyonel sendikacılara gün doğdu. Siyasî partiler köylere kadar teşkilatlanacakmış. 1950-60 arasında DP-CHP çekişmesi ve rekabeti yüzünden halk kahvelerini, camilerini ayırmağa başlamıştı. Üniversite gençliği doya doya siyasî faaliyet yapabilecekmiş. Üniversiteler zaten hapı yutmuş vaziyette, bundan sonra üzerlerine tüy dikilecek, fakülteler Çamlıbel’e dönecektir.

Behey sayın kişiler! Siz bilmez misiniz ki, bü millet binlerce yıldan beri otoriter rejimler altında yaşamıştır. Şimdi bütün disiplini, itaati, çekinmeyi kaldırırsanız, bunun sonu tufandır.

Zaten 27 Mayıs 1960’dan bugüne devleti zayıflata zayıflata şimdiki hale getirdiler.

Yapılması gerekenin tam tersi yapılıyor. Kötü kuralların, âdil olmayan kanunların değiştirilip yerlerine iyi ve âdil olanlarının getirilmesi gerekirken şimdi alabildiğine serbestlik şarkıları söyleniyor. Ömrü olan bunun acı neticelerini görecektir.

HEP, kendi başına seçime girseydi belki de hiç milletvekili çıkartamayacaktı. Siyasetin dâhi çocuğu Erdal bey. Onları hem milletin hem de partisinin başına musallat etti. Bundan sonraki dâhiyâne teşebbüsleri de öncekiler gibi olacağa benziyor.

Çok tehlikeli bir temâyül görüyorum. Ülkemizde bir sünnî-alevî çekişmesi çıkartmak isteyenler var. Bunun dış mihraklar tarafından planlanıp körüklendiğinden eminim. Aklı başında hiçbir sünnî ve alevî vatandaş bu oyunlara gelmemelidir.

Yeni kurulacak kabinedeki kilit bakanlıklar asla ve asla eski marksistlere, sabıkalı militanlara, şaibeli kişilere ve zihniyetlere teslim edilmemelidir.

ANAP son anda Müslüman, muhafazakâr ve milliyetçi unsurlarını tasfiye etti ve cezasını çekti. Süleyman Demirel’in aynı hataya düşmemesini, Müslümanlara cephe almamasını, onları darıltmamasını can u gönülden temenni etmekteyim.

İktidardan pay kapacak militan dinsizlerin, İslâm Şeriatı düşmanlarının, mutaassıp ateistlerin, laiklik yobazlarının büyük tahribat yapacaklarından endişe ediyorum.

Müslüman milletimizin uyanık olması, hadiseleri dikkatle takip etmesi gerekiyor. Bir yandan yasaklar kalkacak deniliyor, öte yandan başı eşarplı kızlar hâlâ Ankara Üniversitesi’ne sokulmuyor. Baroları ele geçiren fanatikler, hâlâ türbanlı hanım avukatların mesleklerini icra etmelerine karşı çıkıyorlar. Tepeden tırnağa kadar kapalı katolik rahibeye evet, Müslüman kıza hayır. Bu ne çirkin dengesizlik ve adaletsizliktir!

Ve siz Müslümanların mümessili ve velisi durumundaki imanlı aydınlar, artık pasifliği bırakınız ve vazifelerinizi idrak ediniz. Beride zirzop bir idareci çıkıyor, Müslüman bir öğretmen hanıma vazifeden el çektiriyor. Sebep başını örtmesi. Ötede vicdanı da cüppesi gibi kapkara bir profesör dindar kızı sınıfa sokmuyor. Bütün bu haksızlıklar olurken Müslümanların başını çeken kişilerin huzur içinde yan gelip yatmaları revâ-yı hak değildir. 16 yaşında solcu bir velet bir suç işleyip nezarete atılınca bütün dinsizler hep bir ağızdan yaygara kopartıp yavşağı kurtarma kampanyası açıyorlar. Peki Müslümanlar zulme uğrayınca niçin ehl-i iman yek-vücut olup protesto etmiyor? Artık bu dağınıklık son bulmalıdır. Ben vaktiyle BUGÜN gazetesini yayınlarken (1966-1971) mü’minlere yapılan zulümleri “Nurcular, Nakşîler, şunlar, bunlar tutuklandı” şeklinde değil “Müslümanlar tutuklandı, hapse atıldı!” şeklinde verirdim. Biz hepimiz Ümmet-i Muhammed’iz (s a.v.), bizdeki temel şuur, bu ümmet şuuru olmalıdır. Meşreb, tarik, cemaat, hizip, fırka taassubu iyi değildir.

Türkiye’deki perestroykadan, yumuşama siyasetinden, yasakların kalkmasından en fazla Müslümanların yararlanmağa hakları vardır. Bu hakkımızı yasal sınırlar içinde kullanmalıyız.

Şunu da unutmayalım: Bizdeki hâkim düzen birtakım yasaklar, tabular korkular, istibdatlar üzerine kuruludur. Bunlar kaldırılmca düzen de sarsılacak, belki de yıkılacaktır. Dikkat edilecek birinci husus düzenin enkazı altında kalmamak. İkinci husus ise boşluğu doldurmağa hazır olmaktır.

YASAKSIZ TÜRKİYE!

Gazeteler, yeni iktidarın yasaksız bir Türkiye oluşturmak için kolları sıvayacağını yazıyorlar, isterseniz ilk önce yasak kelimesi ne manaya geliyor, onun üzerinde duralım. Bu kelime bize, lisanımızın Çağatay lehçesinden gelmiştir. Kanun, nizam, töre demektir. Garp Türkçesinde men’ ve nehy manasında kullanılmaktadır. Üsküdarlı Tal’at beyin bir beytini örnek olarak vereyim: “Yine eski hayat düzgündür/ Padişahın yasağı üç gündür. “

Yasak bir bakıma nizam ve düzen manasına gelen bir kelime olduğuna göre büsbütün yasaksız medenî bir toplum düşünülemez. Yasaksız bir toplumu ancak anarşistler ister. Onlar ki, “ne Tanrı ne devlet…’ demektedirler.

Kötülüklerin elbette yasaklanması gerekir. Ama, bizdeki çarpık zihniyet kötülükleri teşvik etmekte, iyilikleri ve güzellikleri de yasaklamaktadır. Şimdi yapılması gereken şey bütün yasakları kaldırmak değil, iyiliğin yolunu tıkayan, kötülüğü koruyan yasakları kaldırmaktır.

Madem ki yasaksız bir Türkiye isteniyor. O halde öncelikle şu yasaklar kaldırılmalıdır;

  • Din ve vicdan hürriyetini kısıtlayan bütün yasaklar gayr-i meşrudur ve Mutlaka kaldırılmalıdır. Siyasî iktidar dine karışmamalı, parlamento din konusunda kanun çıkartmamalıdır. Bugün Türkiye’de laiklik değil, antilaiklik vardır. Devlet, Müslümanların din hürriyetlerinin üzerine oturmuş, nefes aldırmamaktadır. İnançları, ibadetleri, ayinleri, zikirleri, din eğitimini, dinî hizmet ve faaliyetleri sınırlayan, yasaklar getiren bütün kanunlar kaldırılmalıdır. Zaten bunlar, temel insan hak ve hürriyetlerine, tabiî ve İlahî hukuk prensiplerine aykırı gayr-i âdil metinlerdir.
  • Alfabe ve yazı konusundaki yasaklar da kaldırılmalıdır. Sovyet boyunduruğundan kurtulan Müslüman toplumlar bile artık kendi alfabelerini seçmek hürriyetine kavuşmuşlardır. Harf devrimi yüzünden kültürümüz mahvolmuş acınacak bir duruma düşmüş bulunuyoruz. Yasak kaldırılmalı, okullara önce seçmeli olarak Osmanlıca dersleri konulmalıdır.
  • Tekke ve zaviyelerin kapatılması, zikrullah yapılması ile ilgili yasaklar getiren kanunlar da bir an önoe kaldırılmalıdır. Mason locaları, Rotary ve Lions klüpleri açık, Müslüman tekkeleri kapalı ve yasak. Bu çifte standarta, bu eşitsizliğe derhal son verilmelidir.
  • Kılık, kıyafet, serpuş (başlık) ile ilgili bütün yasaklar tez elden silinmelidir. Çıplaklık, üstsüzlük, müstehcenlik serbest, başını örtmek yasak. Böyle rezalet olur mu? Vatandaşın başına şapka veya kalpak giymesinin kanunla, yasakla ne ilgisi vardır? Zaten şapka bütün dünyada terk edilmiştir. Başlarını eşarpla örten kız öğrencilerin, hanım avukatların ve memurelerin önlerine yasaklar dikmek, bir insanlık suçudur. Bu memlekette çoğunluğu teşkil eden Müslümanların, kendi medeniyet ve kültürlerine göre giyinmek hakları vardır.
  • Katoliklerin Papa’sı, Ortodoksların Patrikleri, Musevilerin Hahambaşları. Masonların Üstad-ı Azamları var. Hercemaat, kendi dinî liderini kendisi seçmektedir. O halde Müslümanların da başlarına bir İmam-ı Kebir, bir Emirü’l-mü’minîn seçmek hakları vardır. Bu hakkı çiğneyen bütün yasaklar, yasalar kaldırılmalıdır.

Yasak-kırıcı baylara sesleniyorum: Yoksa, İslâm’ın ve Müslümanların önlerindeki yasakları olduğu gibi bırakacaksınız da sadece dinsizliğin, densizliğin, ahlaksızlığın önündeki engelleri mi kaldıracaksınız?

Sakın böyle bir şey düşünmeyiniz. Çok ayıp olur. Rezil olursunuz!

Evet, hakkın, doğrunun, iyinin, güzelin önündeki bütün engeller ve yasaklar en kısa zamanda kaldırılmalıdır.

Kötülüğün, inkarın, şerrin önündeki yasakları kaldırırsanız memlekete anarşi gelecek ve bundan en çok siz yasak-kırıcılar zarar göreceksiniz.

Gelecek çok renkli, çok hareketli ve sürprizli günlere gebedir. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?

18.11.1991