Düzene ateş püskürüyorlardı. Bu düzen bozuktu, değişmeliydi. Yerine insanca, âdil, insaflı, akıllı, vicdanlı bir düzen gelmeliydi. Bu mevzuda ne içli şarkılar, ne yanık türküler okumamışlardı ki. Tâviz mi vermek? Asla! Ölürler, sürünürler, fakat en küçük bir tâviz bile veremezlerdi.

Aradan yıllar geçti. Şimdi manzaraya bakıyorum da, eski şarkılarla bugünkü şarkılar arasındaki korkunç farkı görüyorum. Yirmi otuz yaşındaki gençler büyük değişimin farkında değiller. Geçmişi incelemiyorlar.

Ellerine fırsat geçince bozuk dedikleri, nazariyatta nefret ettikleri düzenin kemiklerine, rantlarına nasıl da saldırdılar. Düzen bozuk ama kemikler, rantlar tatlı.

İnsan hem Müslüman olur, hem de Allah düşmanı, Resûlullah düşmanı, din düşmanı militan ateist ve marksistlerle dost olabilir mi? Olmaması gerekir ama bizim bazı İslâmcılar olabiliyor. Öyle hızlı İslâmcılar bilirim ki, azılı İslâm düşmanlarıyla can ciğerdir, pek sıkı fıkıdır. Yüreklerinde bir maraz olmasa, inkârcılarla bu kadar samimî olabilirler mi?

Bazıları için İslâm, diğer bazıları için ise Marksizm bir âletten, vasıtadan, vesileden ibarettir. Onların asıl gayeleri para, menfaat, riyaset, şöhret, nefslerini tatmindir.

Şu anda bozuk düzenin kemiklerine, rantlarına saldıran, bir sürü yamukluk ve sahtekârlık yapan sözde İslâmcılar yıllarca gençliğin beynini yıkadılar, itikadı sarstılar, dini yanlış anlattılar. Onlara göre “Allah gerçek bir Janus’tur” diyerek Hak Teâlâ’yı –hâşâ– bir Roma putuna teşbih eden (benzeten) İranlı zındık büyük bir mücahiddir ve onu tenkit etmek asla câiz değildir. Bu adamlar Arap âleminde ve Pakistan’da tutunmamış bazı islâmî ideolojileri, aktivizmleri Türkiye Müslümanlarına geçerli metod, örnek hareket olarak gösterdiler. Açıkça ve sinsice Ehl-i Sünnet İslâmlığını yıkmaya çalıştılar. Nerede bir bid’atçı, bir zındık varsa reklamını yaptılar, kitaplarını tercüme ettirip yaydılar. İnsanın yaratılışının esas maksadı ve hikmeti olan ibadeti, Allah’a kulluğu ikinci plana attılar ve birtakım maceraları dinin esası gibi gösterdiler. Halkı ve gençliği aldatmak, peşlerinden sürüklemek için islâmî bir nizam kuracaklarını, Asr-ı Saadet’i geri getireceklerini iddia ettiler. Allah dediler para topladılar, din dediler para topladılar. Kendilerini ikaz ve tenkit edenleri küfürle suçladılar. Bütün Müslümanlar onları desteklemeye, öğmeye, peşlerinden gitmeye mecburdu. Gitmeyenler kâfir olurdu.

Dinin önemli bir boyutu olan tasavvufu inkâr ettiler. Tarih boyunca bütün islâmî uyanış hareketlerinde tasavvufun büyük rolü ve hizmeti olmuştur. Cezayir’deki islâmî hareketin tasavvuf boyutu yoktu. Selefî, mezhebsiz, pro-vehhabî İslâmcılar orada murabıt (evliya) türbelerini bile yıkmış, tahrib etmişlerdi. Neticede ne oldu? Hezimet.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Tucson şehrinde Mısırlı bir zındık vardı. Reşat Halife orada bir cami kurmuştu, kitaplar ve bir gazete çıkartarak propaganda yapıyordu. Ona göre, İslâm âlimleri dini tahrif etmişlerdi. Peygamber’e bağlılık ve sevgi şirkti. Namazda salavat okuyan Müslümanlar müşrikti. Türkiye’de de böyle zındıklar var. Bir ilahiyatçı, ABD’de bulunduğu sıralarda Reşat Halife’nin bozuk ve sapık fikirlerinden ve görüşlerinden ilham alarak âdeta yeni bir din çıkartmıştı. Ona göre Peygamber bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmişti. İslâm’ın tek kaynağı vardı, o da Kur’an’dı. Müslümanlar Kitabullah’ı ondört asırdır devam eden sünnî geleneğe göre değil, Reşat Halife’nin çömezi ilahiyatçının yorumuna göre anlamalıydı. Yâni bu adam, Peygamber’i bırakın, onun işi bitti, benim peşimden gelin diyor. İlahî bir din, nizam ve şeriat olan İslâm’ın yerine de, kendi tertiplediği bir hümanizmayı ve ideolojiyi koymak istiyor. Bu adamın peşine ucuz ve kolay bir din isteyen nice sosyetik, çağdaş, ehl-i dünya, hedonist vatandaş takılmıştır. Büyük dinî cemaatlerden birinin hocası da bu zatı taltif etmiş, ödüllendirmiş bulunuyor.

İslâm’da elbette din ve dünya, ruhanî ile dünyevî ayırımı yoktur. Hiçbir ehl-i sünnet Müslümanı böyle bir ayırımı kabul etmez. Din sadece bir vicdan işi değildir. Lakin İslâm her şeyden önce bir dindir. Onun müfredatında birinci maddede itikad hükümleri, ikinci maddede ise ibadet hükümleri yer alır. İslâmcılar bu müfredat programını değiştirmek istiyor. Arap dünyasındaki, Pakistan’daki, başka yerlerdeki aktivist İslâmcılar dinimizi bir ideoloji haline getirmek istiyor.

Pakistan’da aktivist bir İslâmcı, Ümmet-i Muhammed’in, üçüncü hicrî asırdan sonra dört Kur’anî terim konusunda, yani İlah, Rab, din, ibadet konularında doğru yoldan saptığını iddia eden bir kitap yazdı. Müslümanlar bu dört Kur’anî terim konusunda sapıtmışlar, şaşırmışlar da, Pakistanlı yazar ortaya çıkmış, doğru yolu gösteriyormuş… Maalesef adını vermeyeceğim bu zatın kitabı bizde birkaç yayınevi tarafından tercüme ettirilmiş ve şimdiye kadar yüzbinlerce satılmıştır. Çağımızın büyük İslâm âlimi Hindistanlı Ebu’l-Hasen Nedvî hazretleri bu kitaba karşı bir reddiye yazmış, kitap dilimize de çevrilip bazılmış, fakat her ne sebeptense, talep olmasına rağmen yeni baskıları yapılmamıştır.

Dört ana terimde ve konuda Müslümanların bin yıldan fazla bir müddet sapıttığını iddia eden zat, Resulullah efendimizin sahih hadîslerine ters düşen beyan ve yorumlarda bulunmaktadır. Çünkü yüce Peygamber din konusunda ümmetinin toptan yanılmayacağını buyurmuştur.

İslâm’ı bir hümanizm veya ideoloji gibi gören ve gösteren, siyaseti ibadetin üzerinde tutan İslâmcılar Müslüman âleminin hiçbir yerinde başarılı olamadılar ve olamayacaklardır.

İslâm bir dindir, ilahî bir dünya nizamıdır. Bu din ve nizamdan bir medeniyet doğmuştur. Bir hukuk sistemi gelişmiştir. Siyasî mücadeleler dinin esasını teşkil etmez. Müslümanlar iktidar olmak istiyorlarsa muktedir olmak zorundadırlar. Müslümanlar hayata hâkim olmak, kendi din ve inançlarına uygun bir hayat sürmek istiyorlarsa ilme, irfana, kültüre, sanata, eğitime, araştırmaya, ahlâka, fazilete, hikmete, keyfiyete önem vermek ve yeterli sayıda vasıflı, güçlü, üstün elemanlar yetiştirip, bunlardan kadrolar kurmak zorundadır.

Ucuz İslâmcılık faaliyetleriyle, demagoji ile, kolay reçetelerle hiçbir yere varılmaz. 01 Ocak 2000