Reçetesizlik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Pazartesi
İkinci Meşrutiyet devrinde kitaplar yazılmış, bazı kurtuluş reçeteleri ortaya konmuştu. Prens Sabahaddin “Türkiye Nasıl Kurtulur?” başlıklı bir kitap yayınlamış, Hâşim Nahit (Erbil) “Türkiye İçin İ’tilâ ve Necat Yolları” adlı eserini memleket aydınlarına sunmuştu. Bu ikinci kitaba Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi bir reddiye yazıp yayınlamıştı. Bundan seksen doksan yıl önce birtakım münevverler ülkeyi, devleti, milleti kurtarmak için çare ve çözüm arıyor, ortaya reçeteler koyuyorlardı. Ama doğru ama yanlış, bir beyin faaliyeti vardı.
Zamanımızda sanki beyinler dumura uğramıştır. Aydınlar ve halk, kesimlere ve kutuplara ayrılmışlar, genellikle fanatikçe militanlık yapıyorlar. Bazı nadir kurtuluş reçeteleri var ama pek basit, pek kapalı.
1. Laikler ve çağdaşlar statükoda ısrar ediyor, en ufak bir tâviz (ödün) vermeye yanaşmıyor. Onların en büyük yanılgısı Türkiye’de laiklik diye bir şeyin olmadığını anlayamamalarıdır. Azıcık siyasî kültürü ve mantığı olan bir kimse bizdeki rejime laik diyemez. Bu sistem bir “Devlet dini” sistemidir. Militan laikler, “Laiklik olmazsa ne demokrasi olur ne Cumhuriyet” diyorlar. İngiltere’deki sistem laik değil, orada din-devlet birliği var, hükümdar aynı zamanda Anglikan kilisesinin başkanıdır. Dünyanın en sağlam, en hakikî demokrasisi de oradadır. Bugünkü kafa yapılarıyla bizdeki laiklere laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Kendi sistemlerinin bin yıl, hattâ ebediyete kadar süreceğini sanıyorlar. Bunca bozukluk, kokuşma, rahatsızlık, çözülme, dağılma içinde bu mümkün müdür? Düşünmüyorlar, düşünmek istemiyorlar. Zaten ülkenin balını kaymağını onlar yiyor.
2. İslamcı kesim yapı itibarıyla bir kırsal kesim, gecekondu, köylü, taşra, varoş zihniyetine ve kültürüne saplanmıştır. Genel olarak İslâmcılar iki şeyin çok gerisinde kalmışlardır. Bunlardan biri İslâm, diğeri çağdır. Tabiî böyle bir durumda çare ve çözüm üretmeleri, ciddî reçeteler hazırlamaları mümkün değildir. Ucuz işporta işi, basit, sloganlardan ibaret reçeteleri var. Arap dünyasından, Pakistan’dan, İran’dan ithal edilmiş reçeteler, kitaplar, çare ve çözümler ise edebiyattan öteye geçemiyor.
3. Türkiye’de hâlâ Marksistler var. Marksizm uygulaması Sovyetler Birliği’nde iflas etti. Çin’deki sistemin adı Marksist ama her gün yeni tavizler vere vere, ideolojiden uzaklaşa uzaklaşa ayakta duruyor. Kuzey Kore, Küba, Vietnam örnek ve model olacak durumda değiller. Bizdeki Marksist cereyanların çoğu şiddete dayalı hareketlerdir. Marksizm Türkiye için artık bir ümit bile değildir. İnananlar olacaktır, nostaljikler olacaktır, o kadar.
4. Bizde çok güçlü bir Sabataycı kutup bulunuyor. Sabataycılık gizli, esrarlı, iki kimlikli bir yapıya sahip. Takiyye yapıyorlar. Zâhiren Türk ve Müslüman görünüyorlar, gerçekte ise Yahudidirler. Onlar için önemli olan Türkiye üzerindeki saltanatlarının devam etmesidir. Sayılarını bilen yok. Yahudi cemaati ileri gelenlerinden Bay Ojalvo 1,5 milyon kişi olduklarını söylüyor. 200 bin kişi oldukları iddiası bence daha ciddidir. Şu hususu da unutmamak gerekir ki, bütün Sabataycılar militan değildir. İçlerinde birkaç bin kişi vardır ki, memleketi parmaklarında onlar oynatıyorlar. Medyada en güçlü grup onlardır. Medya şu anda ülkenin ve sistemin en birinci gücü olduğuna göre gerisini siz düşünün. Bir bakanlık Sabataycıların kontrolü altındadır. Bakan Bey Sabataycıdır, yirmibeş en yüksek bürokrat da bu gizli ve esrarlı cemaate mensuptur. Sabataycılar elbette “Biz Sabataycıyız” diye ortaya çıkmıyorlar. Onlar kendilerini su katılmadık Atatürkçü, ilerici, çağdaş, laik olarak gösteriyorlar.
5. Atatürkçülere gelince: Şimdi her kesimde Atatürkçü vardır. Herkes Atatürk’ü kendi ideolojisine, menfaatlerine âlet ediyor. Bir değil, belki yüz çeşit Atatürkçülük vardır. Marksist Atatürkçü, milliyetçi Atatürkçü, Farmason Atatürkçü, Sabataycı Atatürkçü… Atatürk sağlığında Mason localarını kapatmıştı, bir Masonun samimî Atatürkçü olması mümkün müdür. Atatürk Nazım Hikmet’i yakalattı, uzun ve ağır hapis cezasına çarptırdı, bir Marksist’in samimî Atatürkçü olması mümkün müdür? Günümüzde ortalıkta düzinelerce Atatürkçülük ideolojisi var. Bunların hiçbiri gerçek Atatürkçülük değildir. Atatürk kullanılıyor, istismar ediliyor.
6. Alevilik: Aleviler Müslümandır. Sünnilerle aralarında farklar ve ihtilaflar bulunması onların İslâm’ın dışında oldukları mânâsına gelmez. Son çeyrek yüzyıl içinde birtakım esrarlı, gizli, şeytanî güçler Alevilerle Sünnileri birbirine düşürmek konusunda hayli yol almışlardır. O kadar ileriye gitmişlerdir ki, “Ali’siz Alevilik” adında hacimli bir kitap yayınlayarak İslâm’la hiçbir ilgisi olmayan ateist bir Alevî ideolojisi türetmeye çalışmışlardır. Şu saçmalığa bakın: Adları Alevî olacak ve Hazret-i Ali’den kopacaklar.
Ali’siz Alevilik isteyenler şöyle diyorlar: Yahu Ali mü’min, müslim, Şeriatçı bir kimseydi. Beş vakit namaz kılar, Ramazan’da ve başka zamanlarda oruç tutar, Kur’ân’ın kurallarına uyar, Peygamber’e itaat ederdi. Ali laik değildi. Öyleyse Aleviler bu zatı bırakmalıdır… Şu Türkiye ne büyük bir tımarhânedir.
Hangi kesime mensup olurlarsa olsunlar, Türkiye’nin ciddî aydınları (sayılarının pek fazla olduğunu sanmıyorum) kitap çapında ciddî çareler, çözümler, reçeteler, teklifler üreterek bunları aydınlara sunmalıdır. Müzakereye, yapıcı olmak şartıyla tartışmaya açık ve hazır olmalıyız. Laiklik laiklik diye bağırılıp çağırılıyor. Öncelikle Türkiye’de laiklik var mıdır, yok mudur, bu meseleyi incelememiz gerekir. Bu konu incelenirse ülkemizde laiklik olmadığı anlaşılacaktır.
Şimdi yaygın olan kanaat şudur: Yeni ve iyi bir anayasa hazırlanır ve yürürlüğe konursa işler düzelecektir. Bu ümit boştur. Yeni ve iyi bir anayasa elbette faydalı olur, fakat iş bununla bitmez. Kafaların, zihniyetlerin değişmesi gerekir, bu da eğitimle olur. Güçlü bir eğitim olması için çok zengin bir yazılı-edebî Türkçe bulunması gerekmektedir. Son yetmiş yıl boyunca ülkemizde bir dil-kırımı faciası yaşanmış ve güzelim zengin Türkçemiz elden gitmiştir. Bugünkü birkaç yüz kelimelik zekâ özürlüler dili seviyesindeki arı ve duru Türkçeyle eğitim, tefekkür, kültür, medeniyet ve kurtuluş olmaz. Bozulan, yozlaştırılan bir dili düzeltmek o kadar kolay ve çabuk olmaz.
Türkiye yücelmek, kurtulmak, var olmak istiyorsa din-devlet çekişmesi ortadan kaldırılmalı, din-devlet uyumu ve ahengi sağlanmalıdır. Ülkemizde devleti kontrol altında tutan birtakım gizli çeteler İslâm’a, Müslümanlara, millî kimliğe sanki savaş açmışlardır. Böyle bir ortamda bu memleket, bu millet, bu devlet elbette yücelmez.
İngiltere’de devlet din ile savaşıyor mu? Almanya’da devlet dine zıt gidiyor mu? ABD’de birçok din var. Devlet onların hiçbirine zıt değildir. Utah eyaletinde bir kadın polis memuru Müslüman olmuş ve başını örtmüştür. Devlet ona hiçbir güçlük çıkartmamıştır. Başka bir eyalette iki polis memuru Müslüman olmuş ve sakal bırakmışlardır. Âmirleri sakalınızı kesin demiş, onlar kabul etmemiş, iş Yüce Mahkemeye intikal etmiş ve polis memurlarına hak verilmiştir. Yine ABD’de paraların ve pulların üzerinde “Biz Allah’a güveniyoruz” cümlesi yer alır. O ülkede din hürriyeti, inandığı gibi yaşama hürriyeti en birinci hürriyettir, Biz de ise…
(Sivas’ın bazı köylerinde devlet kolluk kuvvetleri devriye geziyor ve oniki yaşından küçük çocuklara Kur’ân ve din dersleri verenleri yakalayıp tutukluyormuş. Bu konuya başka bir yazımda temas edeceğim.) 18 Temmuz 2000