Cumartesi

 

Rantçılar, faizciler, tefeciler, repocular, hortumlayıcılar, lüpçüler, haramiler Türkiye’nin kanını iliğini sömürüyor. Bir tarafta altmış beş milyon halk, öbür tarafta altmış bin kişilik rantçı kesim. Bu adamların ellerinde dehşetli silahlar var. Bir kere büyük para onlarda. Parayla satın alamayacakları şey yok. Dev gibi medya müesseseleri var. Kiralık askerlerine icabında ayda on bin, yirmi bin dolar maaş ödüyorlar. Nasıl olsa para milletten çıkıyor.

Türkiye’deki kavga bir sistem, bir ideoloji, bir din kavgası değildir; rant kavgasıdır. Bu işte milyarlarca dolar dönmektedir.

Tokatlayıcı rantçılar, otomotiv sanayiinde Türkiye’nin bir Japonya, bir Güney Kore, bir Çek cumhuriyeti olmasını önlemişlerdir. Onlar için vurmak, tokatlamak, kolay tarafından para kazanmak önemlidir.

Türk parası pul olduysa, müzmin ve yüksek enflasyon bir türlü aşağıya çekilemiyorsa, yolsuzluklar ve kokuşma önlenemiyorsa hep bu rantçı, yiyici, sömürücü, tokatlayıcı, hortumlayıcı egemen azınlık yüzündendir.

Türkiye’de hukukun, demokrasinin, insan haklarının, millî kimliğin, istikrarın, huzurun, iç barışın önündeki en büyük engel bu rantiye sınıftır.

On milyonlarca Türkiyeli fakirleştikçe, şu anda on beş milyona ulaşmış olan işsizler ordusu her geçen gün biraz daha kalabalıklaştıkça, ülke sanayii çöktükçe bu sırtlan rantçılar daha zengin, daha memnun, daha arsız, daha mutlu olmaktadır.

“Biz ülkeyi soyuyoruz, milletin kanını iliğini sömürüyoruz” diyecekler değil ya. Menfaatleri tehlikeye girince feryadı basıyorlar, “Laik cumhuriyet tehlikede, demokrasi elden gidiyor, irticanın ayak sesleri duyuluyor” diye yeri göğü inletiyorlar.

Milletin, ülkenin, devletin başına gelen musibet ve belaları bile bu adamlar paraya, menfaate, âlet etmekten çekmiyor. Onların dini imanı paradır. Onların putu paradır.

Türkiye bunlardan kurtulamayacak mı?

Gerçek Lise

Ben oldum olası ticaret işlerinden anlamam, dükkân ve büro hayatını sevmem. İşim yayıncılıktır, Cağaloğlu’nda bir işyerim var. Ayda bir kere uğrarım oraya. İşlerine bakmam, hesapları kontrol etmem, az şekerli bir kahve içer dönerim.

Benim asıl işim yazı yazmak, fikir üretmek, yapıcı tenkit ve uyarılarla faydalı olmaktır. Bunlar için de maaş, telif ücreti, menfaat kabul etmem.

Yıllardan beri şu sütunlarda yüzlerce çare ve çözüm teklifi yaptım, bir sürü plan ve proje ürettim. Bunlar yayınlandıktan sonra, bir tek yerden bile bir telefonla, yahut mektupla “Yazınızı okuduk, o konuda sizinle görüşmek istiyoruz” şeklinde bir karşılık görmedim.

Meselâ, defalarca ülkemizde gerçek bir lise açılmasını teklif ettim. Bunca cemaat, vakıf, topluluk var. Bunlardan biri bu konuda benden bir rapor isteseydi, severek, heyecan duyarak yazar gönderirdim. Bizzat yüzyüze görüşüp müzakere de edebilirdim. Yazık ki, ilgi yok.

Bu gibi hizmetler için ücret talep etmeyeceğim gibi, verseler de almazdım.

Evet tekrar ediyorum: Türkiye’de şu anda gerçek mânasıyla, hem millî kimlik paralelinde eğitim veren, hem de çağdaş dünya seviyesinde bulunan tek bir lise bile yoktur. Birtakım özel kolejler fen meslek liseleri durumundadır. Onların verdiği tahsille çağ seviyesinde aydınlar yetiştirmek mümkün değildir.

Türkiye’de binlerce sözde lise vardır ama bir tek gerçek lise yoktur. Bu millete, bu memlekete, bu devlete, dinimize hizmet etmek istiyorsak işe bir lise kurarak başlamalıyız. Ancak böyle bir lise, cemaatini dininin üzerinde tutan veya cemaati ile İslâm’ı özdeşleştiren zihniyetle kurulmaz.

Liseyi kuracaksın ve başına “Efendi hazretlerinin sadık adamı feşmekân yetersizi ve ehliyetsizi” geçireceksin. Bu hizmet değil, hıyanet olur.

Sekter düşüncesiyle, hizip ve meşreb hooliganlığıyla lise değil, bakkal dükkanı bile başarıyla yürümez. Her işin, her hizmetin, her faaliyetinin, her ihtisas dalının kuralları vardır. Başarılı olmak için oyunu bu kurallara göre oynamak icab eder.

Böyle bir lise ülkeye, millete, devlete, gerçeğe hizmet etmek için kurulmalıdır. Filan din baronuna robotlar ve zombiler yetiştirmek, filan cemaate eleman devşirmek için açılacak liseden hayır gelmez.

Gerçek lisenin hem müdürü, hem idarecileri, hem öğretim kadrosu, hem de öğrencileri seçilerek, elenerek alınmalıdır. Ehliyetsiz, liyakatsiz, baron bendesi, yetersiz adamlarla başarılı olunmaz.

Yazıklar olsun! Bunca cami helâsı, bunca meşruta (imamevi), bunca bol şerefeli çirkin ve uzun minare, bunca beton bina, bunca kalorifer tesisatı, bunca ışıldak, fırıldak, zırıldak işi yapan şu Müslüman kesim bir tek gerçek lise bile açamamıştır.

Cuma Namazı

Caminin ana giriş kapısında saplı bir süpürge nizamiye nöbetçisi gibi duruyor. Yanında bir kova ve faraş. Giriş kapısının etrafını çerçeveleyen mermerler yağlı boya ile boyanmış. Caminin içinde mihrab üzerindeki âyet levhası yana yatmış. Biri çıkıp da yahu şunu düzeltelim demiyor. Geri tarafta, kadınlara mahsus oda gibi yerdeki kafesleri, pis bir yağlıboya ile boyamışlar, berbat olmuş. Kapının yanında kötü bir masa var, namazdan sonra para toplamak için kullanılacak. Aziz ve muhterem cemaat ver ver ver… Hoparlör için ver, kalorifer için ver, ışıldak ve zırıldak için ver, yel makinası için ver. Eskiden bu tarihî camide bir kısmı çok kıymetli ve antika halı ve kilimler varmış. Bunlar atılmış, halı eşkıyasına kaptırılmış, yerlerine berbat mı berbat, çirkin mi çirkin makina dokuması, anilin boyalı yaygılar serilmiş. Yemyeşil, ne de “gözel”, duvarlardaki kıymetli eski hüsn-i hat levhaları da çoktan sırra kadem basmış. Matbaa baskısı değersiz bir iki levha asılmış yerlerine.

Velhasıl yine zevksiz, şevksiz, heyecansız bir cuma namazı kıldık. Cuma, Müslümanların haftalık bayramıdır, dinî yenilenme günüdür, bir nevi İslâm şûrası toplantısıdır. Böyle mi olmalıydı?

Dinî hayatı bu hale getiren dinsizlere ve yetersiz, kalitesiz, duygusuz dinî sorumlulara esefler ediyorum bir Müslüman olarak. 11 Nisan 1999