Prof. Erdoğan Teziç
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Cumartesi
Profesör Erdoğan Teziç’in YÖK’ün başına gelmesini memnuniyet ve ümitle karşıladım. Gerekçelerini açıklayayım:
Altı yedi sene önce Galatasaray Lisesi konferans salonunda tertiplenen bir açık oturuma konuşmacı sıfatıyla davet edilmiştim. Erdoğan Bey o tarihte, o köklü eğitim müessesemizin müdürü bulunuyordu. Ummadığım, beklemediğim kadar iyi ve sıcak karşılandım. Bendenize bazı militan Galtasaraylılar “imalât hatâsı” derler. Erdoğan Bey tarafından müdür odasında güleryüzle karşılandım, el sıkıştık, bir müddet sohbet ettik. Soğuk davranmadı, dışlamadı, inanç, fikir ve görüş itibarı ile aramızda hayli derin farklılıklar, başkalıklar bulunmasına rağmen medenî, toleranslı, çeşitliliğe ve çoğulculuğa değer veren olgun bir insan olduğunu gösterdi. Bu bakımdan kendisine müteşekkirim.
1997’de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi binasında, diğer bir açık oturuma yine konuşmacı olarak davet edilmiştim. İsmimin zikredildiği dâvetiyelerde Rektör Profesör Kemal Alemdaroğlu’nun ismi yer alıyordu. Beni yardımcısı Profesör Nur Hanım telefonla arayarak davet etmişti. Verilen saatten on dakika önce salona gittim, bir müddet sonra yanında Fakülte dekanları olduğu halde Alemdaroğlu Hazretleri içeriye afur tafur girdiler. Diğer konuşmacıların, kodaman davetlilerin teker teker ellerini sıktı, bana gelince, suratından düşen bin parça yüzüme bile bakmadı. Yahu, çağıran sizsiniz, bu ne soğuk, bu ne gayr-i medenî davranıştır? İnsan nezaketen hoş geldiniz der, el sıkar…
Sabık YÖK başı Kemal Gürüz cenapları da, hık demiş burnundan düşmüşcesine adaşı Alemdaroğlu’na benzer. Militan mı militan, şahin mi şahin, sert mi sert, fanatik mi fanatik… Bu kafa ve zihniyetle üniversitelerimizi ne hale getirdiğini gördük. Sağcısı, solcusu; her görüş, zihniyet, inanç ve ideoloji mensubu akademisyen Gürüz’den yaka silkiyor. Hazret beyanat vermiş, “Bundan sonra ne yapacağımı düşünüyorum, politikaya da atılabilirim…” demiş. Dilerim (….) partisine girsin, parti kısa zamanda batar. Derin devlet, siyasî partileri ayakta tutacak güce sahip değildir.
Erdoğan Teziç Bey’in medenî cesaretini, olgunluğunu, geniş ve kavrayıcı düşündüğünü gösteren diğer bir husus da şudur:
Merhum üstad Ziyad Ebuzziya Bey, Galatasaray Lisesi binasının orta kapısı üzerindeki, bundan yetmiş küsur yıl önce kazınan mermer kitabenin fotoğrafını bulmuş, yazının aynısını hattat Profesör Ali Alpaslan Bey’e yazdırmış, mermere hâkkettirmiş ve yerine konulması için teşebbüse geçmişti. Lâkin bazıları, bu haklı teşebbüsü benimsememişler, beğenmemişler ve mermer kitabeyi lisenin müzesinde saklamayı uygun görmüşlerdi. Erdoğan Bey’le tanışıp görüştüğümüzde bu konuyu da açtım, “Ziyad Ebuzziya Bey’in gözleri açık gitti. Lütfetseniz de, şu tarihî kitabe eski yerine konulsa…” dedim. Teklifimi iyi, karşıladı, “Merak etmeyin, yerine koyduracağım…” cevabını verdi, dediğini de yaptı. Bu bakımdan da kendisini tebrik ediyorum, tarihî binalarımızın üzerindeki kitabeler, tuğralar bize atalarımızdan miras kalmış kültürel tapu senetleridir; rejimler, sistemler değişebilir ancak bunlar yerinde kalmalıdır. Galatasaray’ın İstiklâl Caddesi’ne bakan büyük demir kapısı üzerindeki Osmanlıca tarihî yazı da, yine Erdoğan Bey’in himmetiyle sergilenmektedir, bunun için de teşekkürler…
Üniversitelerimizde, medya ve İslâmcılar tarafından çığırından çıkartılan bir türban sıkıntısı vardır. Ancak Türk üniversitelerinin derdi bundan ibaret değildir. Bunun gibi, bundan çok daha hayatî ve önemli bir sürü problem bulunmaktadır. Kendilerini devletin, milletin, ülkenin, demokrasinin, hukukun, temel insan haklarının, halk iradesinin, millî kimliğin, sağduyunun üzerinde gören birtakım derin güçler, üniversitelerimizi belli bir ideolojinin hasbahçesi, fideliği haline getirmek istemişler, bu hususta da hayli başarılı olmuşlardır.
Üniversiteler, millî kültür ve hüviyetten, tarihî devamlılık şuurundan kopmuştur.
Günümüz dünyasının hiçbir ileri, medenî, kalkınmış, iyi idare edilen, demokrat, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, çeşitliliğe ve çoğulculuğa açık ülkesinde resmî ideolojiye hizmet eden üniversiteler yoktur. Zaten o sıfat ve hasletlere sahip ülkelerde resmî ideoloji yoktur. Türkiye’nin üniversiteleri, ister devlete ait olsun, ister özel üniversiteler olsun, hiçbir ayak bağı ideoloji tarafından kösteklenmemelidir. Türkiye bir çeşitlilikler ülkesidir; bütünlüğü bozmamak şartıyla bu çeşitlilikler üniversite kurabilmelidir.
Yüz yıldan beri, birtakım küçük ülkeler de Nobel kazanıyor. Türk üniversiteleri bu ülkeye, bu millete henüz bir tek Nobel veya ona benzer, o ayarda uluslararası bir ödül kazandıramamıştır.
Üniversiteler halka, idarecilere, seçkinlere ve bilhassa gençliğe ışık tutabilmeli, rehberlik edebilmelidir. Şu anda kitapları, üniversite kampüslerinin duvarlarından dışarıya çıkıp halka yol gösteren kaç profesörümüz vardır?
Hiçbir ülkenin üniversitesi o ülkenin kimliğine, çoğunluğun dinine cephe almamalıdır. Üniversitelerin şu veya bu din ile mücadele etmek gibi bir vazife ve misyonları yoktur.
Lâik bir ülkenin üniversitelerinin dini olmaz. Madalyonun arka tarafını da ihmal etmemek gerekir; dini olmaz ama dinsizlik de yapamaz.
Türkiye’nin millî eğitimi popülist ve cahil politikacılar yüzünden son derece sulandırılmış ve berbat edilmiştir. Bizdeki liseler uluslararası, çağdaş ve standart lise ve kolejlerin seviyesinin çok altındadır. Bu liselerden üniversitelere gelen gençlerimiz maalesef yazılı-edebî Türçe’yi bile gereği gibi, hakkıyla bilmiyorlar. Edebiyat Fakültelerinin Türkoloji bölümlerinde okuyan üçüncü veya dördüncü sınıfa gelmiş öğrencilerle karşılaşıyorum, onlara, “Bana en büyük Türk şairi Fuzulî’den mısralar, beyitler, kıt’alar, rubaîler okuyun” diyorum, inanır mısınız genellikle, gazelden geçtim, bir mısra bile okuyamıyorlar! Böyle Edebiyat Fakültesi olur mu? Eskiden lise son sınıflarında, bütün sınıf mevcudu böyle olmasa bile, Fuzulî divanını anlayarak, zevk ve haz alarak okuyan ve bu büyük şairimizin nice şiirini ezbere bilen gençler vardı. Halkımız, gençliğimiz zekidir ama kötü bir eğitim yüzünden aptallaştırılmış, sersemletilmiş, cahil hale getirilmiştir.
Profesör Erdoğan Teziç’e yeni hizmetinde başarılar diliyorum, Türkiye’ye yararlı olmasını can-u gönülden temenni ediyorum. İlerideki icraatı içinde, büyük bir ihtimalle doğru bulmayacağım bazı işler olacaktır, ancak yapacağı her işi insan hakları ilkelerinin, demokratik ve çoğulcu bir zihniyetin, Türkiye’nin âli menfaatlerini gözönünde bulundurarak yapacağına inanıyorum.
(Bu yazıyı bitirirken hatırıma geldi, Erdoğan Teziç’in lehine olan hususlardan biri de, mâlum ve mâhut Kemal Alemdaroğlu ile bazı konularda ters düşmüş olmasıdır. Bu hususa da dikkat çekmek isterim…) 14 Aralık 2003