Salı

 

İbn Haldun, Mukaddime’sinde bazı topluluk ve kavimleri özetle şöyle anlatır: Onların erzakları, zahireleri bitince silahlanırlar, atlarına binerler ve ekip biçen, üreten kavimlere saldırırlar, ihtiyaç ve erzaklarını talan ve yağma ile tedarik ederler, biraz da köle alırlar ve yurtlarına dönerler…

Bu talancılar ve yağmacılar modern dünyanın şartlarına uymasını bilmişlerdir. Artık pusatlanıp atlara binip akın etmek şekli tarihe karışmıştır. Asrî ve postmodern yağmacılar ve talancılar pahalı kostümler giymekte, lüks gömleklerinin yakalarına mücevher gibi kravatlar bağlamakta, her gün sinekkaydı traş olup şişesi 50 dolarlık parfümlerle kokulanmaktadır.Şirketleri, bankaları, holdingleri, büyük müesseseleri vardır. Onlar kendi devletlerini ülkelerini, halklarını soymaktadır.

Postmodern soyguncuların birinci silahı ve âleti müzmin ve yüksek enflasyondur. Enflasyon ne demektir? Millî banknotlarla şu kadar sermayeniz vardır; cebinizde, banka hesabınızda şu kadar paranız vardır. Bunlar aynen yerinde durur, fakat değerleri devamlı olarak düşer, azalır. Klasik hırsızlıkta paraları çalmak, almak, gasbetmek vardır. Bunda öyle haydutça metodlar uygulanmaz. Siz yerinizde otururken paralarınız erir durur.

Şu anda önümde eski Tercüman gazetesinin 11 Nisan 1979 tarihli bir yaprağı duruyor, kitaplarımın içinden çıktı. Resmî döviz fiyatları listesinde bir Amerikan dolarının 26.50 TL. ettiği yazılı. Bugün kaç lira ediyor. Bir milyon altıyüz bin küsur lira… İşte enflasyon ile bu memleket, bu millet böylesine soyulmuştur.

Peki enflasyon hırsızları kimlerdir? İbn Haldun’un tarif ettiği talancıların ve yağmacıların postmodernleridir.

Bir ülkeye, bir halka hakikî zenginlik nasıl ve nereden gelir? Ziraatten, hayvancılıktan, sanayiden, madenlerden, üretmekten, ticaretten, çalışıp çabalayıp hizmet vermekten elde edilir zenginlik. Peki faiz, repo, rant, enflasyon yoluyla elde edilen kazançlar zenginlik getirmez mi? Bazılarına getirir ama genelde halkı ve ülkeyi fakirleştirir. Çünkü bunlar soygundur. Bereketi olmayan, uğursuz zenginliklerdir. Bana inanmayan Türkiye’nin son yirmi beş yıllık iktisadî, malî, ticarî tablosuna baksın.

General De Gaulle, Fransa’daki son başkanlığında Fransız parasını altın esası üzerine oturtmuştu. Şimdi dünyada altın değil, dolar vardır paraların temelinde. Amerikalılar yeşil dolarları matbaada basıp basıp dünyaya yayarlar ve malı götürürler. Altın dolara nisbetle daha sağlam bir temeldir. Lakin ona da güvenilmez. İspanya, Amerika’dan gelen gemiler dolusu altın yüzünden batmıştır.

Postmodern talancılar enflasyondan sonra, ikinci olarak devalüasyonlarla zengin olurlar. Hani şu Çankaya’da Cumhurbaşkanımız haklı bir öfke ile anayasayı masanın üzerine atmış da bir kriz çıkmıştı ya. İşte o günün fırsatlarından yararlanan bazı açıkgözler bir gecede 5,5 milyar dolar havadan para kazanmışlardır. Kimdir bu adamlar? Fazla konuşturmayın beni…

Bizde, Cumhuriyet 1922’de kurulmuş ve 1946’ya kadar yirmiüç sene hiç devalüasyon yapılmamıştır. Başlangıçta bir Amerikan doları 0,80 TL. ederken bakınız şimdi kaç lira ediyor.Yine Cumhuriyet’in başlarında, o zaman dünyanın en sağlam ve uluslararası parası olan bir Sterling’le bir TL. birbirine eşitmiş. Şimdi iki milyon lirayı geçmiştir.

Bir ülkeyi batırmak, çökertmek mi istiyorsunuz; onun parasını değersiz, haysiyetsiz kılmanız yeterlidir. Savaşta düşmana kaptırılan bir bayrağın yerine yenisini koymak kolaydır ama millî para bitti mi, yerine başka para konulmaz ve felaket başlar.

Özal zamanında halkın bir kısmı çılgınlar gibi faiz yemeye başlamıştı. Bir zatın mülkleri varmış. Birini satmış, parasını bankaya koymuş, her ay çuvalla faiz alıyor. Hizmetçi, ahçı tutmuş, yine de para artmış, bir de çaycı, kahveci tutmuş. Çılgınlar gibi konforlu, lüks, delice bir hayat sürüyormuş. Sonra ne oldu? Bankadaki paralar eridi bitti ve adam fakirleşti.

Bütün semavî dinler para ticaretini yasaklar, günah ve ahlaksızlık olarak görürler. Riba yasağı sadece İslâm dinine mahsus değildir. Musevilikte de, Hıristiyanlıkta da yasaktır, günahtır.

Sosyal adaletsizliğin, gelir dağılımındaki bozukluğun ana sebebi faizdir. Parayı ellerine geçirenler şiştikçe şişer, faiz ödeyen halk da bittikçe biter.

Medenî, oturmuş, sağlıklı, dengeli ülkelerde faiz nisbetleri çok düşüktür. Bizde ise bir zamanlar yüzde yüzü bulmuştu. Bir ülkeyi batırmak, bir halkı çökertmek, bir devleti sarsmak için başka kötülüğe lüzum yoktur.Böyle yüksek faizler onların haklarından gelir.

Otuz yıldan beri, televizyonun da teşvikiyle halkımıza üretmeden tüketmek, hedonist bir hayat sürmek, lüks ve konfor içinde yaşamak propagandası yapılıyor. Üretmeden tüketen bir ülkenin ve halkın akibeti ne olur? Merak edenlerTürkiye’nin durumuna baksınlar.

Türkiye iki yüz onbeş milyar dolar iç ve dış borca batmıştır. Alınmış olan borçlarla fabrikalar kurulmuş, ziraat ve hayvancılık güçlendirilmiş, üretim arttırılmış, ihracat kamçılanmış olsaydı Türkiye böyle mi olurdu. İbn Haldun talancıları böyle şeylerden hoşlanmaz. Onlar soygun, talan, hortumlama, yağma yoluyla büyük paralar kazanmaktan başka bir şey düşünmezler.

İslâm dini hedonist ve materyalist felsefenin mübah ve meşrû (yasal) gördüğü nice iktisadî ve ticarî faaliyete izin vermez. İslâm dini kanaati, tevâzuyu, iktisadı, az tüketmeyi emreder; hedonist felsefe ise israfı (savurganlığı), gösterişe ve nümayişe yönelik harcamaları, aşırı tüketimi, lüksü, konforu teşvik eder.

19’uncu asırda Batı kapitalizminin gelişmesinde protestan püritenliğinin büyük rolü olmuştur. İslâm ülkelerinin de İslâm püritenliğine ihtiyaçları vardır. Akdeniz-Latin kültürüdür Arjantin’i bugünkü müflis ve batık hale getiren.

Bir İslâm ülkesinde helal ve haram kavramlarını kaldırırsanız ora batar. Şimdi birileri kalkıp bana “Efendi sen haram yiyenlerle yemeyenleri birbirine düşman ederek TCK 312’nci maddeyi ihlâl ediyorsun” derler mi acaba? 24 Ekim 2002